Bir ilhamın peşinde

Teknoloji doğadan ilhamını alırken; aslında iletişim ve pazarlama alanlarında da doğadan esinlenerek yeni ve özgün söylemlerin üretildiğine tanık oluyoruz.
Teknoloji doğadan ilhamını alırken; aslında iletişim ve pazarlama alanlarında da doğadan esinlenerek yeni ve özgün söylemlerin üretildiğine tanık oluyoruz.

Yeni bir şey söylemek, hayata ve iletişime farklı bir pencereden bakmak için ne yapmak lazım? Kimi zaman en özgün fikirlerin ulaşılması imkânsız bir hayal dünyasından çıktığı yanılgısına kapılırız. Oysa dünyaya merak eden gözlerle bakan, var olanı sadece olduğu gibi değerlendirmeyen bir anlayış, en basit görüneni orijinal bir yapıya kavuşturabilir. Neden mi bahsediyorum yazımda? Bakmak ve görmek arasındaki farktan, sıradan olarak düşünülenin nasıl bir ilham kaynağı olabileceğinden ve elbette her daim aslına dönen ortak sembollerden. Sözün özü, sizinle birlikte bir ilham arayışına çıkıyorum bu yazıda.

İlham hayatın içinde

Albayrak Grubu Kurumsal İletişim Koordinatörü Esad Sivri.
Albayrak Grubu Kurumsal İletişim Koordinatörü Esad Sivri.

Günümüzde teknolojik gelişmelere yetişmek oldukça güç. Her bir yeniliğe şaşkınlıkla bakan kullanıcıların akıllarına gelen ilk soruysa, bizi gelecekte ne bekliyor oluyor. Kullanıcıların bu sorusunu takip eden merakta ise şaşkınlık giderek artıyor, bu teknolojinin ilhamı nereden geldi?

Çok temel şaşkınlıkların cevabını çoğunlukla uzaklarda arıyoruz, oysa teknolojik gelişmelerin, yeni bir fikrin ve düşüncenin ilhamı çoğunlukla yanı başımızda oluyor yani tam da hayatın içinde. Şunun üzerine düşünmenizi isterim, kimisi gökyüzünde uçan kuşun ardından bir hayale dalarken kimisi kuşun kanadından uçağın kanadına ulaşacak yolun taşlarını dizmeye başlar. Pek çok şey bir hayalin peşinden koşarak gerçekleşiyorsa, durmamak lazım derim. Bakmak ve görmek arasındaki uçuruma dikkat etmek, anlamak ve hatta kimi zaman yanlış anlamaktan çekinmemek gerek. Evet, ilham hayatın içinde bir yerlerde, doğrudur. Ancak herkese açık bir şekilde göründüğünü iddia edemeyiz.

Peki, hayatın içindeki ilham sadece teknolojik gelişmeler için mi geçerli, bizler iletişim ve pazarlama alanlarında hayat ve duygulardaki ilhamdan esinlenemez miyiz?

İletişim ve pazarlamada ilham

Teknoloji doğadan ilhamını alırken; aslında iletişim ve pazarlama alanlarında da doğadan esinlenerek yeni ve özgün söylemlerin üretildiğine tanık oluyoruz. İletişim ve pazarlamada kimi zaman doğrudan insan ilişkilerinden kimi zaman beğenme, etkilenme ve aidiyeti vurgulayan duygulardan kimi zamansa ihtiraslar ve duygulardan esinleniriz. Ancak her bir ilhamda yeni bir basamağa dikkat etmeli, adım adım ilerlemeli, bizim için uygun olan tarafları hesaba katmalıyız.

Eğer bir yemeğin iletişim ve pazarlamasını gerçekleştiriyorsak ilk akla gelen estetik görünüş ve ihtirasa yönelmek olur. Ancak bu yemek bir aile sofrasına misafir olacaksa ihtiras duygusu pazarlama faaliyetini anlamsız kılacaktır. Bu noktada yemeği bir arada olmaya bir vesile, mutluluk ve birlik duyguları çevresinde işlemeliyiz. İlham kaynakları o kadar sınırsız ve beklenmedik yerlerden karşımıza çıkar ki, hiç aklımızın ucundan geçmeyecek “kızgınlık ve sinir” duyguları da iletişim ve pazarlamamızın temel esin kaynağı olabilir. Eğer iletişimini gerçekleştirip pazarladığımız ürün “hırsız alarm sistemi” ise kızgınlık duygusu tanıtımımızın başlangıcı için pekâlâ güzel bir esin kaynağı olabilir.

Örnekler artırılabilir; ancak şunu açık bir biçimde söylemeliyim, nasıl ki teknolojinin arkasında bir ilham varsa, iletişim ve pazarlama tekniklerinin de arkasında güçlü bir esinlenme kaynağı olarak doğa, duygular, estetik ve yaşamın tam da kendisi vardır. Elbette dikkatli bakanlar için.

Emojileşmiş dünya

Fark ettiyseniz yeni bir teknolojiden veya bir ürünün iletişim ve pazarlama süreçlerinden bahsederken özgünlüğe giden yolu aslında dünyamızda pek de yeni olmayan ilham kaynakları üzerinden değerlendirdim. Bir kuşun kanadından alınan ilhamdan insanlık kadar eski olan duygulara kadar geniş bir aralıkta esin kaynaklarını sıraladım.

Son zamanlarda üzerine çokça düşündüğüm konu aslında tam olarak da bu. Bizler her yeni gün ileriye doğru gittikçe insanlık tarihinin en eski geçmişi sanki bize daha da çok yaklaşıyor. Mısır hiyerogliflerinden sonra yazı ve alfabeyi icat ettik ancak gün içinde en çok kullandığımız “iletişim biçimi” emojiler yani bir çeşit hiyeroglif. Öyle ki artık bizler için alternatif bir alfabeye dönüştüklerini görüyoruz.

Elbette bu tek bir örnek değil. Geçmişin bizi bir kez daha yakaladığı yer iletişim ve pazarlamanın tam da kendisi. Hiç otomobil sektöründe neden at, panter, aslan gibi güçlü hayvanların sembol olarak kullanıldığını ya da sanatsal faaliyetlerde neden baykuş, kuzgun gibi hayvanların birer logo olduğunu ya da neden parfüm ve estetik sektörünün mitolojik kahramanları andıran reklam senaryoları hazırlattığını düşündünüz mü? Bu soruların cevabı iletişim açısından basit; geçmişin sembolleri, kabul edilmiş doğrular ve klasikler tekrar hayatın içine entegre ediliyor. “Modern” dediğimizin içinde saklanan ilham kaynaklarını hayatın içinde aradığımız gibi tarihin sayfaları ve duygu dünyasında da aramak gerekmekte.

Sembolleri doğru değerlendirmek

İlham ve esin kaynakları doğanın ve yaşamın bizzat içinde. Az önce de söylediğim gibi ilham ulaşılması kolay görünebilir görünmesi ancak bu dikkatli bakanlar ve özgün bir yorum katabilenler için geçerlidir. Burada iletişim ve pazarlama aşamasında ilhamı ararken, bir sembolü kurgularken dikkat etmemiz gereken temel nokta olan özgünlüğü değerlendirmem gerekecek. Değerlendirmenin hemen ilk adımında konuyu ilham ve semboller üzerinden açtığımızda akla hemen şair ve şiir gelir. Peki, sembolleri doğru değerlendirmek ya da ilhama erişmek için illa şair mi olmak lazım? Elbette hayır, hem sanatçı olmak sadece istenerek gerçekleştirilebilecek bir durum da değil. İşin bu kısmı hayli uzun ve farklı bir tartışma konusu, iyisi mi biz konumuzdan fazla uzaklaşmayalım, sorumuz ve yanıtımıza geri dönelim.

Bir papağanı düşünmenizi istiyorum sizden. Fakat hayallere dalarak değil, tıpkı kanadından uçak kanadına erişmek ister gibi. Yani bakarak değil, görüp anlayarak. Papağana ilk bakışımız onu renkli ve farklı bir kuş olarak algılamamızı sağlar, bakmaktan görmeye devam ettikçe onun bir insan gibi konuştuğunu fark ederiz, elbette bu bir ses taklididir. Anlamaya ve hatta yanlış anlamaya çabaladıkça onu tıpkı insan gibi konuşan bir kuş olarak anlamaya, ardından da “her sözü tekrar eden” hâliyle düşünmeye başlarız. İşte tam burada kritik bir dönemeç söz konusu. Kimimiz papağanı sadece “tekrar eden” olarak sembolleştirip onu bir eleştiri cümlesinin içinde kullanır; kimimiz de bir kuşun konuşabilme/taklit edebilme yeteneğinin özgünlüğüne atıf yaparak ondaki enteresan ve orijinal tarafın farkına varır.

Sözü uzatmayalım, derdimizi Klasik Osmanlı şiirimizin büyük ismi Nef’î’nin, Itrî Efendi tarafından bestelenmiş gazelinin bir mısraına bırakalım:

Tûtî-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil

Çarh ile söyleşemem âyînesi sâf değil

Nef’î mealen şunu söylüyor gazelde; ben mucizevi şekilde konuşabilen bir papağanım (tûtî), dilimden dökülenler öyle sıradan sözler değildir. Öyle ki ben felek ile söyleşemem onun aynası benim mucizeviliğim kadar saf değil...

Kendisinin büyük bir şair oluşunu, sözlerinin kıymetini bir papağanın özgünlüğü ardından gösteren şair, hiç beklenmedik sembollerin kullanım alanlarını olabilecek en sanatlı şekilde gösterir.

Şimdi soru sorma zamanı

Bir iletişimci, her zaman son sözünü yeni sorulara bırakmalı. Her yeni soru, yeni bir merak ve özgün bir düşüncenin kapısını aralamaya yardımcı olur. Sormadan, peşine düşmeden, izini aramadan ilhamı bulmak neredeyse imkânsız. O zaman şunu açıkça söyleyelim; şimdi soru sorma, yeni hayallerin peşine düşme, bir kuşun kanadından uçabilmeyi hayal etme zamanı.