Türkiye Yüzyılında Türkiye’den beklentiler

1683 yılında Osmanlı Devleti.
1683 yılında Osmanlı Devleti.

Bugün ABD-AB ve Rusya-Çin gibi hakim güçler, bütün ülkelere iki kutuplu bir saf tutmayı tıpkı soğuk savaş döneminde (1947-1991) olduğu gibi dayatıyorlar. Özellikle ABD liderliğindeki Batı Bloku, bitaraf kalmanın bertaraf olma riskini taşıdığını doğrudan ve dolaylı yollarla dile getiriyor. Diğer taraftan enerji kaynakları ve dünyanın üretim ve teknoloji üssü olma yolunda büyük bir kapasiteye sahip Rusya, Çin ve periferisindeki ekonomiler, yani Doğu Bloku, daha reaksiyoner ve defansif olmakla beraber etki alanlarını önemli ölçüde genişletme potansiyeline sahip. Batı Blokunun insanlığa bir yaşam modeli sunmada, geliştirdiği ve dayandığı evrensel ilkeler itibariyle kıyas kabul etmez bir üstünlüğü dikkat çekerken, Doğu Bloku sadece materyalist temelde bir doğal kaynak zengini ve üretim üssü olmada bir kapasite ortaya koyabilmektedir.

İki kutuplu dünyaya doğru: Doğu ve Batı blokları

Prof. Dr. Metin Toprak.
Prof. Dr. Metin Toprak.

Batı Blokundaki ülke topluluğunda Yunan-Yahudi-Roma-Hristiyan-agnostik silsilesine dayalı bir tek tanrılı dinler geleneği, Doğu Blokunda ise pagandeist- agnostik yaklaşımın belirgin olduğu söylenebilir. İnsanlığa bir yaşam modeli sunmada hangi blokun daha başarılı olduğu, insanlara seçme özgürlüğü verildiğinde yaşamlarını nerede sürdürmek isteyecekleri ile cevabı kolayca verilebilecek bir tartışmadır. Bu yönüyle Batı Blokunun gelişmiş ülkelerinin bariz bir cazibe merkezi olduğu görülüyor.

İslam dünyası yeni bir blok olabilir mi?

Gelelim üçüncü seçeneğe. Batı Bloku İslam dünyasını tek tanrılı bir din kültürüne sahip olmasına rağmen çeperin dışında tutmaya özen gösteriyor. Bugüne kadar, birey ve topluluk statüsünde AB ülkelerinde Müslümanlar temsil edilmekle birlikte, devlet statüsünde henüz bir ülke AB üyesi olabilmiş değildir. İngiliz Milletler Cemiyetindeki Müslüman ülkeler ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu himayesindeki Bosna-Hersek ve diğer Müslüman Balkan ülkeleri AB üyesi olmada Müslüman kimlikleriyle öne çıkmada önemli bir mesafe almış değillerdir.

İslam ülkelerinin insanlığa sunacağı evrensel değerler, tarihi medeniyet tecrübesi, doğal kaynakları ve rekabetçi ekonomileri ve yenilikçi teknolojileri bakımından oldukça sınırlı bir kapasitelerinin olduğu görülmektedir. Halbuki, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ülkeleri sahip oldukları doğal kaynakların çeşitliliği ve bolluğu, genç insan kaynağı sayesinde demografik fırsat, yayıldıkları benzersiz alanları itibariyle coğrafi fırsat ve tarihi ve kültürel olarak geçmişlerindeki evrensel birlikte yaşama tecrübeleri benzersiz bir potansiyeli göstermektedir. Türkiye, Mısır, İran, Suudi Arabistan, Malezya ve Endonezya gibi ülkelerin Batı ve Doğu Blokunun öncü ülkeleriyle yüksek etkileşimli ilişkileri bulunmakla birlikte, sürdürülebilir bir entegrasyon veya uyumlandırma mümkün olamamaktadır. Nitekim Türkiye 1965 yılından başlayarak AB üyelik sürecini bugüne kadar düşe kalka sürdürmekle beraber, tam üyelik yönünde somut bir gelecek yol haritası henüz belirlenmiş değildir.

Yeni yüzyılında Türkiye'nin örnek olma potansiyeli

İİT’nin ülkeler topluluğu olarak, mevcut Doğu ve Batı Blokuna benzer şekilde kurgulanması ve birlikte hareket etmesinin pratikte pek mümkün olmadığı söylenebilir. İİT, ekonomik bir oluşumdan ziyade kültürel bir miktar da siyasal gevşek organizasyon formundadır. İİT’nin siyasi niteliği, İsrail’in Gazze’deki kırımının (massacre) da gösterdiği gibi oldukça zayıftır. Bu durumda, Türkiye’nin yeni yüzyılda Türk dünyası, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Balkanlara örneklik teşkil edecek bir misyonla vizyon oluşturması büyük bir ihtiyaçtır.

Yeni vizyonun unsurları

Batı blokunun evrensel değerler olarak takdim ettiği, ancak bütün insanlığın kazanımı olan hukukun üstünlüğü, insan hakları, mülkiyet güvenliği, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi iyi yönetim ilkeleri ile kuvvetler ayırımı ve katılımcı demokrasi gibi ilkeler ve pratiklerin ivedilikle bütüncül bir program dahilinde ele alınması gerekiyor. Kopenhag ve Maastricht kriterlerinin güncellenerek ve güçlendirilerek referans alınması ve Türkiye’nin birinci sınıf bir yaşam modeline sahip olması, uluslararası finans ve yatırımların da yönelmesinde önemli bir ivmeleyici olacaktır. Ne yazık ki Orta Doğuda, Kuzey Afrika’da, Türk dünyasında ve Balkanlarda tabiri caizse Osmanlı milletler coğrafyasında Türkiye’nin dışında bölgesel güç olmanın potansiyel koşullarını ve meşruiyet zeminini taşıyan başka bir ülke ilk elde akla gelmiyor. Bu nedenle Türkiye’nin siyasal, toplumsal, kültürel, ekonomik ve dış politika boyutlarıyla topyekûn bir atılım için bütüncül bir programla yola çıkması ivedilik arz ediyor. Bu bütüncül yaklaşımın, halihazırda yürütülen ekonomik program bakımından önemli bir kaldıraç etkisi olacaktır.