Ekonomik yaptırımlar; istenen ve gerçekleşen arasındaki farklar

Doç. Dr. M. Levent Yılmaz.
Doç. Dr. M. Levent Yılmaz.

Temeli 1944 yılında düzenlenen Bretton Woods Konferansı’nda ABD’nin istekleri doğrultusunda atılan yerleşik iktisadi sistemin ve arkasındaki mekanizmaların sıkça başvurduğu politika araçlarından birisi de ekonomik yaptırımlardır. Ukrayna ve Rusya arasında yaşanan kriz ortamında yapılan yaptırımlara bakıldığında ise sözde kalan AB ülkelerinin yanında, yaptırımları tek uygulayan ülkenin ABD olduğunu söylemek mümkün. Peki istenen ve gerçekleşenler arasındaki farklar nedir?

Yaptırımlar ve özelde ekonomik yaptırımlarla gerçekleştirilmek istenen hedef alınan ülkenin bir eylemi veya politikasını değiştirmektir. Ambargolar, uluslararası finans sistemine erişimin kısıtlanması/engellenmesi, ilave gümrük tarifeleri, kotalar, ithalat/ihracat yasakları ve çeşitli hizmetlerden mahrum bırakma mantığı üzerine kurulu söz konusu yaptırımlara maruz kalan bir ülkenin zorluklarla karşılaşacağını ve hatta zaman zaman da bu zorlukların önemli sonuçları olacağını tahmin etmek zor değil. Dahası yaptırıma maruz kalan ülkede rejim/yönetici değişikliği de dahil olmak üzere belirgin sonuçların ortaya çıkması da istenir. Peki gerçekte bu oluyor mu?

Ekonomik yaptırımlar, ekonomi güvenliği çalışmalarındaki önemli politika araçlarından birisidir. Bu yüzden oldukça fazla üzerine kafa yorulmuştur ve ülke örneklerine ilişkin çok sayıda çalışma yapılmıştır. Her ülkenin farklı ekonomik dinamikleri olması ve yine her ülkenin de açık ya da örtük başka ülkelerle iş birliği içinde olması sebebiyle tamamen yeknesak bir söylem geliştirmek mümkün olmasa da elde edilen bulgular ekonomik yaptırımların ülkede rejim değişikliğine neden olmadığı gibi hedef ülkenin politikalarını değiştirmesinde etkisinin çok az olduğu görülmüştür.

İşin ilginç yanı ise yaptırımlara maruz kalan ülkede yönetimde eğer otokratik bir lider veya cunta tarzı bir grup varsa yaptırımlar lehe de olabilmektedir. Ülkedeki ekonomik sorunların yaptırımlarla ilişkilendirilerek suçun yaptırımlara ve yaptırımları uygulayan ülkelere atılması sıkça rastlanan bir durumdur. Bu hali ile yaptırımların esas amaca hizmet etmediği gibi tersine etki oluşturduğuna dair çok fazla örneğe rastlamak mümkündür. Dolayısıyla ekonomi güvenliği literatüründe yaptırımların hedefi ve içeriğinin ne olduğundan bağımsız olarak kendisinin sorgulandığı görülmektedir.

Yaptırıma maruz kalan ülkedeki vatandaşların sergilemesi beklenen iki davranış kalıbı vardır. İlki yaptırımlar neticesinde kendi yöneticilerine baskı oluşturacak şekilde tepki vermek, ikincisi ise yaptırımı uygulayan ülkelere karşı olumsuz tavırlar sergilemek. Elimizdeki literatür ilki ile ilgili örnek sayısının oldukça az olduğunu yaptırıma maruz kalan ülkede yaşayanların genellikle yaptırımları uygulayanlara daha fazla tepki geliştirdiğini göstermektedir. Bunun da iki nedeni vardır. Birincisi yaptırım uygulanan ülkelerin çoğunluğunda etkin bir demokrasi ile ifade özgürlüğü yoktur ve ülke otokratik bir yönetim anlayışı ile yönetilmektedir. İkincisi milli duygular vatandaşların “kol kırılır yen içinde kalır” şeklinde hareket etmesine neden olmaktadır.

Bu konuda son olarak bilmemiz gereken; yaptırım uygulayan ülkelerin yaptırım uyguladıkları ülke ile olan ikili siyasi/ticari ilişkilerinde kendi aleyhlerine olan alanlardaki yaptırımlardan uzak duruyor olmalarıdır. Bu durum hedef ülkeye tam anlamı ile yaptırım uygulanmasının önüne geçer ve dahası hedef ülke bu durumu karşı tarafın zayıflığı olarak değerlendirir.

Şimdi; yukarıda belirttiğim yaptırımlara ilişkin genel çerçeve ışığında Rusya-Ukrayna savaşı kapsamında yeniden gündeme gelen yaptırımlar meselesine yeniden bakalım.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan dönemde Batı ittifakının hızlı bir şekilde Rusya’ya yönelik yaptırımları ilan ettiğini gördük. Bu yaptırımların bir kısmı doğrudan Rusya ekonomisini bir kısmı da oligark olarak nitelenen iş adamlarını ve Rus bürokratları hedef alıyordu. Hatta bazı Rus bankalarının uluslararası para transfer sistemi olan SWIFT’ten çıkarıldığı da ilan edildi. Elbette tüm bunların Rus halkı ve ekonomisi üzerinde olumsuz etkileri oldu ve olmaya da devam edecek.

Öte yandan her ne kadar ABD kendisi yaptırım uygulayıp AB ülkelerini baskı altına alsa da AB tarafında Rusya’ya yönelik petrol ve doğalgaz yaptırımları bir türlü uygulanamadı. Hatta Rusya’dan alınan enerjinin ücretinin ödendiği bankalar da SWIFT sisteminden çıkarılmadı. Enerji ihracatının Rusya’nın hassas karnı olduğu aşikâr. Peki o zaman neden Rusya’ya bu konuda ABD dışında bir yaptırım gelmiyor?

Bu sorunun cevabı Kıta Avrupa’sındaki ülkelerin doğalgaz konusunda Rusya’ya olan bağımlılığında gizli. 2021 yılında Avrupa’nın Rusya’dan ithal ettiği doğalgaz miktarı 155 milyar metreküp. Bu rakamla beraber Avrupa’nın Rusya’dan ithal ettiği doğalgazın toplam ithalatındaki oranı yüzde 45 olarak gerçekleşmiş oluyor.

Fakat bu noktada dikkat etmemiz gereken önemli bir konu var. Avrupa’nın doğalgazda Rusya’ya olan bağımlılığı homojen değil.

Ülkelerin Rus Doğalgazına bağımlılığı.
Ülkelerin Rus Doğalgazına bağımlılığı.
  • Mesela Finlandiya, Estonya, K. Makedonya ve Bulgaristan’ın Rusya’ya bağımlılığı yüzde 100 iken Almanya’nın yüzde 54, İtalya’nın yüzde 33 ve Fransa’nın yüzde 8 bağımlılığı var. Bu yüzden AB ülkeleri bir araya gelip ortak bir karar alamıyor.
Rusya’nın payı.
Rusya’nın payı.

Elbette bu işin arz güvenliği boyutu ve son dönemde enerji fiyatlarındaki artışın geldiği seviye işin ‘fiyat güvenliği’ boyutunun da ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Mesela doğalgazda Rusya’ya bağımlılığı sadece yüzde 3 olan ve AB Liderler Zirvesi’nde bir açıklama yapan Belçika’nın Başbakanı De Croo; hâlihazırdaki doğalgaz fiyatlarının gerçeklikten uzak durumda olduğunu, Rusya’ya yönelik bir petrol veya doğalgaz ambargosunun henüz gerekli olmadığını söyledi. Bu bilgi ışığında doğalgazda Rusya’ya olan bağımlılığı yüzde 54 olan Almanya’nın ne diyeceğinin tahminini size bırakıyorum.

Son olarak belirtelim; AB ülkelerinin Rusya ile olan enerji ilişkisi sadece doğalgaz ithalatı ile sınırlı değil. Mesela Rusya konusunda en çok sıkışan ve kendisini gizlemeye çalışan ülke Fransa. Zira Fransız TotalEnergies, Rusya’nın Gazprom’dan sonra ikinci büyük gaz ihracatçısı olan Novatek adlı şirketin yüzde 19,4 hissedarı. Buna ilave olarak TotalEnergies’in, Rusya’daki Yamal ve Gydan yarımadalarında gelecekte hayata geçirilecek tüm NOVATEK LNG projelerinde de yüzde 10-15 arasında pay sahibi olma hakkı olduğunu biliyoruz.

Özetle her ne kadar ABD’nin yoğun baskısı olsa da AB’nin enerji konusunda Rusya’ya yönelik kapsamlı bir yaptırım uygulamasının en azından kısa vadede mümkün olmadığı görülüyor. Hal böyle olunca da Rusya’ya yönelik yaptırımların sayısı çok olsa da etkisinin görece olarak hafif kaldığını görüyoruz. Dahası ve en önemlisi bazı Rus bankalarının SWIFT’ten çıkarılması ve Rusya’dan çıkan bazı şirketlerin emtia fiyatlarında oluşturduğu fiyat artışları da dünyanın geri kalanı için problem haline dönüşmüş durumda. Özellikle teknoloji yoğun sektörlerde kullanılan kritik madenlerdeki fiyat artışları bazı sektörlerin üretime ara vermesine bile neden oldu. Emtia fiyatlarındaki hızlı artışlar, halihazırda yüksek olan küresel enflasyonu daha da artıracak şekilde ilerliyor. Yani Rusya’ya yönelik yaptırımların dünya ekonomisine verdiği zarar Rus ekonomisine verdiği zarardan daha fazla oluyor ve tıpkı evvelki örneklerde de olduğu gibi yaptırımlar Rusya’nın davranışlarını değiştirmeye yetmiyor. Yani yaptırımlarla hedeflenen ile gerçek durum arasında uçurum oluşmuş durumda.