Ticaret savaşları geri mi dönüyor? Yeni dalgaya karşı küresel kırılganlık

2025 yılı, küresel ekonomi için yeni bir dönüm noktası olabilir. Yılın ilk aylarında ABD yönetiminin aldığı ani ticaret kararları, dünya ekonomisinin sadece dalgalanmalara değil, yapısal güvensizliklere açık hale geldiğini bir kez daha gösterdi. Özellikle Çin’i hedef alan tarifeler, yalnızca gümrük duvarlarını yükseltmekle kalmadı, aynı zamanda uzun zamandır kontrol altında tutulan küresel tedarik zincirlerini yeniden tartışmaya açtı.
ABD’nin hesabı: Siyasi getiri, Ekonomik belirsizlik

ABD, Şubat 2025'te uygulamaya koyduğu tarifeleri Nisan ayında daha da genişletti. Bu karar, içeride seçmen gözünde güçlü bir duruş olarak algılanabilir; yerli sanayiyi korumaya yönelik adımlar, iç politikada karşılık bulabilir. Ancak ekonomik olarak bu hamlenin faydaları oldukça tartışmalı. Yükselen ithalat maliyetleri tüketici fiyatlarını yukarı çekerken, şirketlerin üretim maliyetleri ve marjları üzerinde baskı oluşturuyor. Üstelik Çin’in misilleme potansiyeli, bu hesaplamaları daha da karmaşık hale getiriyor.
Tarifeler, kısa vadede bazı yerli sektörler için kalkan görevi görebilir. Ancak uzun vadede, bu tür korumacılığın üretim verimliliği, yatırım cazibesi ve dış ticaret dengesi üzerinde olumsuz etkiler bırakması kaçınılmaz. Daha da önemlisi, Amerika'nın mali disiplini, yüksek faiz oranları ve kamu borcundaki artışla zaten baskı altındayken, bu tür politikaların makroekonomik tabloyu daha da kırılgan hale getirmesi mümkün.
Çin’in tepkisi: Direnç ve yön değiştirme
Çin tarafı ise bu tarifeleri yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda stratejik bir meydan okuma olarak değerlendiriyor. 2010’ların sonunda başlatılan “çift dolaşım” stratejisi, Çin’in iç tüketime ve Asya dışı pazarlara yönelme isteğini zaten ortaya koymuştu. Şimdi bu strateji daha da hız kazanıyor. Çin, Güneydoğu Asya, Orta Asya ve Afrika ile ticari ilişkilerini çeşitlendirerek ABD’ye olan bağımlılığını azaltma yolunda ilerliyor.
Bu çerçevede Çin'in kısa vadeli kayıplar yaşaması olası. Ancak orta vadede, üretim zincirlerinde stratejik özerklik kazanmak, teknoloji ve tedarikte dışa bağımlılığı azaltmak gibi hedeflere daha güçlü bir motivasyonla yönelmesi mümkün. Ayrıca Çin’in iç talep odaklı büyüme stratejisi, dışsal şoklara karşı daha dirençli bir ekonomik yapı oluşturabilir.
Üçüncü ülkeler: Risk mi, Fırsat mı?
ABD-Çin hattında yaşanan bu gerilim, doğrudan taraf olmayan ülkeler için hem risk hem fırsat barındırıyor. Özellikle Vietnam, Endonezya, Hindistan ve Meksika gibi ülkeler, üretim kaymalarından ve yeniden yönlenen yatırımlardan faydalanabilir. Çin'e alternatif tedarik merkezi olma şansı doğarken, ABD gibi büyük pazarlara doğrudan erişim fırsatları da artıyor.
Ancak bu fırsatların hayata geçebilmesi için söz konusu ülkelerin siyasi ve ekonomik istikrarı koruyabilmesi, lojistik ve altyapı yatırımlarını hızla devreye alabilmesi gerekiyor. Üstelik bu geçiş döneminde, küresel faizlerin yüksek seyretmesi nedeniyle yeni yatırımların finansmanı da ciddi bir zorluk olarak karşılarına çıkıyor. Bu nedenle kazanç ihtimali kadar risk potansiyeli de yüksek.
Avrupa’nın dengesiz pozisyonu
- Avrupa Birliği ise bu denklemde çok daha hassas bir noktada yer alıyor. Bir yandan ABD ile olan stratejik ilişkilerini koruma zorunluluğu, diğer yandan Çin’le olan ekonomik bağımlılık ilişkisi nedeniyle AB’nin manevra alanı oldukça dar.
Almanya başta olmak üzere pek çok Avrupa ekonomisi, ihracat güdümlü büyüme modeli üzerine inşa edilmiş durumda. Küresel talepteki yavaşlama, ticaret yollarının daralması ve yatırım akışlarının yön değiştirmesi Avrupa için büyüme ivmesinde ciddi kayıplar anlamına gelebilir.
Ayrıca Avrupa’nın uzun vadeli stratejileri, özellikle yeşil dönüşüm, dijital altyapı yatırımları ve savunma sanayii entegrasyonu mali kaynak gerektiriyor. Küresel ekonomik ortamın dalgalı hale gelmesi, bu stratejilere duyulan güveni azaltmakta ve finansman maliyetlerini artırmakta. Avrupa’nın yapısal dönüşüm projeleri, bu tür belirsizlik dönemlerinde daha kırılgan hale geliyor.
Finansal sistem: Belirsizlik normalleşiyor
Tüm bu gelişmelerin finansal sistem üzerindeki etkisi, klasik kriz senaryolarından farklı işliyor. Şoklar artık tekil değil, çok boyutlu ve eş zamanlı gelişiyor. Piyasalar sadece ekonomik verileri değil, siyasi kararları, jeopolitik sinyalleri ve toplumsal eğilimleri de fiyatlamaya çalışıyor. Bu da varlık değerlemelerinde aşırı duyarlılığa, yatırım kararlarında hızlı yön değişikliklerine ve risk iştahında keskin dalgalanmalara neden oluyor. Küresel faizlerin yüksek seyrettiği bir dönemde, kamu borçları artıyor, özel sektör temkinli davranıyor, sermaye akışları yön değiştiriyor. Kripto varlıklar, güvenli liman arayışı içinde değerlendiriliyor ancak taşıdıkları volatilite nedeniyle klasik sistemle entegrasyonları tartışmalı hale geliyor. Kısacası küresel finansal mimari, bir geçiş evresi yaşıyor ve bu evrede kurallar kadar belirsizlik de yeniden yazılıyor.
Beklentiler: Kazanan yok, etkilenmeyen de yok
ABD ve Çin’in karşı karşıya geldiği bu ticaret düzleminde, açık bir kazanan çıkması pek olası görünmüyor. Kısa vadeli avantajlar olsa da, orta ve uzun vadede küresel ticaret sisteminin karşılıklı bağımlılıklara dayandığı bir çağda, bu tür gerilimlerin yaratacağı maliyetler yaygın ve derin olacaktır. En dikkat çekici olan ise bu maliyetin yalnızca ekonomik aktörlerle sınırlı kalmaması. Politik tercihler kurumsal yapıları, ekonomik kararlar toplumsal dengeleri, ticaret yönleri ise jeopolitik haritaları dönüştürüyor. Bu nedenle 2025 sonrası için yapılabilecek en gerçekçi tahmin, kazanmak değil, uyum sağlamak ve direnç geliştirmek olacaktır.