Ücret politikaları ve intikam istifası: İş dünyasında yükselen risk

Ali Saydam.
Ali Saydam.

Yıllar önceydi… Ercüment Karacan, Karacan Yayınları’nın yönetimini oğlu Ali Karacan’a bırakmıştı…

Kısa zamanda Karacan Yayınları’nın Genel Müdürü pozisyonuna getirilmiştim. Bana bir de makam arabası alınmasına karar verildi. Konu tartışılırken rahmetli Ercüment Bey dedi ki;

“Bak Aliciğim, alacağın araba bizim Ali’nin arabasından daha pahalı olmamalı. Hiçbir çalışan patronundan daha iyi koşullarda yaşadığının altını çizmemeli. Ancak para kazanma konusunda bu kural geçerli değildir. Patrondan daha fazla para eline geçebilir. Özellikle de satış yapan kişiler primle bu noktaya ulaşabilirler. Sen de göreceksin. Reklam satış ve pazarlama departmanının başındaki kişi bir gün senden daha fazla para kazanıyor olacak.”

Söyledikleri bire bir çıktı… Karacan Yayınları’nın Reklam, Satış ve Pazarlama departmanının başındaki arkadaşımız Eser Noyan hanımın, yılın pek çok ayında eline geçen para, benim kazandığımdan daha fazlaydı… Ama onun arabası, benimkinden bir model daha aşağıdaydı…

Deutsche Bank haberini okuyunca aklıma o günler geldi…

Banka, 2024 yılı ücret ve prim verilerini açıklamış. Bu arada da ortaya çıkmış ki; bir çalışanın aldığı ücret ve primlerin toplamı, CEO Christian Sewing’in yıllık kazancını ikiye katlamış…

Sewing de bunu kendine dert etmemiş… Ancak, eminiz ki; primlerle CEO’sunun gelirini aşıp geçmiş olan bu çalışanın arabası ve yaşam üslubu, kesinlikle Sewing’inkinden daha mütevazıdır…

Ücret politikası, tabii ki sadece CEO’nun aldığı maaşla belirlenmez… Ancak, Maslow Hiyerarşisi’ne göre ‘çalışan memnuniyeti’ni sağlamada öncelik ücrettedir…

Bunu en iyi bilenlerden birisi de anlaşılan Bayer Türk Kimya imiş… Bakın ne yapmış… Firma’nın Petrol İş Sendikası’yla yürüttüğü toplu iş sözleşmesi görüşmeleri sonucunda, işçilerin net ücreti 102 bin TL’ye yükseltilmiş. Sosyal haklar ve ek yardımlarla birlikte çalışanların toplam aylık kazancı 176 bin TL’ye kadar çıkmış.

Keşke bir de çalışan memnuniyeti araştırması yapsalar da attıkları bu adımın yansımalarının olumlu olduğu görüşünü bilimsel olarak da doğrulasalar…

İşin pozitif yanı, olması gerekeni, bekleneni, umulanı, pembe düşleri süsleyen yanı böyle… Bir de tam tersi var… Özellikle düşük ücretle çalışanlar, hak ettiği zammı almadığını düşünenler… Onların memnuniyetini sorgulamak dahi abesle iştigal olacaktır… Zaten buradaki duygu durumu daha çok öfke olmalı ki; ücret konusu başta olmak üzere takdir ve çalışanın huzurunu sağlayacak ofis politikalarının eksikliği bir intikam arayışına itmeye başlamış… “Revenge quitting” diyorlarmış; yani intikam istifası…

Arkadaşlar, konuyla ilgili Cosmopolitan’ın internet sitesindeki yazıyı göndermişler… Bize çok da yeni bir ‘tavır’ gibi gelmedi. Daha doğrusu kendisine hayatı zindan edenleri cezalandırmak için intihar edenleri getirdi aklımıza. Şimdilerde bu öfkenin yaygınlığı artmış olacak ki; adlar konulmuş, nedenleri, kimler arasında daha sık görüldüğü araştırılmaya başlanmış…

Durumun intikam olarak addedilmesinin nedeni, istifa edenin ‘ses çıkarmak’ ya da ‘görülmek’ üzere hareket etmesiymiş… Tüm şirkete gönderilen epostalar, LinkedIn’den yayınlanan istifa mektupları ya da sosyal medya hesaplarından yayınlanan mesajlar… Özetle, kendisine yapıldığını düşündüğü haksızlıkları bir bir sıralıyor, istifalarını idari bir işlem olmanın ötesinde, bir manifestoya, intikam hamlesine çeviriyorlarmış…

Al sana itibar krizi… Olur mu; olabilir tabii…

Peki ne yapmak gerek?

Çalışanların mutluluğunu bir etik yaklaşım, bir değer olarak benimsemeyi becerememiş olanların en azından şunu gözetmeleri gerek:

Mutlu Çalışan = Üretkenlik = Hizmet Kalitesi = Müşteri Memnuniyeti = Yüksek Satış, Yüksek İtibar ve Firma Değeri

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.