Krizden durgunluğa durgunluktan krize...

Doç. Dr. M. Levent Yılmaz.
Doç. Dr. M. Levent Yılmaz.

Kapitalizm her kriz döneminde ve sonrasında “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sloganları arasında bildiğini okuyarak yoluna devam ediyor. Bugüne kadarki tecrübelerimizin bize gösterdiğine göre her resesyon aynı değildir ve her resesyona verilen tepkiler de duruma göre farklılık göstermektedir. Bu bakımdan bir ekonomi resesyonda iken uygulanacak para ve maliye politikaları her zaman aynı sonucu aynı düzeyde vermeyebilir. Şu an yaşanan durum da bu konuda verilebilecek en güzel örneklerden biri…

Küresel ekonomi uzun bir zaman diliminden bu yana oldukça güçlü sınamalarla karşı karşıya kalıyor. Özellikle 2008 Küresel Finansal Krizi’nin ardından yaşanan gelişmeler ve başta gelişmiş ülkeler olmak üzere tüm ekonomilerin krizden çıkış için uyguladığı ekonomi politikalarının kalıcı bir iyileşme sağlamanın ötesinde riskleri artırması endişeleri daha da artırıyor. Neyse ki iktisadi literatürümüz neredeyse bir “krizler tarihi” külliyatından oluşuyor ve riskleri minimize edemesek bile en azından sonuçları hakkında detaylı fikir sahibi olabiliyoruz.

Her ne kadar 2008 Küresel Finansal Krizi, yerleşik iktisadi anlayışın güçlü bir şekilde sorgulanmasına neden olsa da bu anlayışı besleyen mekanizmaların halen etkin olması konunun sadece tartışma boyutunda kalmasına neden oluyor. Kapitalizm her kriz döneminde ve sonrasında “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sloganları arasında bildiğini okuyarak yoluna devam ediyor. Hatta itiraf etmeliyiz ki her krizden daha da güçlenerek çıkıyor. Örneğin 2008 Küresel Finansal Krizi’nden önce ABD Merkez Bankası Fed’in bilançosu 900 milyar dolar seviyesindeyken krizin etkileri ile mücadele edebilmek için söz konusu bilanço 4,75 trilyon dolara kadar genişletildi. Varlık alım programı sonlandırıldıktan sonra yapılan daraltma ile bilançonun gördüğü en düşük seviye 3,75 trilyon dolar oldu. Yani asla kriz öncesinde dönüş sağlanmadı. Hatta Fed artık eskisine oranla çok daha büyük bir bilançoyu yönetmek zorunda kaldı. Özetle kapitalizmin krizini tedavi etmek için uygulanan reçete daha fazla kapitalizmle sonlandı.

Şu sıralarda yukarıdaki durumun aynısını pandemi sebebi ile yeniden yaşıyoruz. Pandemi öncesinde 3,75 trilyon dolar seviyesinde olan Fed bilançosu hızla 8,9 trilyon dolara yükseldi. Fed bu kez 2008 sonrası olduğu kadar geç kalmadan varlık alımlarını durdurdu, faizleri artırıyor ve bilanço daraltmaya başladı. Elbette bunda 1981 Kasım’ından bu yana ölçülen en yüksek enflasyon oranı olan yüzde 9,1’in de etkisi var.

Tabi Fed’in bu kadar hızlı sıkılaşması Dolar Endeksi’ni hızla yükseltince Euro/Dolar paritesi de belirgin bir şekilde geriledi. Bununla birlikte Euro Bölgesi'ndeki yüksek enflasyon da yönetilmesi oldukça zor olan seviyelere çıktı. Hâl böyle olunca Avrupa Merkez Bankası (ECB) da beklentilerden daha yüksek bir şekilde 50 baz puanlık faiz artışı yapmak zorunda kaldı.

  • Hem Fed’in hem de ECB’nin bu kadar hızlı ve sert para politikasının beklenen en güçlü yan etkisi hemen ilk semptomlarını gösterdi. Yani resesyon geldi kapıya dayandı.

Literatürdeki genel kabul görmüş tanıma göre bir ülke ekonomisinin üst üste iki çeyrek daralmasına resesyon adını veriyoruz.

Ancak görünen o ki bu konuda Beyaz Saray ekonomistlerinin bir itirazı var. ABD ekonomisi teknik olarak resesyona girse bile ekonominin gerçekte resesyona girmiş olmayacağını iddia ediyorlar. Nereden çıktı bu diyebilirsiniz. Hemen belirtelim. Beyaz Saray’ın internet sitesinde 21 Temmuz 2022 tarihinde yayınlanan “Ekonomistler bir ekonominin resesyonda olup olmadığına nasıl karar verir?” başlıklı bir blog yazısı var.

Devamı Z Raporu 39. Sayısında.