Bir buruk veda

Doç. Dr. Hatice Karahan.
Doç. Dr. Hatice Karahan.

Türkiye’miz için 2016, tarihin yapraklarına buruk bir sene olarak geçti. Bu bağlamda öne çıkan iki menfi ana başlığın ise, nesillerce lanetlenecek bir darbe girişimi ile çok sayıda terör saldırısı olduğu ifade edilebilir.

Vatana, millete ve demokrasiye kast eden söz konusu menfur olaylar üzerimizde derin tesirler bırakırken, bu gelişmelerin Türkiye’nin imajını ve sahip olduğu güven seviyesini de ciddi şekilde zedelediği inkâr edilemez. Ve ülke sathında çeşitli tehditlere maruz kalınırken, dışarıda ise Brexit’ten Trump’a bin türlü şok etkili tantananın yaşandığı bir dönem cereyan edince, dâhili ve harici risklerin kabarıp durduğu bir zaman silsilesi geçirmiş olduk. Kabul etmek gerekir ki, oldukça hırpalayıcıydı…

İşte tüm bu gelişmeler neticesinde 2016, ister istemez ekonomimizin ağzında da buruk bir tat bıraktı. Bu doğrultuda en temel göstergelerden olan Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYH) bakacak olursak; yöntemi revize edilerek Aralık ayında açıklanan son mevcut veriler, yılın ilk yarısında 2015’in aynı dönemine göre yüzde 4,5 oranında iyi bir ekonomik büyüme sergilerken, 3. çeyrekte yüzde 1,8’lik bir daralmanın baş gösterdiğini ortaya koydu. Buna ek olarak, henüz geride bıraktığımız ve GSYH verisini Mart ayında göreceğimiz son çeyreğin de pek iç açıcı geçtiği söylenemez. Dolayısıyla 2. yarıda gelen ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi ağır bir etkiyi üzerinde taşıyan iktisadi performans düşüşümüz, küresel kriz sonrası ilk kez kaydettiğimiz bir daralmayla birlikte yılların pozitif seyrini bozdu. Moralleri de…

Yılın 3. çeyreğinde vuku bulduğu verilerle kanıtlanan söz konusu bozulma, dış ticaret tarafındaki sevimsiz gidişatın negatif izlerini taşımayı sürdürürken, içeride de özel kesim talebindeki belirgin düşüşe dikkat çekiyor. Sektörler tarafında da bu dönemde; sanayinin desteğini geri çektiği, tarımın yine olumsuz etki ettiği ve hizmetler sektörünün daralma yönünde ciddi bir katkı sunduğu bir resme şahit oluyoruz. Bu kapsamda çok çeşitli sektörlerin tadının kaçtığı bir gerçekken, 2016 yılında durumu git gide bozulan turizm sektörünün bıraktığı menfi etkilerin altını üzülerek çizmek gerekiyor.

Ve bu doğrultuda, son açıklanan işgücü istatistikleri de, emek piyasasında da keyiflerin kaçık olduğunu ortaya koyuyor. Nitekim Ağustos ve Eylül döneminde kaydedilen yüzde 11,3’lük işsizlik oranları yılın en yüksek seviyesine işaret ederken, mevsimsellikten arındırılmış halleriyle de hoş durmuyor.

Öte yandan, 2016’nın ekonomik anlamda rahatsız eden bir diğer aktörünün ise, döviz kuru olduğunu vurgulamak gerek. Malumunuz, Eylül ayında çıkıp gelen Moody’s not indirimi kararının ardından tetiklenen ve Trump sonrası küresel çalkantıyla birlikte dalgaya kapılan kur, iç meselelerimizin yarattığı risklerle bir oldu ve aldı başını gitti. Bu durum özellikle, şirket borçlulukları ile enflasyona geçiş potansiyeli bağlamında keyif kaçırırken, 2017 yılına taşıyacağı riskler anlamında da sorgulanıyor, sorgulanacak. Bağlantılı bir taze haber olarak ise, Fitch’ten bu ay gelecek değerlendirme kararının çeşitli açılardan önemli olacağının da altını çizmek gerek.

Buradan hareketle 2017 yılına bir pencere açarsak, hükümetin son dönemde açıkladığı ekonomiyi canlandırmaya yönelik teşviklerin ne derece etkili olacağını izleyip göreceğiz. Devletin, bu zor dönemlerde sunması gereken destekleri devreye sokuyor olması, kuşkusuz kritik öneme sahip… Yalnız şu da var ki; ekonominin kendine gelmesi için, belirsizliklerin azal(tıl)ması ve güvenin yeniden tesis edilmesinin temel şart olduğunu kabul etmek gerekiyor. İşte bu manada, adım attığımız yeni yılda işiteceğimiz siyasi ve jeopolitik haberler ile bunların yaratacağı algının, sermaye girişlerinden turizme, dolardan yatırım harcamalarına kadar çok boyutlu entegre ekonomik resmin rengini belirleyeceğini biliyoruz. Tabii Türkiye’nin özelindeki ve ayrıca direkt bağlantılı olduğu ilgili gelişmeler kadar, global ölçekte cereyan edecek akımlar da etkilerini hissettirmeyi sürdürecektir.

Dolayısıyla ekonomimiz için zorlu geçeceğini öngördüğüm yeni yılda, özellikle kısa ve orta vadeli risklerden mümkün olduğunca korunmamız gerekecekken, bu karmaşada atlamamamız gereken bir hedefin de uzun vadeli politikalara ajandamızda yer vermek olduğunu söyleyerek bitirmek isterim.

Evet, 2016’ya buruk bir veda ettik. 2017 ve ötesini ise, tüm moral bozukluklarına rağmen, umut, itidal ve yüksek gayrete bağlamaktan başka şansımız yok.