Berlin Duvarı'nın yıkılışının 30. yıl dönümü: Tarihin yeniden başladığı gün

Berlin Duvarı her iki taraftan darbeler ile yıkıldı.
Berlin Duvarı her iki taraftan darbeler ile yıkıldı.

İki Almanya’yı olduğu kadar soğuk savaş’ın iki kutbunu da birbirinden ayıran Berlin Duvarı’nın yıkılışının üzerinden tam 30 yıl geçti. aradan geçen onca yıl sonunda o dönem için oldukça popüler olan ‘tarihin sonu’ tezi gerçeğe dönüşmediği gibi, dünyanın dört bir yanında duvarlar yükselmeye devam ediyor. İyimser olmak için nedenler olsa da, 1989’da dünyanın daha barışçıl bir yer olacağını savunan fikirler, günümüzde yerini ‘demokrasinin sonu mu geldi?’ tartışmalarına bırakıyor.

Bundan 30 yıl önce, 9 Kasım 1989’da iki Almanya’yı birbirinden ayıran ve ismine utanç duvarı denilen Berlin Duvarı her iki taraftan darbeler ile yıkıldı. Ağustos 1961’de Doğu Alman vatandaşlarının Batı’ya kaçışlarını engellemek için inşa edilen duvar, aynı zamanda Demir Perde ve özgür Batı’yı birbirinden ayıran bir simge olarak kabul ediliyordu.

Berlin Duvarı’nın yıkılışı ardından iki Almanya birleşti, 1991’de Sovyetler Birliği resmen dağıldı ve Varşova Paktı kendisini feshetti. Böylece demokrasi, serbest piyasa ve açık toplumun komünizm karşısında ilan ettiği zafer Soğuk Savaş’ın bitişini de müjdeliyordu.

Berlin Duvarı’nın yıkılışının üzerinden tam 30 yıl geçti.
Berlin Duvarı’nın yıkılışının üzerinden tam 30 yıl geçti.

1989’da ABD Başkanı George W. Bush “Avrupa tümüyle özgür” derken, ismini çok kimsenin bilmediği tarihçi-siyaset bilimci Francis Fukuyama liberal demokrasinin zaferi ile tarihin sonunun geldiğini tüm dünyaya şu sözlerle ilan ediyordu: “Tanık olduğumuz şey sadece Soğuk Savaş’ın sonu değil, savaş sonrası tarihin belirli bir döneminin geçmesi değil, aynı zamanda tarihin sonu… İnsanlığın ideolojik evriminin bitiş noktası… Ve Batı liberal demokrasisinin insan yönetiminin son şekli olarak evrenselleşmesi…

”Tarihin Sonu tezi liberalizmin zaferini ilan ederken, alternatifleri ortadan kalkması nedeniyle tüketimci Batı kültürünün ve onun liberal kurumlarının tek hâkim unsur olacağı, kapitalizmin nihai bir sistem olduğu ve insanlığın varacağı son noktaya gelindiğini iddia ediyordu. Kısa sürede büyük coşku ile karşılanan bu fikirler, 1990’da Moskova’da açılan ilk McDonald’s restoranı ile daha ateşli bir şekilde savunulmaya başlandı.

Lıberalizmin altın çağı yaşanamadı

Liberalizmin kusursuz zaferi çok geçmeden yerini belirsizliklerle dolu bir dünyaya bıraktı. Yugoslavya’nın dağılışı Sovyetler Birliği gibi kansız olmadı. Ruanda, bir daha yaşanmaz denilen soykırımın adresi oldu. 11 Eylül tüm dünya düzenini alt üst etti. Washington’un ‘ya bizimlesiniz ya da bize karşısınız’ söylemi dünyanın dört bir yanında müdahalelere yol açtı. İç savaşların tetiklediği göçmen krizi, aşırı sağcı politikacıların başa gelmesine ve aşırı milliyetçiliğin yükselişine kapı araladı. Doğu Avrupa’nın hızla demokrasiden uzaklaştığına yönelik endişeler artıyor. 1989’da Avusturya sınırını ilk açan ülke olan Macaristan, günümüzde mültecilere karşı aşılması çok zor bariyerler inşa etti. Kısacası Tarihin Sonu’nun ilan edildiği 1989’dan bu yana dünya hiç de barışçıl bir yer haline gelmedi. Çok kişinin kabul edeceği şekilde o günden bu yana çok daha şiddetli bir kapitalizm ortaya çıktı ve 2008 krizin-de açıkça görüldüğü gibi zengin-fakir arasındaki uçurum hiç olmadığı kadar arttı. En uzun süren komünist rejim olarak Sovyet deneyiminden dersler çıkaran Çin ise serbest piyasa ve küresel kapitalizmi, kendine özgü şekilde uyarladı. Ancak Çin halen liberal demokratik değerlere 1989’daki kadar uzak.

Berlin Duvarı’na ev sahipliği yapan Almanya’da duvar, fiziki olarak ortadan kalkmış olsa da, Doğu Alman eyaletlerinde yaşayanlar sıklıkla kendilerini ikinci sınıf vatandaş olarak hissettiklerini belirtiyor. İki bölge arasındaki sosyoekonomik uçurum, aşırı sağcı partilerin bu bölgede güçlenmesine neden oluyor. Kısacası dünyanın iki kutuplu bölünmesi artık olmasa da güvensiz ve öngörülmeyen belirsiz ortam hemen her toplum için devam ediyor. Bununla beraber 46 kilometre uzunluğunda ve 3 metre yüksekliğindeki Berlin Duvarı’nın yıkılışı ile simgelenen kazanımları tümden reddetmek de mümkün değil.

Berlin Duvarı’na ev sahipliği yapan Almanya’da duvar, fiziki olarak ortadan kalktı.
Berlin Duvarı’na ev sahipliği yapan Almanya’da duvar, fiziki olarak ortadan kalktı.

1989 ruhu yaşıyor mu?

30 yılın sonunda birleşik Almanya, Avrupa’nın en büyük ekonomisi haline geldi. Duvar yıkılmadan önce Doğu Almanya vatandaşları Batı’dakilerin maaşının yalnızca yüzde 37’sini kazanabiliyordu ve kişi başına düşen gelirleri ise Batı’dakinin yüzde 33’üne eşitti.

Paw Araştırma’nın yürüttüğü bir ankete göre Doğu Almanya’da yaşam memnuniyeti 1991’de yüzde 15 iken, bu oran 2019’da yüzde 59 olarak ölçüldü. Dimap tarafından yürütülen bir başka araştırma ise her iki kısımda da vatandaşların birleşmeden doğan memnuniyeti geçen 30 yıl içerisinde yükseldi. Eski Varşova Paktı ülkelerin birçoğu AB üyesi oldu ve bu ülkelerin yaşam standartları da 1989 ile kıyaslandığında çarpıcı biçimde artış gösterdi. 1990’ların başında Yugoslavya krizinden sonra Avrupa’da savaş tehdidinin ciddi anlamda düştüğünü kabul etmek gerekiyor.

  • Demokrasinin sonu mu?
  • Geride kalan 30 yıl içerisinde Francıs Fukuyama, Berlin Duvarı’nın yıkılışının, özgürlükler için büyük kazanç olduğunu savunmaya devam ediyor. Çünkü dünyada artan popülizme ve milliyetçiliğe rağmen 1989 ruhunun hâlâ buralarda olduğunu iddia ediyor. Son verdiği bir mülakatta Fukuyama, tarihin sonu ifadesini kullandığı için pişman olmadığını belirterek, insanların hâlâ özgür bir toplumda yaşama arzularının sürdüğünü belirtiyor. O’na göre Berlin Duvarı’nı yıkan ruh hayatta ve liberal demokrasi için umut devam ediyor. Fukuyama, demokrasi için umudunun devam ettiğini belirtirken, onunla aynı fikirde olmayanlar da var. Demokrasi’nın sonu tezi ile oldukça ilgi çeken Shawn Rosenberg, 20. yüzyılın ikinci yarısında demokrasinin altın çağını yaşadığını, ancak günümüzde demokrasi sayısının gün geçtikçe azaldığını iddia ediyor. İnsan beyninin demokrasi için üretilmediğini savunan Rosenberg’e göre demokrasi sadece seçkinler yardımı ile korunabilir. Freedom House’ın 2019 raporunu örnek gösteren Rosenberg son 14 yıldır demokrasi ile yönetilen ülke sayısında azalma görüldüğünü belirtiyor. Özgür olmayan ülke sayısı artarken dünya popülist hareketlere daha fazla kucak açıyor. ABD, Macaristan, Polonya, İngiltere ve İtalya’yı bu duruma örnek gösteren Rosenberg’e göre yakın gelecekte de batı tıpı demokrasiler gerilemesini sürdürecek. Kısacası tarih ileri ya da geri akmaya her zaman olduğu gibi devam edecek.