Katılım kaldıracı

İbrahim Acar.
İbrahim Acar.

Küresel ekonominin aldığı darbe nedeniyle hala belini doğrultamadığı 2008 krizi; dünya finans çevrelerine çok önemli bir değeri gösterdi.

Katılım bankacılığının varlık nedeni olan temel esaslarının ne kadar önemli olduğu gerçeği mortgage kriziyle anlaşıldı. Küresel finans sistemindeki payı küçük de olsa İslami esaslara göre işleyen katılım bankacılığının ekonomik kalkınmada önemli bir kaldıraç olduğu görüldü. Londra, New York, Honkong gibi başlıca finans merkezlerinde oturup dünya piyasalarına yön veren profesyoneller; son yıllarda bu konuya iyice eğilmiş durumdalar. Dünya Bankası, IMF, OECD ile kredi derecelendirme kuruluşlarının faizsiz finans araçlarına ihtiyaç olduğunu yüksek sesle dile getirdiği bir dönemden geçiyoruz. Uzun yıllar koşulsuz maddi ilerleme hırsıyla koşan küresel finansal sistemin aktörleri, daha etik değerleri kapsayan bir alternatif aradıkları an katılım bankacılığı ve gelecek vaat eden potansiyeli ile karşılaştılar. Risk paylaşımını esas alması ve spekülasyonlara kapalı olması bu finans sistemini bir adım öne çıkardı.

Ancak 50 yıllık geçmişine rağmen bu kadar önem atfedilen katılım bankacılığının küresel finans sisteminden aldığı pay konvansiyonel bankacılıkla kıyas kabul etmeyecek derecede düşük; yani yüzde 5 civarında. Küresel pazar büyüklüğü 2 trilyon dolara ulaşan katılımın nabzı, aslında Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 9 ülkede atıyor. ‘Büyüme motoru’ niteliğinde olan 40 öncü banka; Bahreyn, Katar, Endonezya, Suudi Arabistan, Malezya, Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye, Kuveyt ve Pakistan’da faaliyet gösteriyor. Sektör şimdilik ancak 100 milyon müşteriye ulaşabiliyor. Oysa bahsedilen potansiyel bunun 6 katı. 1 milyar doları veya üzerinde öz sermayesi olan 22 uluslararası katılım bankası, sektörün gelecekteki bölgeselleşmesine öncülük edebilecek iyi bir konumda bulunuyor.

Katılımın avantajları kadar kendi temel esaslarından kaynaklanan dezavantajları da var. Ancak özünden ve temel esaslardan sapmadan iş yapabileceği çok alan var. Gelecek 10 yılda 100 milyon müşteriye daha erişim sağlamak için dijital öncelikli bir strateji büyük önem taşıyor. Katılım bankacılığının önünde telekomünikasyon, ulaştırma ve perakende sektörleri ile ekonomiyi en çok etkileyen KOBİ’ler gibi istihdam imkânı yaratan alanlar var. Dünya ekonomisini ve küresel ticaret akışlarını yeniden şekillenirken; yoğun bir Müslüman nüfusa sahip ülkelerin hızlı gelişimi, katılım bankaları için yeni pazar anlamına geliyor. Gelişmekte olan ülkeler, küresel büyümede önemli bir rol oynamaya devam edecek. Katılım bankalarının hedef ve yaklaşımlarını buna göre ortaya koymaları önemli.

Türkiye özeline bakacak olursak sektör daha yeni yeni normalleşiyor. Bu bankacılık türüne özgü 77 üründen sadece 5-6 tanesi Türkiye’de kullanılıyor. Oysa ilk katılım bankası Türkiye’de 1985’te hizmete başladı. Siyasi mülahazalarla faaliyet alanları sınırlı tutulan katılım bankaları daha yeni yeni açılmaya başladı. Türkiye bugüne kadar özel sektör aracılığıyla 5 milyar dolarlık, Hazine Müsteşarlığı aracılığıyla 20 milyar dolarlık kira sertifikası (sukuk) piyasaya sunabildi. Bu rakamlar; henüz emekleme aşamasında olduğumuzu gösteriyor.

Kamu eliyle Türkiye’de iki katılım bankasının kurulması; hem ‘laiklik elden gider’ gibi temeli olmayan malum olumsuz psikolojik duvarın aşılması hem de rekabet açısından kayda değer bir gelişme oldu. Albaraka, Kuveyt Türk, Türkiye Finans, Bank Asya gibi uzun yıllar hizmet veren bankaların yanında Ziraat Katılım ve Vakıf Katılım’ın da kurulması Türkiye’de katılım hareketliliğini arttıracaktır. Halk Bankası’nın da sektöre girmesiyle sayıları yediye yükselecek katılım bankalarının Türkiye’deki potansiyeli iyice güçlenecek. Bu alanda yatırım yapacak Körfez ülkeleri başta olmak üzere birçok yabancı yatırımcıya güven verecektir. Kamunun sektördeki rolü ve etkinliği bundan sonrası için motive edici olacağı için küresel piyasalarda yeni hızlanan katılım bankacılığı trenini kaçırmamış olacağız.

Katılım finans pazarının büyümesi için Türkiye’nin eğitim ve nüfus konusunda avantajı var. Büyüme sürecindeki sektörün bölgeselleşmesini sağlayacak fırsatlar da Türkiye’de mevcut. İstanbul’un uluslararası bir finans merkezi yapma çalışmalarının önemli bir ayağını da bu bankacılık türü oluşturacaktır. Topladıkları fonların tamamına yakınını reel sektöre kullandıran katılım bankalarının güçlenmesi Türkiye ekonomisinin güçlenmesinde önemli bir kaldıraç olma mecburiyeti var.