Orta gelir tuzağını aşmak

Orta gelir tuzağını aşmak
Orta gelir tuzağını aşmak

Orta gelir tuzağı, düşük kişi başına gelir düzeyini aşarak orta gelir düzeyine yükselen ancak bu düzeyde uzun süre takılan ve yüksek gelir düzeyine geçmekte zorlanan ülkeleri ifade eden bir kavram olarak 2007'den bu yana ekonomi literatüründe yer alıyor. Uzmanlar ise orta gelir tuzağının aşılabilmesi için eğitim, teknoloji ve Ar-Ge'de atılım gerekliliğini kabul etse de ekonomik performans için sadece bu sınıflandırmanın göz önüne alınmasının çok doğru olmayabileceğini savunuyor.

Gelişmekte olan bir ülke için ekonomik büyüme, teknoloji seviyesinin korunması, yatırımlarla üretim kapasitesinin artırılması ve istihdamın az verimli sektörlerden yüksek verimli sektörlere kaydırılmasına dayanırken; kalkınmanın erken döneminde yüksek büyüme oranlarına ulaşılabiliyor. Orta gelir tuzağı ise başlangıçta ne kadar hızlı büyürlerse büyüsünler, tüm gelişmekte olan ekonomilerin sonunda yavaşlayacağını söylüyor. Orta gelir tuzağı yaklaşımına göre gelişmekte olan ülkelerde üretim kapasitesi artarken, sermayenin marjinal getirisinin azalması sonucu, kişi başına düşen gelirdeki artış hızı yavaşlıyor ve sonrasında durağanlaşıyor. Orta gelire ulaşan ülkeler, yüksek katma değerli pazarlarda rekabet edemedikleri için de bu çemberi kolay kolay kıramıyor. Düşük gelirli ülkeler, düşük katma değerli ürünlerde uzmanlaşarak daha yüksek ekonomik büyüme elde edebilse de orta gelirden yüksek gelirli ülke statüsüne geçebilmek için çok daha farklı dinamiklere ihtiyaç duyuluyor. Dolayısıyla orta gelir tuzağı, ekonomik kalkınmanın farklı aşamalarından geçen ülkelerin neden takılıp kaldığını ve ilerleyemediğini açıklayan bir yaklaşım olarak öne çıkıyor.

Çemberi kıran az sayıda ülke var

Dünya Bankası’nın Atlas Metodu adı verilen resmi sınıflandırmasına göre bir ülke ancak kişi başına düşen GSYİH’nin 13.200 doları aşması durumunda yüksek gelirli hale geliyor. Pek çok ülke düşük gelir grubundan kurtulabilirken, pek çoğu orta gelir tuzağını aşarak yüksek gelirli ülke haline gelemiyor. Dünya Bankası’nın son 50 yıla dayalı araştırmasına göre, sadece 18 ülke orta gelirli bir ekonomiden yüksek gelirli bir ekonomiye geçmeyi başardı. Güney Kore, Singapur, İsrail ve İrlanda orta gelir düzeyinden yüksek gelir düzeyine ulaşan ülkeler arasında öne çıkıyor.

Ar-ge, eğitim ve teknoloji önemli belirleyıciler

Yapılan çalışmalar, orta gelir düzeyinden çıkabilme konusunda eğitimin önemli bir belirleyici olduğunu gösteriyor. OECD’ye göre 2015’te yüksek gelir statüsüne geçen ülkelerde orta öğretimi tamamlayan çalışanların ortalama payı henüz orta gelir statüsünde yüzde 72 iken, orta gelir statüsünden çıkmayı başaramayan ülkelerde yüzde 36 olarak hesaplanıyor. Orta gelir tuzağını aşma konusunda önceki deneyimler, ülkelerin insan kaynağının kalitesinin artırılması, eğitim sektörünün daha eşitlikçi hale getirilmesi, temel eğitim yerine üretim odaklı eğitim sistemine ağırlık verilmesi ve kalitenin iyileştirilmesi ile önemli bir ivme yakaladıklarını gösteriyor. Örneğin Güney Kore üzerine yapılan analizler, teknoloji ve üretkenliğin yanı sıra insan kaynaklarına yapılan yatırımların etkili olduğunu gösteriyor.

Türkiye’nin Seyri

Dünya Bankası verileri uyarınca Türkiye 1953 öncesinde düşük gelirli ülkeler arasında yer alırken, 1953 yılında alt-orta gelir statüsüne yükselerek 2005 yılına kadar aynı seviyede kaldı. Bu tarih sonrasında üst-orta gelir seviyesine ulaşılsa ve 2013 yılında 12.582 dolarla yüksek gelirli ülke statüsüne çok yaklaşılsa da bu eşik aşılamadı.

Güney Kore, önemli bir başarı hikâyesidir

Orta gelir düzeyini kolaylıkla ve hızla geride bırakan ülke yok gibidir. Bu açıdan istisna teşkil eden ülkelerden biri olarak Güney Kore, kendisiyle benzer başlangıç koşulları taşıyan, daha doğrusu benzer genel makro-iktisadi görünüm sergileyen birçok ülke gibi Türkiye'den de ayrışarak yüksek gelirli ülkeler kategorisine dâhil olmuştur. Coğrafi konumu, jeopolitik koşulları ve yapısal özellikleri, sorunları ve potansiyeli ile farklılıklar taşıdığı için bire bir karşılaştırılabilir durumda olmasa da Türkiye'nin orta gelir düzeyini aşarak yüksek gelir grubuna geçebilmesi için Güney Kore deneyiminden çıkarılacak mesajlar vardır.

Kocaeli Üniversitesi Sbf İktisat Bölümü/ İktısadı Gelışme Ve Uluslararası İktisat Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yusuf Bayraktutan
Kocaeli Üniversitesi Sbf İktisat Bölümü/ İktısadı Gelışme Ve Uluslararası İktisat Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yusuf Bayraktutan

Güney Kore'nin araştırma, inovasyon, sanayileşme, eğitim ve finans politikaları incelenmeli; stratejik öncelikler belirlenerek bunlara dayalı politikalar istikrarlı bir biçimde uygulanmalıdır. Güney Kore başarı serüveninin arkasındaki en önemli faktör AR-GE ve teknolojik yeniliklere yönelik yatırımlardır. Yükseköğretimde okullaşma oranı ve AR-GE personel sayıları yanında AR-GE faaliyetlerinin önemli bir çıktısı olan patent başvurularında Türkiye'nin 2000'li yıllarda önemli atılımlar yaptığını söylemek mümkün, ancak patent sayısında Güney Kore ile yaklaşık olarak 26 katlık bir farkın varlığı oldukça ciddi bir ayrışmadır.

Kırıkkale Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın’a göre orta gelir tuzağından çıkılabilmesi için özellikle toplam faktör verimliliğinin artırılması gerekiyor. “90’lı yılların başından itibaren verimliliğe dayalı büyüme stratejisine dayalı bir ekonomi görüyoruz. Fiyat rekabetine dayalı bir üretim yapısı söz konusu. Bu da ucuz işgücü ve doğal kaynakların kontrolsüz biçimde kullanılmasına dayalı bir üretim yapısı getiriyor. Bu doğal olarak ihracat başına kilogram değerinin düşük kalmasına neden oluyor. Bu nedenle orta gelir tuzağı etrafında dolaşan bir ekonomi görüyoruz” şeklinde konuşan Alçın, bu döngüyü aşmak için eğitimde, sağlıkta, sanayide eşgüdümlü şekilde uzun vadeli niteliği artıracak; yeni kuşakların bilgi birikimini artıracak politikalarda sürekliliğin sağlanması gerektiğini belirtiyor.

Kocaeli Üniversitesi SBF İktisat Bölümü/İktisadi Gelişme ve Uluslararası İktisat Ana[1]bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yusuf Bayraktutan’a göre Türkiye, cari dolar kuru ile ölçülen kişi başına gelirini 2000’li yılların başındaki 3000 dolar düzeyinden 2013’te 12.500 dolara yükseltmeyi başardı. 2014- 2022 döneminde ülke ekonomisi büyümeye devam ederken kişi başına gelirin 2013 seviyesi altında kalmasını yorumlayan Bayraktutan, “Sadece bu veriye bakarak ülkenin orta gelir tuzağında olduğunu savunmak, Gezi Parkı kalkışması ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi iç ve jeopolitik riskler, dış göç dalgası, Covid-19 pandemisi, Rusya-Ukrayna Savaşı gibi dış şoklara rağmen 2013 sonrasında da OECD üyeleri arasında ve dünya genelinde en yüksek büyüme performansını realize eden Türkiye için tartışmaya açık bir nitelendirme olur” şeklinde konuşarak, konunun satın alma gücü paritesiyle de değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyor.

“Türkiye’de milli gelir artsa da dolar kuru yükseldiği için cari fiyatlarla ABD doları cinsinden fert başına gelirin düştüğü gözlenmektedir. Kişi başına geliri yüksek gelirli ülkeler düzeyine ulaşmak ve böylece orta gelir tuzağı görünümünü aşmak için öncelikle döviz kuruna istikrar kazandırılması sağlanmalıdır” diyen Bayraktutan’a göre Türkiye bu sayede büyüme performansıyla pozitif ayrışacak ve milli para ile ölçülen milli gelirini düzenli artırırken dolar cinsinden kişi başına gelirinde zayıf performans görüntüsü vermekten kurtulacak.

Bütünleşik tekno-ekonomik politikaların uygulanması önemli

Orta gelir tuzağından çıkılabilmesi için geçmişte bunu başaran ülkelerde olduğu gibi bilim ve teknolojide ilerlemek, bunu sanayi ile bütünleştirmek gerekiyor. Yüksek katma değerli üretime yönelinmesi şart. Örneğin tekstilde, teknik tekstilde uzmanlaşma gerekiyor. Sanayi üretimini yapay zekâda olduğu gibi yeni tip teknolojilerle birleştirmek de gerekiyor. Türkiye ekonomisinde toplam faktör verimliliği artar ve orta gelir tuzağı bizim için engel olmaktan çıkar.

Kırıkkale Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın
Kırıkkale Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın

Bunun olabilmesi için bütünleşik tekno-ekonomik politikaların uygulanması önemli. Bunlar da uzun dönemli politikalar. Bu alanda ortaya çıkabilecek engellerden biri Türkiye'de sürekliliğin sağlanamaması ve bu alanda başarı için eğitimde, sağlıkta, sanayide eşgüdümlü şekilde uzun vadeli niteliği artıracak; yeni kuşakların bilgi birikimini artıracak bir politikanın kararlı şekilde uygulanması gerekiyor.

Yabancı borsalara yelken açma vakti

Hatırlarsanız bundan 7-8 yıl evveline kadar döviz ile borçlanma gayet normal bir haldi. Biraz orta boyu geçmiş kobilerimiz yabancı para cinsinden neredeyse maliyetsiz borçlanma fikrine çok hızlıayak uydurmuşlar, pek de sevmişlerdi. Hatta bu işin zirvesi 2010-15’ler döneminde Türkiye’deJapon yeni ile borçlanmak ticaretin tabii halinden sayılmaya başlanmıştı.

Patronların şirketini ve kârı başkası ile paylaşmaya yanaşmaması, durağan döviz cinsi kredilerin cazibesi ile harmanlanınca özsermaye kredi oranı durağan kura rağmen yüzde 60-70’lerde olan şirket patronlarının keyfi yerindeydi. İşte o vakitlerde, bu şekilde borçlanmanın kobiler ve ülke ekonomisi için büyük risk olduğunu, doğru yolun borsaya açılmak olduğunu yazmıştık.

Ekonomist Dr. Mehmet Akif Soysal
Ekonomist Dr. Mehmet Akif Soysal

Nitekim gün geldi kur fırladı o şirketler tepe taklak oldu bir sürü batak, kayıp yıllar emekler oluştu. Devletimiz de en sonunda ihracatçılar hariç döviz ile borçlanmayı yasakladı ki bir daha bu senaryo önümüze çıkmasın, geç de olsa çok iyi yapmıştı. O dönem döviz kredili şirketleriniz sizin sandığınız gibi size ait değil, kreditörlerindir diye her mecrada ifade ederken gün geldi borsaya kote olmada şirketlerimiz yarışır hale geldiler. Artık vites yükseltmeliyiz.

Bize gelmeyen finansal piyasalara biz gitmeliyiz! Nasıl olacak bu iş derseniz? Artık şirketlerimizin ana hedefi ve ana akımı ABD borsalarında (sonra diğer) şirketlerini yatırımcılara sunması olmalıdır. Böylelikle ülkemizin aradığı doğrudan yatırımı “dolaylı doğrudan yatırım” olarak ara formülle elde etmeye başlarız, şirketlerimiz ucuza sermaye imkânı bulur, hatta bu ortaklardan stratejik olanları da çıkacaktır. Bizim şirketlere yeni pazarlar, yeni fikirler, yeni bakış açısı kazandıracaktır.

Nasıl olacak?

Türkiye’de bu hizmetleri sunan finansal danışmanlık şirketleri eskiye nazaran arttı. Kabaca bilgi vermek gerekirse; ADR (Amerikan Depositary Receipts), yerel borsalarda işlem gören herhangi bir hisse senedinin, ülke dışındaki piyasalarda (genelde New York veya Londra borsalarında) alınıp satılmasını kolaylaştıran ‘depozit makbuzu’dur. Örneklendirelim; mesela Türkiye'de ‘Enerji A.Ş’ isminde bir firma var diyelim (firma ismi uydurmadır). Firmanın hisse senetleri İMKB’de işlem görüyor. Ve firma yurtdışı piyasalarda da, özellikle ABD’de de hisse senedi satıp yeni projeleri için sermaye edinmeyi planlıyor. Bu noktada şirket ABD’de mukim ‘yatırım bankası’ aracılığı ile ADR denilen sertifika yoluyla bu işlemi gerçekleştirir. ‘Yatırım Bankası’ (Investment Bank) önce, hisse senedini satacak firmayı inceliyor ve değerlendiriyor.

Yurtdışından (bu örnekte, ABD’den) gelen talebe göre, yerel piyasadan (İMKB’den veya halka arzda firmadan) hisse senedini alıp, buna eş değer ABD doları bazında ADR arz edilmesini sağlıyor. Bu ADR’leri arz eden kuruluşa ‘Depo Bankası’ (Depositary Bank) adı veriliyor. ADR’nin ‘Hisse Senedi Depo Makbuzu’nun üzerinde şunlar yazılıdır; “Bu kâğıt, 1 adet ‘Enerji A.Ş’ firması hisse senedinin aslının, depoda saklandığını gösterir makbuzdur. Bu kâğıt karşılığı gerçek hisse senetlerinin depoda mevcut olduğunu, bunların depoda korunacağını, bankamız garanti eder. Sizin bundan sonra muhatabınız hisse senedini çıkaran şirket değil depo bankanızdır.” Amerikalı ve Avrupalı yatırımcı da, aracı bankanın güvencesi ile parasını İstanbul’daki hisse senedine bağlıyor. ADR – ‘Hisse Senedi Depo Makbuzu’, yabancı şirketlerin özellikle ABD sermaye piyasasından para toplamaları için son yıllarda en fazla kullanılan işlem şekli. Türkiye’de ADR ile ilk işlem yapılmasına vesile olan finansal kurum The Bank of New York’tur. Türkiye çapı için az sayılacak ancak birçok şirketimiz ADR ile ABD Borsasında temsil ediliyor.

Bakanlıklar bunu teşvik etmeli!

Bu iş ve süreçlerini kolaylaştırmak, genele yayma çabası, Ticaret Bakanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığındadır. Bu bakanlıkların önderliğinde Ticaret odaları üyeleri nezdinde bu iş ve işlemleri destekleyecek süreci işletmelidirler. Türk iş insanları yüksek girişimcilik ruhuna sahiptirler ancak bilgi eksikleri bulunmaktadır. Bugünlerde Türk borsasını keşfettikleri gibi yarın yabancı borsalarda başarı ile at koşturmamaları işten değildir. İş o ki biri yol göstersin, ellerinden tutsun…