İbrahim Anlaşması ve ABD’nin ODKA’da azalan etkisi

Pierre Chıartano-İtalyan gazeteci.
Pierre Chıartano-İtalyan gazeteci.

İbrahim Anlaşması olarak bilinen BAE-İsrail Barış Anlaşması Ortadoğu ve Körfez bölgesindeki güç dengelerini değiştirerek İsrail’in bölgedeki rolünü güçlendirdi mi? Ya da Irak’ın geleceği üzerinde herhangi bir etki yapabilecek mi?

Son zamanlarda tırmanan İsrail- Filistin çatışması, anlaşma çerçevesinin zayıfladığına işaret ederken, İsrail’de Likud Partisi ve Binyamin Netanyahu’nun siyaseten güç kaybetmesi, karşı tarafta Hamas’ın da zayıflamasına neden olabilir. Belki de anlaşma çerçevesinin İsrail- Filistin sahnesinde daha ılımlı oyunculara ihtiyacı vardır. Ancak burada öncelikli olarak İsrail-BAE normalleşme anlaşması olarak da bilinen anlaşmanın her zamanki gibi ABD’nin temel çıkarlarını önceleyen köhne bir zihniyetle doğup doğmadığı sorusunun cevaplanması gerekir.

Zira ABD’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika (ODKA) bölgesindeki çıkarları, herhangi bir yerel veya uluslararası oyuncunun diğerlerinin üzerindeki yükselişini durdurmasını gerektiriyor. ODKA’da zayıf bir istikrardan yana olan Washington, bölgedeki statükoyu değiştirebilecek herhangi bir askeri hareketliliği engellemek için İsrail’in elini güçlendiriyor. Orta Doğu’ya yönelik her türlü siyasetin özünde karmaşa olduğu için, kimi zaman Washington’a göre mantıklı olan bir şeyin sahada herhangi bir karşılığı olmuyor.

13 Ağustos 2020’de İsrail, BAE ve ABD arasında ortak bir bildiri olarak imzalanan İbrahim Anlaşması terimi daha sonra Bahreyn, Sudan ve Fas ile yapılan diğer anlaşmalara da atıfta bulunmak için de kullanılmaya başlandı. Öte yandan Washington, Ankara’nın Libya’daki hamlelerini pragmatik bir yaklaşımla izliyor. Her ne kadar Türkiye’nin bir tür istikrar veya barış getirdiği yerlerde sorun olmasa ve Osmanlı imparatorluğu geçmişte Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da uzun süren iyi bir yönetim tecrübesine sahip olsa da, Türkiye bölgedeki dış politikasını çok fazla geliştirecek ve genişletecek olursa, ABD doğrudan kendisi müdahale etmeye veya bu konuda İngiltere’yi yetkilendirmeye hazır. İşte bu tıpkı Fransa’nın Sahel ve Kuzey Afrika’daki tutumu ve Akdeniz havzasını kendi avlusu gibi gören İngiltere’nin Akdeniz’de 19’uncu yüzyıldan itibaren devam ettirdiği tutumu gibi, Batılı ülkelerin eski usul neokolonyal (yeni sömürgeci) yaklaşımını gösteriyor.

Ana akım medya ve yereldeki elitlerin yozlaşması üzerinden insanların duygu, düşünce, irade ve eylemlerini şekillendiren neokolonyal zihniyet ODKA halkının yabancı güçlerin etkisinden ve kirli oyunlarından bıktığını görmezden geliyor. Bu arada, Batı ülkelerinde demokrasiyi mahveden büyük koronavirüs oyununun efendilerinin Ortadoğu ve Afrika satranç tahtasında piyonları oynatan lordlarla aynı güçler, yani karmaşanın ustaları olduğunu unutmamalıyız. Pek çoğu bu durumun daha fazla devam edemeyecek olduğunu anlamış olsa dahi, kimse yönetilemeyecek bir değişimin fitilini ateşlemek istemiyor. ABD’nin dış politikasının gücüne güç katan ekonomik, askeri ve yumuşak gücü artık yok. Bir ülkenin dış politikası güçlü ise, onun kalitesine, herhangi bir ülkeye yönelik mükemmel formüller inşa etme ya da yerel çıkarlara uygun hareket etme konularına çok aldırış etmez. Sonuçta bu ülke, deyim yerindeyse, yuvarlak bir deliğe kare bir cıvata yerleştirebilecek kadar güçlüdür.

Kısacası, artık eski gücünü kaybeden ABD dış politikasının Richelieu’nun zekasına, Abbâsî halifesinin yönetme becerisine ve Büyük İskender’in öngörüsüne ihtiyacı var. Ancak şimdiye kadar Washington’da bu yönde atılmış herhangi bir adım yok. Bu nedenle, yeni Başkan Joe Biden’ın, diğer pek çok mesele arasında, Irak’ı bölme planını devam ettirip ettirmeyeceğini ve halkı eski rejime isyan edene kadar (ki bu son derece çılgın bir plan) İran’ın ekonomik kalkınmasını engellemek isteyip istemediğini merak ediyoruz.

İbrahim Anlaşması’na karşıt olanlar, diğer ülkelerin normalleşmesinin yalnızca küçük başarılar getirdiğini savunurken, ABD’nin Sudan’ı teröre destek veren ülkeler listesinden çıkarmış olması ve Fas’ın 1970’den beri iddia ettiği Batı Sahra üzerindeki egemenliğini tanımış olması gibi gelişmelerin hiçbiri, geçtiğimiz haftalarda yaşanan olayların gösterdiği gibi, başta Filistin olmak üzere Orta Doğu’nun sıcak noktalarındaki durumu değiştiremedi. Belki de Washington’un kanun yapıcıları artık küçük adımlar atmaktan memnundur. Sözün özü ABD’nin artık güçlü bir dış politikası yok.