Kapalıçarşı’dan dünyaya: Soy Türkiye

'Şu ana kadar binlerce yıllık bakırcılık kültürü olan ülkemizden hiç bir markanın çıkamamış olmasına üzülüyoruz.'
'Şu ana kadar binlerce yıllık bakırcılık kültürü olan ülkemizden hiç bir markanın çıkamamış olmasına üzülüyoruz.'

Kaliteli bakırın dünyanın en iyi işçiliğine sahip ülkesi Türkiye’den dünyaya açılan Soy Türkiye markası, kısa sürede usta şeflerin ilk tercihi haline geldi. Markanın kurucusu Emir Ali Enç siyasal bilgileri fakültesinden mezun olmasının ardından çok farklı hedefleri varken, yemek yapma tutkusu ile başladığı işinde dünya çapında tanınır hale geldi. Genç girişimci ile Kapalıçarşı’da başlayan hikayesini, markasını ve sektöründe markalaşmanın önemini konuştuk.

Soy markasının hikâyesi nasıl başladı?

Emir Ali Enç.
Emir Ali Enç.

Ben iyi yemek yemeyi ve yapmayı seviyorum. 2009 senesinde, Dışişleri Bakanlığı meslek memurluğu sınavlarına hazırlanıyordum, yaptığım tek şey ders çalışıp yemek yapmaktı.. Ailemizin evladiyelik bakırlarıyla yemek yapıyordum, bir gün uzun saplı bir sos tenceresine ihtiyacım oldu Türkiye’de bulamayınca internetten arama yaptım. İnternette arama yaptığımda profesyonel bakır piyasasının tamamı, geçmişte bakırcılık kültürü pek az olan Fransa ve İtalya’nın elindeydi. Sınavlara hazırlanmayı bırakıp, arabaya atlayıp Suriye’nin Halep şehrine gittim. Atölyelerinde iş bulup çırak olarak çalışmaya başladım. 8 ay sonra belki tencere değil ama tava dövebilecek kıvama gelmiştim. İşi yerinde öğrendikten sonra Batı Avrupa’ya gidip pazar araştırması ve fizibilite çalışması yapıp rakipleri niceledim. Döner dönmez Istanbul’da tasarımlarım için patent başvurularını yaptım ve şirketi 2011 senesinde kurdum. Kapalıçarşı civarında ufak bir atölye açtım. Sonra da en iyilerinden iki çekiç ustasıyla birlikte işbaşı yaptım. Hemen ardından Moda’daki ofis / showroom’umu açtım. İlk büyük başarım açılıştan 4 ay kadar sonra Michelin yıldızlı bir Şef olan Frédéric Médigue’den İsviçre’deki şatosu için yüklü bir sipariş almamla başladı.

Markanızın ürün çeşitliliği hakkında neler söylersiniz?

Soy markası olarak profesyonel anlamda birbirine yakın ama tam olarak ilişiği olmayan 4 farklı sektöre hizmet veriyoruz. 1’ncisi gastronomi sektörü, ikinci olarak onun bir yan sektörü sayılabilecek pastacılık ve tatlıcılık sektörü, 3’üncü nitelikli kahve sektörü ve son olarak da café-bar sektörü. Doğal olarak ürün gamımızda bu dört sektörede hitap eden farklı ve özelleştirilmiş 90’dan fazla ürün çeşidi yer almakta.

Markamızın kendine atfettiği bir başka önemli görev; dünyanın herhangi bir yerinde belli ve özel bir yöresel yemek yapmak için kullanılan belli bir bakır pişirme gereci var ise bu ister Portekiz mutfağında olsun ister İran ister Kamboçya olsun, Soy o gereci en iyi şekilde üretecektir.

Bütün bunlara ek olarak yarı makinede basılmış yarı el işçiliği olan ve fiyatları normal profesyonel serimize göre çok daha uygun olan yeni “Sâde” serimiz içi kalay veya çelik kaplama seçenekleri ile piyasada çok yakın zamanda yer buldu Bunların hepsinin üstünde bizi dünyaca meşhur eden ve hem Avrupa’nın hem Ortadoğu’nun saraylarında kullanılan 1000 ayar som gümüşten Soy ürünleri halen tüm dünyanın, hatta saf gümüş bütün evren içindeki metaller arasında en iletken maden olduğundan teknik olarak bütün evrenin uzak arayla en iyi mutfak gereçleridir.

Markalaşmamız gerekiyor

Bakırcılık piyasasının Fransa ve İtalya’nın elinde olduğunu belirtiyorsunuz? Bu ülkeler neyi doğru yaptı ya da Türkiye’nin bu ülkeler arasından sıyrılması için neler yapması gerekiyor?

Gastronomi sektörüne yönelik profesyonel bakırcılık, bizden önce Fransa ve İtalya’nın elindeydi. Biz sektörde hızlı bir şekilde duyulmuş ve yükselmiş olmakla gerçek anlamda gurur duyuyoruz, ama şu ana kadar da binlerce yıllık bakırcılık kültürü olan ülkemizden hiç bir markanın çıkamamış olmasına da bir o kadar üzülüyoruz.

Geçmişte onlar ne yapıp da meşhur olmuştu diye sorarsanız buna benim verecğim şahsi yanıt sadece “Fransız” ve “İtalyan” olmaktır. Yani tabir-i câiz ile sadece 60’lı yıllardan sonra dünyanın en büyük ekonomisi olan ve trendleri yöneten ABD ekonomisinin radarına girmiş olmak, o dönemlerden günümüze kadar ABD öncülüğünde (sonrasında da dünyanın geri kalanında) açılan binlerce Fransız ve İtalyan lokantasının ekipmanlarını büyük ölçüde sağlamış olan bu Fransız ve İtalyan şirketleri çok fazla piyasa payı yakalamışlardı. Oysa bizim görevimiz onlara göre çok daha zordu, çünkü zaten var olan ve sektörde çınarlaşmış olan rakip markalara karşı çok daha üstün kaliteye sahip ürünlerle parlayabilmemiz gerekiyordu.

Soruya genel bir yanıt verecek olursak Türkiyenin markalaşmaya ve kaliteleşmeye yatırım yapması kanımızca “aradan sıyrılmak için” en önemli yoldur. Dünyada insanlarda markalarınıza karşı bağımlılığı yaratabilirseniz Fransa ekonomisinin örneği ile açıkça görüleceği gibi ne yaparsanız yapın; herhangi bir yaptırım ve kısıtlama getiremezler size karşı. Çünkü yaptırım kararlarını imzalayacak olan senatörler ve bu görüşlerin promosyonunu yapacak olan gazeteciler sizin ürünlerinizi gündelik hayatlarında kullanmakta olup ve sizin fahri elçiliğinizi büyük bir şevkle yapıyor olacaklardır.

Türkiye’nin bu konudaki altyapısına gelince hem üretim kapasitesine hem de bunun Ar-gesini ve uluslarlararası pazarlamasını en iyi şekilde yapacak beyin kapasitesine sahibiz.

Kapalıçarşı'da olmaktan gurur duyuyoruz

Kapalıçarşı sizin için ne ifade ediyor?

Güzel bir soru, çünkü Kapalıçarşı ve Mercan başlangıç sermayemin son derece kısıtlı olması sebebiyle, bu işe küçük esnaf olarak başlamış olmamdan dolayı belki olabileceğim tek yerdi.

2019’un sonunda İstanbul Dudullu Organize Sanayi'ndeki yeni fabrikamıza taşınana kadar Kapalıçarşı bizim için “evimiz” idi. 9 yıldan fazla Kapalıçarşı içinde ve çevresinde üretim yapmış biri olarak benim için yeri özeldir. Öyle ki, dünyanın en eski ve büyük organize alışveriş merkezinden çıkmış bir marka olmaktan fazlasıyla gurur duyuyoruz. Benim için Kapalıçarşı sadece bir alışveriş yeri değil, aynı zamanda ülkemiz için çok önemli bir “El zanaatleri” konusunda hem üretimde hem de yeni iş gücü yetiştirmede adeta dev bir fabrikadır.

Bu konuda Kültür Bakanlığı Yayınları tarafından yayınlanmış ve kütüphanemin baş köşesinde duran Önder Küçükerman ve Kenan Mortan’ın “Kapalıçarşı” adlı eserini herkese tavsiye ederim. Bizden öncesinde de kapalıçarşıdan ülkemizin bazı büyük markaları çıkmıştır, biz de bu bayrağı taşıyan şimdilik son şirket olma hususumuzdan ötürü kendimizle iftihar ediyoruz.