Ukrayna Savaşı ve ayrışmanın sonuçları

Dımıtrıos Trıantaphyllou.
Dımıtrıos Trıantaphyllou.

Ukrayna’da Rus yönetiminin umarsızca devam ettirdiği savaş, dünya genelinde ideolojik, ekonomik, politik ve jeopolitik ayrışmaların artışını da beraberinde getiriyor.

Londra merkezli araştırma ve analiz şirketi Economist Intelligence Unit’e (EIU) göre, ağırlıklı olarak Asya ve Afrika’daki gelişmekte olan ülkeler olmak üzere, dünya nüfusunun üçte ikisi Ukrayna savaşı konusunda tarafsız veya Rusya’nın pozisyonunu destekliyor. Bununla birlikte, Batı’nın Rusya’yı kınama ve yaptırımlar ve diğer cezai tedbirler uygulama konusundaki tutumunu destekleyen veya Batı’nın pozisyonuna sıcak bakan gruptaki ülkeler (örneğin Türkiye), toplam küresel GSYİH’nin yüzde 70’ini oluşturuyor. Bu, dünyada servet dağılımının adil olup olmadığı konusunda bir tartışmayı gündeme getirse de, dikkat edilmesi gereken nokta, bu rakamların savaşın sonucuna bağlı olarak değişebileceğidir. Aslında, bu durumda gerçekleşebilecek iki senaryo var: Ya Rusya Ukrayna’da kaybederek geri çekilecek ve/veya Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin sonunda savaşta ısrar etmenin maliyetinin Rusya için sürdürülemez hale geleceğini anlayacaktır.

Bu da, Batı’nın bugüne kadar göstermiş olduğu birliktelik devam ettiği takdirde, Batı grubunun ve destekçilerinin er ya da geç üstün geleceği anlamına geliyor. Zira, yükselen enerji ve gıda maliyetleri ve Rusya ve Ukrayna’nın bu ürünlerdeki ihracat pazarındaki payı ve nihayetinde oluşacak buğday ve tahıl kıtlığı göz önüne alındığında, uzun süreli bir savaşın maliyeti şüphesiz tüm dünya ekonomilerini etkileyecektir. Elbette, Rusya’nın zafer kazanması gibi bir senaryo da göz ardı edilemez, ancak bu Rusya’nın savaşı sahada kazanma ve Ukrayna’yı teslim alma kabiliyetinden ziyade, Batı birliğinin güçlü bir şekilde ayakta kalıp kalamayacağına bağlıdır. Üye ülkeler arasında Ukrayna’ya gönderilecek askeri yardımın türü konusunda görüş ayrılıkları devam ettiği ve Rusya’nın duruşu değişmediği için, başta AB olmak üzere Batı’daki birlik kesinlik arz etmiyor.

Rus işgalinin Soğuk Savaş sonrası dönemin haritasını yeniden çizmekle ilgili olduğu görüşünü destekleyen üç Baltık devleti olan Polonya, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti gibi Orta Avrupa ülkeleri, yüksek enerji ve tüketici fiyatları açısından ciddi bir ekonomik maliyet getirecek olsa da, Moskova’nın durdurulması gerektiğini düşünüyor. Öte yandan, Almanya, Avusturya ve Macaristan gibi ülkeler, her biri kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan nedenlerden dolayı Ukrayna’ya ağır silah gönderme konusunda daha isteksiz. Büyük kamu borcu olan İtalya ve Yunanistan gibi diğer ülkeler için ise, uzun süren bir savaş ciddi bir ekonomik maliyet anlamına gelecektir. Dahası, Avrupa Merkez Bankası’nın artan enflasyonla mücadele için faiz oranlarını artırması, bu ülkelerin borç ödemelerini geciktirecektir.

Öte yandan Fransa’da, 24 Nisan'da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda Emmanuel Macron’un yeniden seçilmesi, onun destekleme konusunda öncülük ettiği Avrupa projesinin yolunda gittiğini gösteriyor. Ancak, AB üyelerinin tamamı 11 Mart 2022’de yayınladıkları Versay Bildirisi’nde AB’nin savunma kabiliyetlerinin güçlendirilmesi, Avrupa ülkelerinin stratejik özerkliğinin artırılması, Rusya’ya daha az bağımlı ve daha fazla çeşitlendirilmiş enerji politikası, gıda güvenliği ve ekonomik kalkınmanın gerekliliğini kabul etmelerine rağmen, AB üyeleri arasında büyüyen çatlakları kapatmak zor olacaktır.

Bazı üye ülkelerin (Hollanda, Almanya ve Avusturya gibi) mali disiplinin devam etmesi yönündeki görüşü şu anda AB’nin ihtirasları ile uyuşmayacağından, yukarıda belirtilen tüm girişimler, AB’nin avronun gücüne güvenerek piyasalardan borç almak zorunda kalacağı anlamına geliyor. Ayrıca, Ukrayna’nın (Moldova ve Gürcistan’la birlikte) AB üyeliği başvurusunun ne kadar hızlı bir şekilde işleme alınacağı ve sürecin nasıl ilerletileceği konusunda da görüş ayrılıkları var.

Bu zorluklar ve ayrılıklar daha da büyüyebilecekken, AB’nin onca acıdan, yoğun müzakerelerden ve iç muhasebeden sonra bunları kapatmanın bir yolunu bulacağına inanıyorum. Ancak, yüzde 32,1’i tarafsız, yüzde 27,6 Rusya’nın tutumuna sıcak bakan ve yüzde 3,9’u Rusya’yı destekleyenler olmak üzere toplam dünya nüfusunun üçte ikisi, Batı’nın Rusya konusundaki sert tutumunu desteklemediğinden, gerçek bir zorluk söz konusu. Batı’nın stratejisindeki kararlılığı ve sonunda Rusya’nın yukarıda bahsettiğim nedenlerle geri çekilmesi, tarafsız birçok ülkenin tutumlarını yeniden gözden geçireceği ve daha kapsayıcı ve çağa uygun, kurallara dayalı bir dünya düzenini güçlendiren yeni bir küresel konsensüs için çalışacakları anlamına gelebilir. Birleşmenin sağlanamaması, kuşkusuz, hiçbir ülkenin kendini sürecin sosyal, ekonomik ve politik sonuçlarından koruyamayacağı daha istikrarsız bir dünyaya kapı aralayacaktır. Kısacası, dünya muallakta kalmış durumda.