Ticaret savaşları küresel krizle sonuçlanır mı?

Ticaret blokları arasında gerçekten küresel bir krize yol açabilecek kuvvette bir mücadele söz konusu mu?
Ticaret blokları arasında gerçekten küresel bir krize yol açabilecek kuvvette bir mücadele söz konusu mu?

Brexit, AB gibi ticari blokların önemini ve bloklar arası ‘Ticaret Savaşı’ kavramını daha güçlü şekilde gündeme yeniden getirdi. Ticaret savaşlarının yeni bir küresel krize yol açabileceğini dahi düşünenler var.

Son yıllarda piyasalarda haber olarak FED’in önüne geçebilen yegane olay Brexit (İngiltere’nin AB’den ayrılması için referandum) oldu. Bu yazının yazıldığı gün referandum henüz yapılmamıştı. Brexit, AB gibi ticari blokların önemini ve bloklar arası ‘Ticaret Savaşı’ kavramını daha güçlü şekilde gündeme yeniden getirdi. Ticaret savaşlarının yeni bir küresel krize yol açabileceğini dahi düşünenler var.

Ancak ticaret blokları arasında gerçekten küresel bir krize yol açabilecek kuvvette bir mücadele söz konusu mu? İlginç bir şekilde bloklar arası mücadelenin büyük kısmının gelişmiş piyasalar ile gelişmekte olan piyasalar arasında değil; sürpriz biçimde gelişmiş ülkelerin kendi aralarında geliştiğini görüyoruz. En önemli ticari anlaşmazlıkların ABD ve AB arasında yaşanıyor. Örneğin ABD’nin çelik üzerinde uyguladığı gümrük tarifeleri 2005 yılında Dünya Ticaret Örgütü tarafından yasa dışı ilan edildi. Yine AB’nin ABD kökenli ete hormonlar dolayısıyla yasak uygulamasına karşılık ABD de AB et ürünlerine karşı gümrük tarifelerini yükseltmişti. Bir başka büyük anlaşmazlık yine AB ve ABD’nin üyesi olduğu NAFTA arasında uçak üreticileri Boeing ve Airbus arasında yaşanmıştı.

Bu anlaşmazlıklar büyüklük olarak toplamda trilyon dolar mertebesine ulaşamayan anlaşmazlıklar. Oysa günümüzde dünyanın bir yıllık toplam üretimi 80 trilyon dolara ulaşmış durumda. Önemli kısmı gelişmiş bloklar arasında meydana gelen ticaret savaşlarının küresel bir krize yol açması çok mümkün değil. Çünkü artık dünya üretimin neredeyse yarısı Çin, Hindistan, Brezilya, Endonezya, Meksika ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde gerçekleştiriliyor.

Peki, gelişmiş bloklar ile gelişmekte olan bloklar veya ülkeler arasında bir mücadele yaşanıyor mu ve bu mücadele küresel bir krize yol açabilir mi? Hiç kuşkusuz gelişmiş dünya ve gelişmekte olan dünya arasında bir mücadele yaşanıyor. Fakat gelişmiş ülkeler hala birçok bakımdan üstün oldukları için gelişmekte olan ülkelere genelde istedikleri gümrük tarifelerini empoze edebiliyorlar. Ancak gelişmekte olan ülkelerin ticaret savaşından daha da fazla şikayetçi oldukları başka bir savaş yöntemi daha var: Para Savaşları.

Son yıllarda ilk kez 2011 yılında Brezilya maliye bakanı küresel güçlerin uyguladığı bir para savaşından şikayetçi oldu. Bu görüşün sahiplerine göre gelişmiş ülkeler kendi para birimlerini ciddi biçimde ucuzlatarak gelişmekte olan ülkelerin özellikle ABD, AB ve Japonya pazarlarına ihracat yapmasını engelliyorlar. 2008 ekonomik krizinden sonra söz konusu piyasaların merkez bankalarının yaptıklarına bakılınca bu görüş son derece haklıymış gibi görünüyor. ABD merkez bankası FED 200 yıllık Amerikan tarihinde basılan paranın 4 katını 2008’den sonra bastı. Yine AB merkez bankası ECB yılda 1 trilyon euro basılmasını ön gören ucu açık bir parasal genişleme programı başlattı. Japonya ise kendi ölçeğinde ABD ve AB’yi dahi geride bırakan büyüklükte bir para basma operasyonunu hala uyguluyor. Gelişmekte olan ülkeler de kendi çaplarında bu büyük dalgalara karşı kendi operasyonlarını yapmaya çalışıyorlar. Örneğin Çin 2015 yılda kendi para biriminin değerini önemli ölçüde düşürdü.

Elbette trilyonlarca dolar büyüklükleri çoktan aşan para savaşı operasyonlarının küresel kriz yaratma olasılığı ticaret savalarına göre daha yüksek. Fakat gelişmiş ülkeler bu devasa para basma operasyonlarını gerçekten birbirlerini veya gelişmekte olan ülkeleri sıkıştırmak için mi yapıyorlar? Çok açık söyleyelim cevap kesinlikle hayır!

Öyle olsaydı bütün tarih boyunca bu tip büyük parasal genişleme operasyonlarının devam ettiğini görmemiz gerekirdi. Oysa bu operasyonlar 2008 ABD ekonomik krizi ile başladı. Basılan trilyonlarca dolarlık kağıt paraların amacı öncelikle gelişmiş dünyanın finans sisteminin çöküşünü önlemekti. Bunu ardından ABD, AB ve Japonya ekonomilerinin tekrar normal büyüme oranlarına dönmeleri bekleniyordu. Yani amaç gelişmekte olan ülkelerin ihracatını engellemek değildi. Peki asıl hedef başarıla bildi mi? Yine kesinlikle hayır! Trilyonlarca dolar basılmasına ve dünya tarihinde ilk kez 10 trilyon dolarlık negatif faiz uygulanmasına rağmen hiçbir gelişmiş piyasa 8 yıldır normal büyüme ve istihdam oranlarına ulaşamadı. Bu ülkelerde ticari aktiviteler adeta dondu.

Asıl tehlike yapısal deflasyon

Gelişmiş ülkelerin kendi para birimlerini kasten ucuzlatarak gelişmekte olan ülkelerin büyük pazarlara ihracatını engellediği iddia ediliyor.
Gelişmiş ülkelerin kendi para birimlerini kasten ucuzlatarak gelişmekte olan ülkelerin büyük pazarlara ihracatını engellediği iddia ediliyor.

Gelişmiş dünya ile gelişmekte olan dünya arasında bir para ve ticaret mücadelesi yaşanıyor fakat dünyayı bu mücadele değil gelişmiş dünyanın içinden çıkamadığı bu yapısal deflasyon büyük bir küresel ekonomik krize sürükleyecek. Gelişmiş ülkelerde nüfus yaşlandı, çekirdek aile parçalandı, özelde ve kamuda bürokrasi çok yoğunlaştı, yabancılaşma ve depresyon yaygınlaştı, kaynak kullanımı aşırı ve verimsiz boyutlara ulaştı ve gerçek işgücü verimliliği azaldı. Tüm bu yapısal faktörleri değiştirmek gelişmiş ülkelerin geldiği noktada mümkün değil. Gelişmiş ülkeler artık para ile organize edilen ekonomiden bilgi ile organize olan ekonomiye geçiş aşamasına doğru hızla ilerliyorlar. Bu radikal değişim gelişmiş ülkelerin para ile organize olan ekonomilerinin çöküşü ile gerçekleşecek.

Gelişmiş ülkeler saydığımız yapısal faktörleri değiştiremeyecekleri için son 8 yıldır tarihin gördüğü en büyük parasal genişleme ve negatif faiz operasyonlarını yapıyorlar.

Bu operasyonların gördüğümüz gibi hiçbir faydası yok. Fakat özellikle ABD, Avrupa ve Japonya’nın başka hiçbir çareleri de yok. Mümkün olduğunca yapısal deflasyondan kaçmaya çalışacaklar. ABD merkez bankası FED bu yüzden çok beklendiği halde bu sene ciddi bir faiz artışı yapamadı. Muhtemelen AB merkez bankası ECB ve Japonya merkez bankası BOJ devasa parasal genişlemelere devam edecekler ve çok yakında FED de onlara tekrar katılacak. Negatif faiz çılgınlığı da hiçbir işe yaramamasına rağmen hızla yayılacak.

Bu durumda açık bir şekilde görüyoruz: Dünyayı bir sonraki küresel ekonomik krize-ki tarihin gördüğü en büyük kriz olacak-‘Ticaret Savaşları’ ya da ‘Para Savaşları’ götürmeyecek. Dünyayı bir sonraki krize gelişmiş ülkelerin 1991’de yaşanan SSCB’nin çöküşü tarzı bir yapısal çöküşten kaçmak için çaresizce uyguladığı devasa para basma operasyonlarının yol açacağı hiper-enflasyon dalgaları sürükleyecek.

Yinede hiper-enflasyona giden yolda tetikleyici olaylar ticaret ya da para savaşlarından kaynaklanabilir. Bir görüşe göre 1929’da yaşanan büyük buhran ABD ekonomisi çok büyük üretim kapasitelerine ulaşmışken Rusya gibi büyük pazarların komünist devrim nedeniyle kapanması ya da 1.Dünya Savaşını da tetikleyen ticaret blokları arası mücadele nedeniyle gerçekleşmiştir. Bugün çok büyük üretim kapasiteleri inşa etmiş olan ülke Çin’dir. Kapanan pazarlar ise ekonomik kriz ve siyasi mücadeleler nedeniyle özellikle ABD Avrupa ve Rusya gibi büyük piyasalardır. Çin ve ona benzer konumda olan gelişmekte olan ülkeler bu ticaret ve para savaşları ile 1929 tarzı çöküşler yaşamak istemiyorlarsa ihracat yerine kendi dinamik iç pazarlarına odaklanmış büyüme stratejilerine geçmek zorundalar