Tedirgin toplumlar ve uluslar

Dımıtrıos Trıantaphyllou.
Dımıtrıos Trıantaphyllou.

Geçmişe dair değerlendirmeler ve geleceğe dair beklentilerle yeni bir yıla daha giriyoruz. 2020, yeni bir yıl olmasının yanında, yeni bir on yılın başlangıcı olması nedeniyle daha büyük bir öneme haiz.

2019’a yön veren gelişmeleri düşündüğümde aklıma birçok şey gelse de, genel olarak jeopolitik çalkantının hâkim olduğu yıla birinin gücünün ve birçoğunun sesinin damga vurduğu kanısındayım.

Birinin gücü derken, dünyayı iklim değişikliğinin zararlarına karşı ve varlığımızı tehdit eden alışkanlıklarımızı kökten değiştirme ihtiyacına yönelik harekete geçirme çabasında olan 17 yaşındaki İsveçli genç kız Greta Thunberg’in eylemlerini, sözlerini ve varlığını kastediyorum. Greta, devam eden alışkanlıklara, değişimi reddeden büyük işletmelere ve Aralık ayında Madrid’deki iklim zirvesinde olduğu gibi devletlerin karbon ayak izini azaltma konusundaki hedeflerine ulaşamamasına rağmen, ortak eylemin mümkün olabileceğine dair umudun sembolü haline geldi. Dahası, Greta’nın ilham veren yaklaşımı sonucunda dünya nüfusunun gittikçe artan bir kısmının Aralık 2015 Paris İklim Anlaşması uyarınca küresel sıcaklıktaki artışı 1,5 santigrat dereceye sınırlandırma yönünde köklü bir değişim için direnç ve kararlılık gösterme eğilimine girmesiyle, iklim eylemi siyasal bir boyut kazanmış oldu.

Birçoğunun sesi derken de, hem toplumun iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik kitlesel uyandırma çağrısına, hem de 2019’un büyük bir kısmına damgasını vuran, dünyanın birçok ülkesinde reform talebiyle ortaya çıkan kitlesel protesto hareketlerine işaret ediyorum. Yolsuzluk, zayıf ekonomik büyüme, siyasal ekonomi, ya da bireysel ve toplumsal özgürlüklerin tetiklediği bu hareketler toplumsal adaletsizlikleri, kuşak farklılıklarını ve devlet kurumlarının meşru değişim taleplerini kanalize etme konusundaki yetersizliğini yansıtması nedeniyle halk ve elitler arasındaki ilişkileri temel olarak yeniden şekillendiriyor. Küresel olan bu durum farklı ülkelerde farklı şekillerde cereyan etti. Söz gelimi, 2019 başlarında yaklaşık 3 milyon insanın felç yüzünden fiilen iş göremez durumda olan devlet başkanının beşinci dönem için adaylığını açıklaması karşısında rejim değişikliği talebiyle sokağa döküldüğü ve sonunda Aralık ayında seçimlere giden Cezayir’deki kitlesel protestolar ve Bolivya’da devlet başkanının seçimde yolsuzluk yapıldığı iddialarıyla yükselen protestolar karşısında Meksika’ya kaçması bunun iki örneği. Dahası, Ekim ayında Şili’de yüz binlerce kişi gelir eşitliği, daha iyi sağlık hizmetleri ve eğitime daha fazla bütçe ayrılması talebiyle sokaklara dökülürken, Kasım ayından beri Kolombiya’da yolsuzluğa ve insan hakları aktivistlerinin öldürülmesine tepki gösteren 250 binden fazla kişi protestolara katılıyor. Birçok durumda ölümcül sonuçları olan ve pek çok farklı nedeni olan kitlesel gösteriler Çek Cumhuriyeti, Fransa, Mısır, İran, Irak, Lübnan, Haiti, Ekvador, Endonezya, Rusya ve İspanya’yı da vururken, Mart ayında Hong Kong’da başlayan protestolar demokrasi yanlısı bir harekete dönüştü. Protesto hareketleri şüphesiz 2020 ve sonrasında da çeşitli şekillerde ve çeşitli nedenlerle devam ederek, yerel, ulusal, bölgesel ve küresel düzeyde yönetişim üzerinde etkisini sürdürecektir.

Kısacası, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan liberal çok taraflı düzenin işlemez hale geldiği ve hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde toplumların tedirgin olduğu yeni bir etkileşimsel küresel düzenin ortaya çıkmasına ya da devam etmesine tanık oluyoruz. Birleşmiş Milletler’in kuruluşunun 75’inci yılını kutlayacağı 2020’ye girerken, çok taraflılığa ve küresel yönetişimin yenilenmesine duyulan ihtiyaç daha da belirginleşecek. Birleşmiş Milletler’in yaşadığı sıkıntılar NATO ve Avrupa Birliği gibi savaş sonrasında kurulan diğer kurumlar için de geçerli olup, her ikisi de etkileşim ve küresel düzenin değişkenliği nedeniyle iç çekişmeler yaşıyor. Devletlerin aktörleri ve temsilcileri, devlet veya hükümet başkanları ve çok çeşitli sistemik etkileri olan yerel siyasi aktörler olarak statükoya gizli ve açıktan meydan okuyor.

Dolayısıyla, öngörülemeyen jeopolitik değişimlerin en kötüsü ihtimaline karşılık teyakkuzda olma ve ortak tutum sergileme büyük önem arz ediyor. Dünya kuşkusuz bir değişimin eşiğinde ve bu değişimin nasıl yönetileceği sorusu halklar, uluslar ve kurumları meşgul etmeye devam ediyor.