Simyacı’nın yönetim felsefesi

Öğrenmek istediğiniz her şeyi öğrenebilirsiniz.
Öğrenmek istediğiniz her şeyi öğrenebilirsiniz.

Paulo Coelho’nun Simyacı başlıklı romanını okumayan dünyalı kaldı mı? Delikanlı kahramanımız Santiago, gerçek bir çoban; yol arkadaşı saydığı koyunlarıyla “konuşuyor."

Çağdaş yöneticiliğin en büyük sıkıntılarından biri, liderlerin “yol arkadaşlarıyla” konuşamamaları, değil mi? Santiago’ya göre ana mesele, sorumluluk. Ortak bir dil oluşmayınca, çobanlar yahut “yukarıdakiler” bütün hataların sorumluluğunu koyunlara, yani “aşağıdakilere” atarak, kendilerini temize çıkarmaya çalışıyorlar. Oysa gerçek liderlik, tüm sorumluluğu üstlenmekle başlar. Lider, her şeyden sorumludur!

Bütün acemi yöneticiler gibi, koyunlarına önce üstten bakıyor Santiago, “bana öylesine alıştılar ki, saat düzenimi biliyorlar,” diyor kendi kendine. Sonra gerçeği hissedip, yelkenleri indiriveriyor: “Tersi de olabilir tabii; onların saat düzenine belki ben alışmış oldum.” Gerçek, yüreğine temas edince, koyunlarının her birini “adlarını söyleyerek” uyandırıyor artık, onlara “adam muamelesi” yapıyor yani. Söylediklerini koyunların anlayabildiğine inanıyor. Kimi zaman, kendisini etkileyen kitaplardan bölümler okuyor; kimi zaman da kırlarda dolaşan bir çobanın yalnızlığından veya yaşama sevincinden söz ediyor onlara. Bazı zamanlar da, kentlerde gördüğü son yenilikleri anlatıyor koyunlarına.1 Yönetimi altındaki insanlara bu denli ihtimamla muamele eden çağdaş bir yönetici tanıyor musunuz? Koca dünyada, işgörenlerin Santiago’nun koyunları kadar ciddiye alındığı kaç şirket, parti veya devlet var?

Bu satırları okurken, Afrika’nın ubuntu anlayışını hatırladım, Kara Kıta’nın çoğu liderlerine yön veren hayat felsefesini.

Özü şudur ubuntu’nun: “İnsan, insanlar sayesinde insandır.” Mungi Ngomane ubuntu felsefesini şöyle açıklıyor: “Ubuntu der ki, birlik olursak farklılıklarımızı aşabilir, sorunlarımızı çözebiliriz. Dedem Desmond Tutu, ubuntunun özü şudur derdi: Benim insanlığım seninkiyle iç içe girmiş, karışmış, birbirinden asla ayrılamaz. Ubuntu, insan anlamına gelen bantu kelimesinden geliyor. Afrika’nın genelinde ‘Ben seninle varım’ anlayışı hakimdir.”2

Nitekim, insan kelimesinin Arapça kökünde de (e-ne-se) yaklaşma anlamı vardır. Enes, Enis, Enise isimleri burdan gelir. Birbirimize yaklaştıkça insan oluruz. Karakterimiz bu yakınlaşma (veya uzaklaşma) sürecinde oluşur.

Lider, karakteri olandır!

Koca dünyada, işgörenlerin Santiago’nun koyunları kadar ciddiye alındığı kaç şirket, parti veya devlet var?
Koca dünyada, işgörenlerin Santiago’nun koyunları kadar ciddiye alındığı kaç şirket, parti veya devlet var?

Buram buram karakter kokan Simyacı romanına döneceğiz tekrar. Bilimsel bir soru soralım şimdi: Bir insanın karakterini nasıl tanımlayabiliriz? Hele bu insan “lider” iddiası taşıyorsa? Psikolog William James’e göre, kendimizi en derin ve en yoğun tarzda uyanık hissettiğimiz “zihnî ve ahlâkî tutumun” peşinde olduğumuz zaman, gerçek karakterimiz ortaya çıkar. Böyle anlarda, içimizdeki bir ses “İşte gerçek ben!” diye seslenir bize. Ergenlik yaşımıza gelinceye kadar, dünyanın (toplumun) düşündüğümüzden ve kabul etmeye yanaşacağımızdan daha ileri ölçüde bizi etkilediği doğrudur. Ailemiz, arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz söz veya “lisân-ı hâl” ile bize nasıl olmamız gerektiğini söylerler. Nasıl olunması gerektiğine insan kendisi karar verdiği anda, bir lider adayı ile karşı karşıyayızdır. Büyük liderlerde bu karar anı çok erken bir yaşa rastlar.3

  • İster siyasette, ister iş hayatında olsun, liderlerin üzerinde ittifak ettikleri bir gerçek şudur: Kendini bilmeden lider olunmaz; ama kendini bilmenin her birey için ne demek olduğunu da kimse bilmez. Belki sadece önden gidenlerin tecrübeleri bize bu yolda bir nebze ışık tutabilir.

Amerikalı işletme profesörü Warren Bennis böyle dört ders tesbit etmiş.

En iyi öğretmeniniz, bizzat sizsiniz. Öğrenme, bir kişisel dönüşüm tecrübesidir. Öğrenim üst üste bilgi yığmak ve onlara sahip olmak değil, yeni bir kişi olmaktır. Öğrenmek sahip olmak değil, olmaktır. Öğrenmenin iki önemli motifi bilme ihtiyacı ile rol üstlenme duygusudur. Dolayısıyla, öğrenme benlikle, kişilikle doğrudan bağlantılı bir süreçtir. Bunları hiçkimse okullarda öğretemez. Herkes kendisi öğrenir ve kendi tarzında öğrenir. Bunu başarabilenlerin ikinci adımı sorumluluk almaktır.

Sorumluluğu üstlenin, astlarınızı suçlayarak kendinizi aklamaya çalışmayın. Liderler, akla gelebilecek her yeni tecrübeyi ciddiye alır, ne kadar aptalca görünürse görünsün her fikri dinlemeyi sorumluluklarının bir parçası sayarlar. Başarısızlığı başkasına yüklemeye kalkışmazlar.

Öğrenmek istediğiniz her şeyi öğrenebilirsiniz. Şayet liderliğin temel bileşenlerinden biri hayatın vaatlerine tutkuyla sarılmak ise, bu vaatleri gerçeğe dönüştürmenin anahtarı da kişinin kendini baştan ayağa konuşlandırmasıdır. Aslında tam konuşlandırma, öğrenmeyi tanımlamanın başka bir şeklidir. Öğrenme, dünyayı sadece olduğu gibi değil, aynı zamanda olabileceği gibi görebilmektir. Cüret, iyimserlik, güven.. bu yoldaki başlıca silahlardır.

Hakiki kavrayış, kendi tecrübeniz üzerinde düşünmekten meydana gelir. Kendi tecrübesi üzerinde düşünmek, kişinin kendisiyle bir tür Sokratik diyaloga girmesi demektir. Kendinin ve hayatının hakikatını öğrenmek üzere, kendine “doğru zamanda doğru soruları” yöneltmesi demektir. Gerçekte ne meydana geldi? Niçin meydana geldi? Bana ne yaptı? Benim için ne anlamı var? Böylelikle insan ihtiyaç duyduğu bilgiyi elde eder, yahut bildiği fakat unuttuğu şeyi açığa çıkarır. Goethe’nin deyişiyle, örs değil de çekiç haline gelir. Bütün büyük edebî metinler ölüme karşı bir yarıştırlar. Anlamak, herşeyin cevabıdır. Anladığınız zaman, ne yapacağınızı bilirsiniz.4

Yüreğinle istersen, kavuşursun

Aslında tam konuşlandırma, öğrenmeyi tanımlamanın başka bir şeklidir.
Aslında tam konuşlandırma, öğrenmeyi tanımlamanın başka bir şeklidir.

Simyacı, delikanlımızın kulağına fısıldamıştır: Kim olursan ol, ne yaparsan yap, bütün yüreğinle gerçekten bir şey istediğin zaman, Evrenin Ruhu’nda bu istek oluşur. Hazineyi ararken, bir kristal (billuriye) mağazasında çalışması icap ediyor. Billuriyeci çağa ayak uyduramıyor, işine gönülden bağlanamıyordu. Zamanla kent gelişmiş, zenginleşmiş ve ticaretin niteliği değişmişti. Aynı yokuşta bulunan dükkânların bir kısmı kentin başka yerlerine taşınmış; müşteriler artık bir iki dükkân için yokuşu tırmanmayı göze almaz olmuşlardı. Santiago oradan geçerken, dükkâna işçi olarak girer. Patron ondan talep etmediği halde hemen vitrindeki bütün kristalleri temizleyip parlatır. Müşteriler hemen gelmeye başlar.

Anlaşılır ki kirli olan sadece eşya değildir. “İkimizin de kafamızdaki kötü düşünceleri temizlememiz gerekiyordu.” İnovasyonlar birbirini takip eder. Dükkâna albenili bir tabela asar Santiago ve müşterilere kristal bardakla çay ikram etmeye başlar. Hem de iç ferahlatıcı nane çayı. “Seninle gurur duyuyorum” dedi patron, “billuriye dükkânıma bir ruh verdin.”

Santiago, işteki başarısını koyunlara borçlu olduğunu düşünüyor, pek tabii. Koyunlardan şunu öğrenmiştir: “Yeryüzünde herkesin anladığı bir dil vardır ve kendisi, dükkânı geliştirirken bu dilden yararlanmıştır. Bu, coşkunun dilidir, arzu edilen ya da inanılan bir şeyi gerçekleştirmek için sevgi ve tutkuyla yapılan girişimlerin dilidir.” Yaşlı kral ona şöyle demişti: “Bir şeyi gerçekten istediğin zaman, arzunu gerçekleştirmeni sağlamak için bütün evren işbirliği yapar.”

Halil Cibran ve Aşkla çalışmak

Simyacı’yı okumadınız diyelim, Halil Cibran’ın Ermiş’ini de mi okumadınız? Ömer Rıza Doğrul tâ 20. yy ortalarında bu küçük kitapçığı Nebi başlığıyla Türkçeleştirmiş.5 Batı dünyasında yüz yılda binlerce baskısı yapılan kitap, aşk, dostluk, evlilik, çocuklar ve daha birçok konuya bilgece bakışlardan örülü bir kaneviçe gibidir. Çalışmaya dair bölümdeki şu sözler, Simyacı’nın yazarına da ilham vermiş olabilir: “Siz toprağa ve toprağın ruhuna ayak uydurmak için çalışırsınız. Çünkü tembel olmak, yeryüzünün mevsimlerine yabancı kalmak, muhteşem ve mağrur bir teslimiyet içinde sonsuzluğa ilerleyen hayat kervanının dışına çıkmaktır. Çalıştığınız zaman, saatların fısıltılarını kalbin içinde nağme ahengine çeviren bir ney’siniz. Kendinizi işe vermekle, hayata karşı sevginizi belirtiyorsunuz. Hayatı iş başararak sevmekse, onun en gizli sırlarına aşina olmak demektir.”

Sevmek ve çalışmak. Severek çalışmak! Bu ülkenin insanları için ne kadar anlaşılması zor şeyler, Allahım! İster kamu ister özel sektörde olsun, çalışanların büyük bölümü mesailerinin öğleden sonraki kısmını sürekli saatlerine bakarak geçirmiyorlar mı? Paydos saati bir an önce gelse de, şu işkencehaneden kurtulsalar! Ya her sabah erkenden yollara düşmek? Dolmuş ve otobüslerin arkasından koşturmak? Off, offf!!! Cibran devam ediyor: “Hayat hakikaten karanlıktır, hızdan mahrum olursa! Ve her hız kördür, bilgi ile aydınlanmazsa! Ve her bilgi boştur, çalışma ile verimlileşmezse! Ve her çalışma kısırdır, sevgi ile bereketlenmezse! Seve seve çalıştığınız zaman kendinizi kendinize, birbirinize ve Tanrıya bağlamış olursunuz.”

Peki, seve seve çalışmak ve başarmak ne demektir? Halil Cibran’ın bu soruya cevabı şairânedir: “Dokuduğunuz kumaş parçasını, sevgiliniz giyecekmiş gibi yüreğinizden çektiğiniz ipliklerle dokumak. Yükselttiğiniz binayı, içinde sevgiliniz oturacakmış gibi ruhunuzun hızıyla yükseltmek. Tohumları şefkatle atmak, ekini neşeyle toplamak. Bütün bu verimler, sevgilinize sunulacak bir hediye imiş gibi! Yaptığınız her işi, ruhunuzun nefesiyle yüklemek. Ve çalıştığınız sırada bütün kutlu ölülerin sizi çevreleyerek gözettiklerini hissetmek!”

Önce Aşk, sonra sabır

Simyacı’ya göre, aradığımız hazine her ne ise, serüvenimiz acemi şansıyla başlar, fatih sınavıyla son bulur. Evrenin ruhu, bir düşün gerçekleşmesi yolunda öğrenilen her şeye değer biçer. Bu dersleri iyi öğrenmemizi ister. Gel gör ki, “insanların çoğu işte bu anda vazgeçerler.

Çölün dilinde bu durum şöyle tanımlanır: “Vahanın palmiyeleri ufukta görünmüşken susuzluktan ölmek.” Santiago, ülkesinde söylenen eski bir atasözünü hatırlar: “En karanlık an, şafak sökmeden önceki andır.” Dolayısıyla, sabırla ilerlemek gerekir. “Umutsuzluğa teslim olma,” diye fısıldar Simyacı. “Yoksa, yüreğinle konuşmana engel olur. Bir düşün gerçekleşmesini, bir tek şey olanaksız kılar: Başarısızlığa uğrama korkusu.” İyi ama neredeydi bu hazine? Simyacının son fısıltısı: Hazinen neredeyse, yüreğin de orada olacak!..

1. Paulo Coelho: Simyacı, İstanbul: Can, 2014, s. 18.

2. Mungi Ngomane: Afrika’nın Yaşam Felsefesi Ubuntu, İstanbul: Kuraldışı, 2021, s. 13-5.

3. Warren Bennis: On Becoming a Leader, Reading: Addison-Wesley, 1989, s. 53-63.

4. Mustafa Özel: Yöneticilik Dersleri, İstanbul: Küre, 2018, s. 95.

5. Halil Cibran: Nebi, İstanbul: Pınar, 2001. İngilizce özgün başlığı: The Prophet (1923).