Petrol, ambargo ve dolar

Bugünün geleceğini çoktan görmüş olan ABD’li bankerlerce yeni plan çok önceden zaten hazırlanmıştı. Planın adı “Petrol-Dolar” sistemiydi.
Bugünün geleceğini çoktan görmüş olan ABD’li bankerlerce yeni plan çok önceden zaten hazırlanmıştı. Planın adı “Petrol-Dolar” sistemiydi.

Aslında her şey II. Dünya Harbi’nin sonuna doğru ABD Başkanı Roosevelt’in Yalta Konferansı sonrası Şubat 1945’te, USS Quincy isimli bir ABD gemisinde Kral Abdulaziz ile üst düzey öneme sahip bir görüşme ve dostluk anlaşması yapmasıyla başlamıştı. Anlaşma kapsamında ABD Suudi ailesini güvenlik şemsiyesi altına alırken Suudilerde ABD’lilere petrol rezervlerine ulaşmada imtiyazlar tanımıştı. Roosevelt çeşitli stratejik ortaklıklar karşılığında Ortadoğu'da bir Yahudi devletinin kurulması için Abdulaziz’in desteğini istemiş fakat çok ciddi bir dirençle karşılaşınca harp sonrası dünyanın patronluğunu ve dolayısıyla Ortadoğu’nun hamiliğini İngiltere’den devralıyor olmasından ötürü daha ilk dönemeçte bölgenin en stratejik aktörünü ürkütmemek adına meseleyi zorlamadığı gibi İsrail’in kurulması hususuna destek vermeyecekleri konusunda Abdulaziz söz vermiştir.

Fakat iki ay kadar kısa bir süre sonra Başkan’ın vefatı üzerine yerine geçen Truman, aradaki üç yıl boyunca geliştirilen ticari ve askeri ilişkilere rağmen 14 Mayıs 1948 yılında kuruluşunu ilan eden ve 24 saat içinde Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak ordularıyla savaşa tutuşan İsrail’i Rusya ile birer gün arayla tanıyınca işler Suudiler ve Amerikalılar adına bir anda değişmişti. Suudiler kendilerini aldatılmış hissetmişlerdi.

  • 5 Haziran 1967’de İsrail ile bölgenin güçlü lideri Cemal Abdünnasır’ın başında olduğu Mısır, Ürdün ve Suriye arasında başlayan 6 Gün Savaşları bölgeyi, özellikle de Filistinlileri yepyeni ve çözülmez bir denkleme taşıdı.

Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir asker-silah yardımına rağmen İsrail tarafından kesin üstünlükle kazanılıp Mısır'dan Sina Yarımadası, Suriye'den Golan Tepeleri ve Filistin'in Gazze Şeridi ile Batı Şeria toprakları İsrail’in eline geçince topraklarını dört katına çıkaran İsrail ile Müslüman dünyası arasında Filistin Sorunu tam anlamıyla ortaya çıkmış oldu.

Bu dönemde Suudi Arabistan tahtında bulunan Kral Faysal, 6 gün savaşlarında yenilip karizması tamamen ortadan kalkan Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnasır’ın ardından yavaş yavaş yıldızı parlayan bir lider olarak İslam coğrafyasında ön plana çıkmaya başlamış ve ABD’nin radarına girmişti.

Nixon’un başkan olması sonrası söz konusu Ortadoğu olunca ABD’nin bir numaralı diplomasi mühendisi olarak kabul edilen Kissenger’ın direktifleriyle bölgeye yönelik planlar daha da detaylandırılmaya başladı. 1969'da Kissinger tarafından hazırlanan Ulusal Güvenlik Konseyi belgelerinde 6 Gün Savaşları Suudi Arabistan'daki Amerikan pozisyonunun ciddi derecede zayıfladığı ve derhal harekete geçilmesi gerektiği salık veriliyordu.

Reformist ve Panislamizm düşüncesine sahip olan Faysal, Cemal Abdünnasır’ın hatalarını yakından gözlemlemiş, İslam dünyasının önde gelen isimleriyle iyi ilişkiler kurup onlarla istişare ortamları hazırlamış, sadece Arap milletleri ile değil, özellikle Türkiye ile de bağ kurmayı başarmış akıllı ve idealist bir lider olarak; Avustralyalı bir Hristiyan'ın 21 Ağustos 1969 tarihinde Mescid-i Aksa'yı kundaklamayı denemesi üzerine gelişen olaylar çerçevesinde harekete geçerek önde gelen İslam ülkelerini 25 Eylül 1969 tarihinde İslam Konferansı Teşkilatı adıyla Fas'ın başkenti Rabat'ta toplayıp bir araya getirdi ve bugünkü İslam İşbirliği Teşkilatı’nın oluşmasını sağladı. Bu faaliyet Faysal’ın Abdünnasır’dan sonraki bölgesel lider olarak sahneye çıkışının en önemli adımıydı.

ABD’nin Bretton Woods tiyatrosu çökmeden çok acil bir şekilde tüm dünya için doların vazgeçilmez bir para birimi olmasını sağlayacak yeni bir formüle ihtiyacı vardı...
ABD’nin Bretton Woods tiyatrosu çökmeden çok acil bir şekilde tüm dünya için doların vazgeçilmez bir para birimi olmasını sağlayacak yeni bir formüle ihtiyacı vardı...

Tüm bunlar olurken ABD kanadında ise çok daha farklı problemler gün yüzüne çıkmıştı. Bretton Woods Anlaşması ile 1944 yılında Amerikan doları, altına dönüşebilen tek para birimi olarak kabul edilmiş ve 1 ons altın 35 dolar olacak şekilde düzenlenmişti. Gel gelelim tüm dünyanın altınını eline sayıp dolarını aldığı ABD’nin elindeki altınlara oranla çok daha fazla para bastığını ve bununla ülkesine inanılmaz bir zenginlik transferi gerçekleştirdiğini, daha da kötüsü sistem nedeniyle tüm dünyanın uluslararası ticarette dolara ihtiyacından kaynaklanan bu muazzam talebi ABD’nin sistemi çökertecek kadar istismar ettiğini bazı Avrupalı devletler anlamıştı.

Meseleyi ilk anlayan ve 1963’ten itibaren eleştirilerini sıklaştırıp 1965 yılında ABD’den dolarlarını teslimi karşısında fiziki altınlarını geri isteyen De Gaulle liderliğindeki Fransa oldu. ABD, Fed, ABD bankaları ve İsrail arasındaki sömürü ilişkilerini çözen De Gaulle Süveyş Krizi günlerinde İsrail’in yanındayken artık tamamen hem İsrail’e hem de ABD’ye karşı pozisyon almıştı. Üstelik ülkesinin ekonomisi de 200 yıl sonra ilk kez yaptığı devrimlerle İngiltere ekonomisini geçmişti. Fakat her ne kadar altınlarını kurtarmayı başarsa da ülkesinde başlatılan 68 Kuşağı olayları ile De Gaulle ligden düşecekti.

Diğer yandan De Gaulle pandoranın kutusunu açmayı başarmış, ardı ardına güçlü Avrupa ülkeleri altınlarını talep etmeye başlamıştı.

Söz konusu durum sadece Bretton Woods’un değil, dünya tarihinin en büyük saadet zincirini oluşturan ABD’nin parası doların ve dolayısıyla ABD ekonomisinin de çöküşü demekti.

ABD’nin Bretton Woods tiyatrosu çökmeden çok acil bir şekilde tüm dünya için doların vazgeçilmez bir para birimi olmasını sağlayacak yeni bir formüle ihtiyacı vardı. Aslında bugünün geleceğini çoktan görmüş olan ABD’li bankerlerce yeni plan çok önceden zaten hazırlanmıştı. Planın adı “Petrol-Dolar” sistemiydi.

Altına bağlı olmasa dahi tüm dünya ülkelerinin her saniye ihtiyacı olan enerji ürünlerinin kralı petrolün tüm dünyada hali hazırda zaten 25 yılda yeterli derecede alışkanlık oluşturmuş durumdaki ve alternatifi olmayan dolarla satılması, hem ABD’nin dilediği gibi dolar basmasına hem de Bretton Woods’un ilk gününden o güne çevrilen tüm dolapları örtbas etmesine yani ABD’nin sorunsuzca yoluna devam etmesine izin verecek yegane çözüm yoluydu.

Elbette mesele bu olunca Nixon ve dolayısıyla Kissenger’ın gözünü ilk diktikleri yer petrol denince akla gelen ilk ülke olan Suudi Arabistan oldu. Elbette ki Kral Faysal ve diğer petrol üreticisi olan Arap ülkeleri her şeyin farkındaydı. Faysal en büyük tedarikçi olarak elindeki bu gücü İslam ülkeleri ile koordinasyonla kullanmak ve bölgede kendi liderliğinde güçlü bir koalisyon oluşturmak istiyordu.

İngiltere’nin yerini alan ABD’den Faysal’ın istekleri son derece netti. Cemal Abdünnasır liderliğindeki ligin ilişkileriyle bölgede ciddi güç kazanan SSCB ve dolayısıyla komünizme karşı yalnızlaşan Suudi Arabistan’a destek verilmesi ve İsrail’in Kudüs’ten uzaklaştırılması…

ABD taraflar arasında denge arıyor ve SSCB’ye karşı hem Suudileri hem de kendi iç dengelerinden ötürü İsrail’i uzlaştıracak yöntemler bulmaya çalışıyordu ki işin sonunda oyalandığını anlayan İslam ülkeleri artık içinde bulundukları durumdan ABD ile iyi ilişkiler kurarak çıkmanın mümkün olmadığını anlayarak hazırlıklara başladılar.

Kral Faysal ve Enver Sedat’ın öncülüğünde bir araya gelen İslam ülkeleri petrolün silah olarak kullanılmasına karar verdiler ve hemen ardından 6 ila 25 Ekim 1973 tarihleri arasında Mısır ve Suriye liderliğindeki Arap devletlerinin İsrail'e karşı Yahudilerin dini bayramı Yom Kippur gününde sürpriz taaruzuyla her şeyi baştan dizayn edecek yeni bir dönem başladı.

  • Amerika kimseyi şaşırtmayacağı üzere İsrail’i, SSCB ise karşı tarafı destekleyince ABD İslam coğrafyasındaki son kalan itibarını da kaybetti.

Üç gün süren yoğun çatışmalardan sonra İsrail güçleri Suriyelileri savaş öncesi ateşkes hatlarına geri gönderdi ve İsrail ordusu bir hafta kadar sonra Şam'ın kenar mahallelerini bombalamaya başladı. İsrail ardından Mısır'a karşı saldırıya geçti, Süveyş Kanalı'nı geçerek Mısır'a girdi.

Bu defa işi askeri sahada bırakmamaya kararlı olan İslam ülkelerinden Suudi Arabistan, İran, Irak, Abu Dabi, Kuveyt ve Katar petrol fiyatlarını yüzde 17 artırarak varil başına fiyatı 3.65 dolara yükseltip üretimlerini azalttılar; ayrıca ABD’ye petrol ihracında ambargo yapılacağını bildirdiler.

Birkaç gün sonra savaş bitse de İslam ülkeleri ambargoya bu süreçte İsrail’in yanında olan Hollanda da eklendi. 5 Kasım’da yüzde 25 daha da üretim kısıtlaması yapılacağı ve 23 Kasım’da ise ambargoya Portekiz, Rodezya ve Güney Afrika’nın da dahil edileceği ilan edilince ABD ve müttefiklerini tam anlamıyla ciddi bir panik havası kuşattı. 27 Kasım’da ise II. Dünya Savaşı’ndan o güne kadar dünyanın imparatoru sayılan ABD adeta bir doğal afet havasına girmiş ve asla unutmayacakları petrol ürünlerinin fiyatını, üretimini ve satış koşullarını kontrol altına alan Acil Petrol Yasası yayınlanmak zorunda kaldı.

Petrol fiyatlarını 4 kat fırlatan, Batı’nın parasını Ortadoğu’ya akıtan, sadece New York borsalarında 97 milyar dolarlık (bugün yüzlerce milyar dolara denk geliyor) zarara sebep olan, ABD’de bugünün aksine azami değil az petrol kullanımı için asgari hız limiti tabelalarının asımına sebep olan, Batı’nın sanayi üretim hacimlerini berbat hala getiren bu büyük ambargo İslam Coğrafyasının asırlar sonra Batı’ya attığı en büyük tokat olarak hafızalara kazınmış ve ne yazık ki sürecin mimarı olan Kral Faysal’ın 1975 yılında bir bayram günü ABD’de okuyan kendi yeğeninin suikasti sonucu şehit olmasıyla tam anlamıyla son buldu.

Faysal sonrası ise ne Suudiler ne de diğer petrol üreten bölge ülkelerinden bu suikastin travması nedeniyle bir daha benzer bir siyasi birliktelik görülmemiş, daha önceleri petrol üreten İslam ülkelerini denklemlerinde bir ağırlık olarak gören ABD bu sindirme operasyonu sonrası bölge ülkelerinden bazılarını işgale kalkışacak kadar ileri gitti.

O günün şartlarıyla Batı’ya özellikle ABD’ye karşı petrolü böylesine güçlü bir silah olarak kullanabilen coğrafyamız ülkelerinin, her geçen gün değerini ve itibarını yitiren doların ve dolayısıyla zayıflayan petro-dolar sisteminin durumu düşünüldüğünde bugün aynı silahla ve daha iyi bir taktik koordinasyonla neler yapabileceğinin defalarca en baştan değerlendirmesinin gerekliliği karşımızda buz gibi bir realpolitik enstrümanı olarak yetkililerinin iradesini bekliyor…