Kadın her koşulda kabullenilmeli

Silk and Cashmere kurucusu ve CEO’su Ayşen Zamanpur.
Silk and Cashmere kurucusu ve CEO’su Ayşen Zamanpur.

Silk and Cashmere markasının kurucusu ve uzun yıllar CEO’su olan Ayşen Zamanpur, iç Moğolistan’dan dünyaya yayılan bir “tutku” markasının yolculuğunu anlattığı Kaşmir Yolu’ndan sonra, ikinci kitabı diren keçi ile okuyucuları ile yeniden buluştu. İpek ve kaşmir denildiğinde akla ilk gelen marka olan Silk and Cashmere’in, Türkiye’nin ve dünyanın zorlu yıllarında, darbe girişimi, pandemi ve ikinci kuşağa devir sürecinde karşılaştıkları zorluklarla mücadelesini anlatan Zamanpur, iflah olmaz iyimserler olarak tanımladığı girişimcilerin karşılaştığı her zorluk için muhakkak çözümün bulunacağını belirtiyor.

İş yaşamında kadın olmanın zorlukları hep tartışılır. Tersi durumda, iş yaşamında sizin bakış açınızla, kadın olmanın avantajları nelerdir?

Her zaman dediğimi diyerek başlayayım, kadın olmak benim için dünyanın en değerli hediyesi. Bin kez dünyaya gelsem, yine kadın olmak isterdim. Ama özellikle coğrafyamızda kadının siyaset, sosyal ve iş yaşamının dışında kalması; sadece ev kadını, bedelsiz ev ve tarım işçisi, anne ve eş kimlikleri ile kabul görmesi, hiçbir alanda fırsat eşitliği elde edememesi ve özellikle de utancımız olan şiddet konusundaki inanılmaz zorluklar yaşaması içimi acıtıyor, üzüyor.

KAGİDER ve KADER dernekleri kurucu üyesiyim. Hayatımın anlamlı bir zaman ve enerjisini kadın girişimcilere destek vermek ve mentörluk için zevkle kullanıyorum. Kadın olmak sadece başkalarının beyninde bir sorundur. Eğer bir kadın kendisi bunu sorun etmezse ve bu alanda savaşmaya risk almaya karar verirse, çoğunlukla engelleri aşabileceğini görüyorum. Ama gönül isterdi ki böyle bir savaş gerekmesin. Benim için tüm zorlukların yanında, özellikle anne olmayı da içine kapsayan harika bir duygudur kadınlık. İnsanız biz, bu yeterli olması gereken bir noktadır.

Kitabınızda ‘sözcükler güçlüdür’ diyerek iş adamı yerine iş kadını deyişinin yaygınlaşması için verdiğiniz mücadeleyi anlatıyorsunuz. İş yaşamında bunun gibi değiştirmek istediğiniz durumlar var mı?

Gerçekten de çok uzun yıllar iş adamı yerine iş insanı denme konusunda çok ciddi bir savaş verdiğimi söylersem bunu kimse inkâr etmeyecektir. Kız çocuklarının, genç kızların bir köşede otururken; iş adamlarına fikir soruldu. İş adamları geldiler, iş adamları gittiler, iş adamları derneği, iş adamları kongresi, iş adamları konferansı sözcüklerini duymaları onları bu dünyadan uzaklaştırır, yabancılaştırır ve kendilerine ait bir dünya olmadığı duygusunu yerleştirir. Bu nedenle bu savaşı kız çocukları için verdim, sonunda da başardık. Bugün magazin programında bile eğer iki iş insanını restoranda yakaladık diyorsa sunucu, bunda inanın çok büyük emeğimiz var. Tabii ki tek başına yapmadım ama en çok savaşanların başında geldiğini söyleyebilirim.

Genelde erkek dünyasının, kadını hayatın her alanında koşulsuz şartsız kabullenmesi gerektiğini düşünüyorum. Şöyle ki kadın şefkatli, çok yönlü, anaç, çiçek böcek olduğu için değil bizati insan olduğu için eşit olmalıdır. Kadını anlamsız çok yüce değerlerle kutsayarak öne çıkartmak, bence ona bir haksızlıktır. Hatasıyla, sevabıyla, eksiğiyle fazlasıyla kadın insandır.

Salt bu nedenle de fırsat eşitliğini hak eder. Bu anlayış kabul gördüğünde sorunlar kendiliğinden çözülecektir.

Sizin kuşak girişimcilerin tutku ve romantizm, yeni nesillerin ise rasyonel bir bakış açısına sahip olduğunu belirtiyorsunuz. Bu her zaman çatışma anlamına gelmese de, koltuğunuzu devrederken bununla ilgili unutamadığınız bir anınız var mı?

Türkiye perakendesinin en büyük etkinliği olan Black Friday gününü Türkiye’ye ilk getiren marka biziz biliyorsunuz. Hatta Ferhat Zamanpur bunu ilk bize sunduğunda en çok karşı çıkan ben olmuştum. Oysa hayatımızın en doğru kararlarından biri olmakla kalmadı, neredeyse perakende sektörünün de kaderini değiştirdi. Ben ikna olduktan sonra 2012’de yapmaya başladık ve marka derneğimize bağlı 148 markadan hiçbiri kabul etmedi, hatta karşı çıktı. Üç sene tamamen tek başımıza Black Friday yaptık. Bu mesela en önemli örneklerinden bir tanesidir.

Markalar için riskli bir güç dediğiniz sosyal medyayı en aktif kullanan girişimcilerden birisiniz. Sosyal medyada daha çok öğretici ve yeni girişimcileri destekleyici paylaşımlar yapıyorsunuz. Genç yaşınızda, Silk and Cashmere’ı ilk kurduğunuz dönemde sosyal medya olsaydı, işiniz kolaylaşır mıydı?

Her dönemin kendine ait dinamikleri, kendine ait kuralları, fırsat ve tehlikeleri olabiliyor. Ben her dönemde girişimci ruhların muhakkak kendilerini farklı ve özgün kılacak araçları kullanmaktan çekinmeyen cesur insanlar olduğuna inanırım. O dönemde sosyal medya olsaydı, muhtemelen yine kullanıyor olurdum. Ama marka tarihimizde katkısı ne kadar farklılık yaratırdı, bilmiyorum. O dönemde Anneler Günü’nde ‘Bütün anneler önce kadındır’ diyerek kadın hareketinin annelik kutsallığından çıkartılmasına olan etkimiz de bir üniversitede medya kullanımında örnek gösterilmiştir örneğin.

Yeni neslin artık sadece eğitim ile ekmeğini kazanacağı dönemlerin geride kaldığını söylüyorsunuz. Gençlere eğitimlerinin dışında, iş yaşamlarında ne tavsiye edersiniz?

Dünyayı çok yakından izlemelerini, kendi iş alanlarının ülkemizde, sektörde ve dünyadaki yerini anlamalarını, teknolojiyi çok yakından takip etmelerini, toplum önünde konuşma konusunda kendilerini geliştirmelerini, muhakkak lisan öğrenmelerini, öğrenmekle kalmayıp bu lisanı dünyayı yakından takip ederken kullanmayı, sosyal sorumluluk bilincini hiç kaybetmemelerini ve her zaman her koşulda dünyada problemlerin olduğunu ve olacağını bilmelerini, bunu kendilerinin zamanına denk gelmiş sanmamalarını, kendilerini şanssız nesil gibi görmemelerini tavsiye ederim.

Diren Keçi’de, ilk kitabınızda usta yazar Yaşar Kemal’in çok büyük desteğini aldığınızı belirtiyorsunuz. Türkiye’nin dünya çapında tanınan girişimcilerinden biri olarak, bu sıfatınıza artık yazar sıfatını da eklediğinizi söyleyebilir miyiz? Yeni bir kitap müjdesi var mı?

Yaşar Kemal bana arkadaşım diyen ve çok uzun yıllar eşiyle birlikte ailecek de çok sık görüştüğümüz; hayatımın yazarı dediğim çok değerli çok kıymetli can dostumdu. ‘Kaşmir Yolu’ adlı ilk kitabımı yazarken neredeyse satır satır okuyup beni yüreklendirdi, motive etti ve ondan çok şey öğrendim. Bu benim en büyük şanslarımdan biridir. Keşke bu kitabı da okusaydı. O kadar isterdim ki. Zaten galiba çok şanslı bir yazarım, kitabımı okuyan herkes bana aynı soruyu soruyor. “Üçüncü kitap ne zaman?” Muhtemelen motive etmek içindir.

Yine söyleyeceğim. İçimde bir şeyler biriktiği zaman, yazmadan duramadığım zaman, tıpkı ilk iki kitabımda olduğu gibi “İçimden sözcükler kendiliğinden ben istesem de istemesem de akmaya başladığında”, yine yazarım belki. Ama tabii ki iş insanı/yazar denmesi çok hoşuma gidiyor.

‘Diren Keçi’yi Storytel’de dinleyenlerden ve okurlardan en çok aldığım yorumlardan bir tanesi de, hayatı ıskalamadan, sosyal hayatta da doğal kalarak, yine de iş dünyasında çok yoğun çalışmam galiba… Ve tüm karşımıza çıkan, çıkartılan sorunlara keçi gibi direnmemiz.