Konferansta öne çıkan mesaj: Sömürgecilik günümüzde yeni yöntemlerle devam ediyor

Prof. Dr. Murat Yülek.
Prof. Dr. Murat Yülek.

Ostim Teknik Üniversitesi tarafından düzenlenen “Sömürge Suçları Konferansı” (Colonial Crime Conference), sömürgeciliğin tarihsel arka planı ve günümüzdeki tezahürleri üzerine önemli tartışmalara sahne oldu. Konferansın temel mesajlarından biri şuydu: Sömürgecilik sadece geçmişe ait bir olgu değil; günümüzde de farklı biçim ve yöntemlerle varlığını sürdürüyor. Hatta bazı yönleriyle 19. yüzyıldaki klasik sömürgecilikten daha karmaşık ve etkili hale geldi.

Tarihsel sürece baktığımızda, sömürgecilik özellikle Batılı güçlerin geliştirdiği bir yayılma ve hâkimiyet kurma stratejisidir. 15. yüzyıldan itibaren, bugünkü Portekiz ve İspanya topraklarında yer alan iki küçük devletle başlayan bu süreç, daha sonra bugünkü Hollanda sınırları içinde kalan bölgelerin ve İngiltere Krallığı’nın katılımıyla genişlemiştir.

İngiltere’nin tüm Britanya Adası üzerindeki kontrolü ele geçirerek Birleşik Krallık adını almasıyla birlikte, dünya üzerindeki etkisi daha da büyümüştür. Bu devletler, zamanla dünyanın neredeyse tamamını etkileri altına almıştır.

Stuart Laycock, All the Countries We've Ever Invaded: And the Few We Never Got Round To (İstilâ Ettiğimiz Tüm Ülkeler: Uğramadığımız Az Sayıda Ülke) adlı kitabında İngiltere’nin küresel ölçekteki müdahalelerinin çarpıcı bir özetini sunar: “Birleşmiş Milletler’e üye 193 ülkeden 171'ine İngiltere ya doğrudan saldırmış ya da bu ülkelerle çatışmalara girmiştir. Bu oran yüzde 90'a oldukça yakındır. Pek çok İngiliz, İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyetlerle birlikte İran’ı işgal ettiğimizi bile bilmez. Oysa İranlılar bu gerçeği gayet iyi hatırlar. Ya da Etiyopya’ya fillerle gerçekleştirdiğimiz işgali düşünün. Bugün İngiliz turistler, Korfu ve İyon Adaları’nı ‘barışçıl’ şekilde ziyaret ederken, bir zamanlar bu bölgeleri toplarla işgal ettiğimizi ve burada ‘İyon Adaları Birleşik Devleti’ kurduğumuzu hatırlayan pek yoktur. Filipinler’in İngiltere’nin etki alanı dışında kaldığını mı sanıyorsunuz? Bir kez daha düşünün: 18. yüzyılda Manila’yı işgal edip şehir için milyonlarca dolarlık fidye talep ettiğimizi unutmayın.”

İngiltere'nin 19. yüzyılda Hindistan’ı ele geçirmesiyle başlayan ekonomik, toplumsal ve askeri yıkımın en çarpıcı anlatımı ise bugün Hindistan Parlamentosu'nda görev yapan ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreter Yardımcılığı da yapmış olan Shashi Tharoor’un The Inglorious Empire (Şerefsiz İmparatorluk) adlı eserinde yer alır. Murat Yülek’in How Nations Succeed: Manufacturing, Trade, Industrial Policy, and Economic Development (Ülkeler Nasıl Yükselir? Sanayi, Ticaret, Sanayi Politikaları ve Ekonomik Kalkınma) kitabı da Hindistan’dan Latin Amerika’ya uzanan sömürgeci yağmalamaların ekonomik etkilerine ışık tutar.

Günümüze gelindiğinde, sanılanın aksine sömürgecilik 20. yüzyılın ortalarında sona ermiş değildir. Sadece biçim değiştirmiştir. Bugün de hâlen “sömürgeci devlet yapısı” ve bu anlayışı sürdüren ülkeler mevcuttur. Bunların başında ABD, Rusya, Fransa, Çin ve İsrail gelir. Birleşik Krallık ise eski gücünü büyük ölçüde yitirdiği için bu listeye dâhil edilmemektedir.

Rusya, Slav topluluklarının 7. yüzyıldan itibaren bölgeye yerleşmesi ve 12. yüzyılda Moskova’nın kurulmasıyla tarih sahnesine çıkmış, 15. yüzyıldan itibaren ise sessiz fakat kararlı bir doğuya yayılma sürecine girmiştir. Bu genişleme politikası, Rusya’yı bugün hâlâ ayakta kalan “klasik” sömürgeci devletlerden biri haline getirmiştir. Yaklaşık 17 milyon kilometrekarelik yüzölçümüyle dünyanın en geniş kara parçasına sahip ülkesi olan Rusya’nın büyüklüğü, bu tarihsel yayılmacılığın doğrudan bir sonucudur.

ABD ise sömürgeci İngiliz, Fransız ve İspanyol güçlerin yerli halklardan gasp ettiği topraklar üzerinde kurulmuştur.

  • Günümüzde dünyanın en büyük ekonomik ve askeri gücü olarak kabul edilen ABD, yalnızca doğrudan kontrol ettiği topraklarla değil, aynı zamanda dünya çapında sahip olduğu "vekil" devletler aracılığıyla da etkisini sürdürmektedir.

Yakın geçmişte Trump gibi liderlerin Kanada, Grönland ve Panama gibi bölgeleri ABD’ye katma arzusunu açıkça dile getirmesi, bu eğilimin günümüzde de canlı olduğunu göstermektedir.

Fransa ise eski sömürgelerinde doğrudan kontrolünü büyük ölçüde kaybetmiş olsa da bu bölgelerdeki etkisini sürdürmeye çalışmaktadır. Özellikle 20. yüzyılın ortalarında Cezayir'de gerçekleştirdiği, yaklaşık 1.5 milyon insanın hayatına mal olan katliam, Fransa’nın sömürgeci reflekslerinin bir göstergesidir. Bu olaylar nedeniyle bugüne dek hiçbir Fransız hükûmetinin ciddi bir özür dilememesi, geçmişle yüzleşilmediğini ortaya koymaktadır.

Çin, daha çok “yeni nesil” sömürgecilik ya da “neomerkantilist” yaklaşımlarla öne çıkmaktadır. Özellikle Afrika’daki doğal kaynak zengini ülkelerle geliştirdiği ilişkiler ve Doğu Türkistan’daki uygulamaları, Çin’in bu kaynakları ucuza elde edip kendi ülkesinde sanayi üretimine dönüştürme ve küresel pazarlarda rekabet avantajı elde etme stratejisiyle yürütülmektedir. Bu yaklaşım, 18. yüzyıl sonrası İngiliz sömürgeciliğini anımsatmaktadır.

İsrail ise başta ABD olmak üzere çeşitli “vekil” güçlerle kurduğu stratejik ortaklıklar sayesinde Ortadoğu'da askeri ve siyasi hâkimiyetini genişletmektedir. Siyasi etkisini kullanarak işgal ettiği bölgelerde topraklarını genişletmekte; su, doğal gaz ve kıyı şeritleri gibi kaynakları ekonomik çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır.

Bu ülkelerin sahip olduğu orantısız güçler ve bu gücün sömürgecilik amacıyla kullanımı, günümüzde sömürgeciliğin yalnızca şekil değiştirdiğini, fakat özünde devam ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu gerçeklik, küresel eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin temel nedenlerinden biri olmaya devam etmektedir.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.