Eğitim ve üçüncü nesil üniversiteler üzerine

Prof. Dr. Murat Yülek.
Prof. Dr. Murat Yülek.

Dünyanın ilk araştırma merkezi sonradan bir üniversiteye dönüşen Bağdat’taki Hikmet Evi (Beyt-ül Hikmet) evi idi. 830 yılında kurulmuştu. Dünyanın ilk üniversitesi sayabileceğimiz eğitim kurumu Fas’ta Fatima el-Fihri tarafından kurulan Kayreviyyin Üniversitesiydi (859). Fatima, Bugünkü Tunus’un Kayrevan şehrinden Fas’a göç eden zengin bir iş kadını idi. Dünyanın hala hizmet veren ilk ilkokulu Bursa’da Muradiye Külliyesi’nde konuşlanmıştır. 1425-1426 yıllarında bir “sübyan mektebi” olarak kurulan okul, Cumhuriyet döneminde Muradiye ilkokulu adını aldı. Osmanlı İmparatorluğu beylik statüsünde iken başta İznik Medresesi olmak üzere 30’un üzerinde medrese (üniversite) kurulmuştu. Mimarların, askeri ve sivil mühendislerin yetiştiği uygulamalı “meslek” okullarını saymıyorum. Osmanlı’nın bir İmparatorluk haline gelmesinde şüphesiz eğitim sisteminin ve eğitime verilen önemin büyük katkısı vardı

Dünyaya “fabrika modelli eğitim” adı da verilen “zorunlu ve ücretsiz kamu eğitimi”ni hediye eden kişi ise Prusya Prensi Frederik Wilhelm idi. Küçük prensliğinde 1720’lerden sonra eğitim başkalaşımını gerçekleştiren Wilhelm, real schcule adı verilen yarı meslek okullarını da kurdu. Prusya’daki zorunlu eğitim sistemi “devletin kulu” veya “toplumun kulu” olan Alman insanını yetiştirmeyi amaçlıyordu. Kendini devlete, millete feda eden, çalışkan, lükse düşkün olmayan özverili protestan insanı. Weber bir yüzyıl sonra kapitalizmi bu insan tipinin ortaya çıkardığını söyleyecekti. Bu kullar kendini hiçe sayarak toplum ve devlet için feda eden çalışkan insan oldukları kadar “meslek” (“beruf”) sahibi insandı. İşini standartlara uygun olarak ve “iyi” yapan insandı. Alman insanı kendini hala “meslek” insanı olarak tanımlar. Genç Almanlar “beruf” peşinde koşarlar.

Bizde de “beruf” değil de “hüner” derlerdi eskiden. Ahi teşkilatının asıl gayesi meslek ve iş ahlakı sahibi zanaatkarlar yetiştirmekti. Formel eğitim kurumlarının dışında “paralel” mesleki eğitim patikaları oluşturulmuştu. Mimar Sinan bu uygulamalı eğitimden geçmişti. Osmanlı beyleri ve sonraki dönemdeki padişahların bazıları ahi teşkilatına bağlı meslek erbabı kişilerdi. Yani “meslek” eğitimi Osmanlı’da kritik öneme sahipti.

Amerika, “fabrika modelli eğitimi” Prusya modelinden esinlenerek kurdu. Daha sonra bu modelli “kul” yetiştirme eğitimi tüm dünya ve tabi Türkiye’de de geçerli oldu. Ivan Illich gibi entellektüellerin yoğun eleştirisine rağmen bugün dünyada K-12 eğitimi bu temelde devam ediyor. Finlandiya’da ilkokul seviyesinde yapılan reformlar belki fabrika modelli kul yetiştirme eğitiminin daha insani bir yöne evrilmesini sağlayabilir.

Üniversiteler Kayreviyyin’den başlayarak birinci nesil üniversiteler olarak tanımlanıyor (Hans Wissema). Bu üniversite tipi bilgiyi bir sonraki nesle aktarmayı hedefler. Özellikle Avrupa’da 11. yüzyılda kurulan ilk “birinci nesil” üniversiteler daha çok skolastik dogmayı sonraki nesillere ilettiler. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Berlin Humboldt Üniversitesi’nden başlayan “ikinci nesil” üniversiteler ise doktoralı araştırmacılar eliyle yeni bilimsel bilgi üretmeyi ikinci fonksiyonları olarak tanımladılar. Şu anda dünyadaki üniversitelerin yüzde 99’unun ikinci nesil üniversite kalıbında olduğunu varsaymak uygun olur.

Dünyanın ilk araştırma merkezi sonradan bir üniversiteye dönüşen Bağdat’taki Hikmet Evi (Beyt-ül Hikmet) evi idi. 830 yılında kurulmuştu.
Dünyanın ilk araştırma merkezi sonradan bir üniversiteye dönüşen Bağdat’taki Hikmet Evi (Beyt-ül Hikmet) evi idi. 830 yılında kurulmuştu.

İkinci nesil üniversite 21. yüzyıl toplumuna hizmet edememektedir. Bunun sebebi triple helix adı da verilen, üniversite ile kamu ve şirketler arasındaki bağların verimli sonuçlar ortaya çıkartamamasıdır. Almanya’da dahi, üniversiteler “fildişi kulelerinde” topluma uzaktan ve tepeden bakmaktadır. Bu bağımsız adaları birbirlerine yaklaştırmak, sanayi-üniversite iş birliği “köprüleri” ile mümkün olmamıştır. Bunun yerine üniversiteyi içinde olduğu “bağımsız adadan” toplumun tam da merkezine koymaktan geçer.

Bunu hedefleyen üniversiteleri Hans Wissema “üçüncü nesil” üniversite olarak tanımlar. Güzel bir tanımdır. Girişimci, yenilikçi özelliklere sahip üçüncü nesil üniversiteler, 21. yüzyılı şekillendirme potansiyeline sahiptir.

Bu üniversitelere mevcut örneklerin başında Stanford Üniversitesi gelir. Ancak onun tecrübesinin de sınırları bulunmaktadır. Üçüncü nesil üniversite, Ostim Teknik Üniversitesi modelinde olduğu gibi üç ayrı fonksiyonunun üçünde de farklılıklar oluşturmak zorundadır. Birinci nesil üniversite “bilgiyi” hedefler; üçüncü nesil üniversite ise, eğitim alanında “yetenek” bazı üzerinde “bilgi, beceri, değer ve davranışları” kazandırmayı hedefleyen uygulamalı ve şirket iş birliğine dayalı yetkinlik bazlı eğitim verir. İkinci fonksiyonu olan bilgi üretiminde ise, üçüncü nesil üniversite “ticarileşmeyi” temel alan şirket iş birlikli Ar-Ge/Ür-Ge projelerini önceler. Bunlar üçüncü nesil üniversitenin üçüncü işlevi olan, topluma “ekonomik katkı” yapmasını sağlar.