Üretim ve ihracatla büyüme modeli

İbrahim Acar.
İbrahim Acar.

Yeni normalde ülkelerin ekonomiyi yönetme biçimleri farklılaştı. Pandemi sarsıntısının yarattığı şokun etkisinden çıkmaya çalışıyoruz ancak eski alışkanlıklardan sıyrılmak kolay değil. Yeni dönemin şartları kimi ülkeleri öne çıkardı, kimi ülkelerin de müesses ekonomik düzenlerini bozdu. Fırsatları kovalama ve yakalama başarısı gösteren ülkeler öne çıkıyor. Bunlardan biri de Türkiye.

Küresel ekonominin yüzde 3,1 küçüldüğü 2020’de ticaret hacmi yüzde 8,2 daraldı. Bu sert kırılmaya rağmen Türkiye geçen yıl yüzde 1,8 büyüme kaydetti. Kovid-19 salgınının yarattığı sarsıntıyı en az hasarla atlatmayı başaran Türkiye, 2021’e daha toparlanmış olarak başlamanın avantajını yaşadı. Bu yılı yüzde 10 civarında bir ekonomik büyümeyle tamamlamaya hazırlanıyoruz. İhracatta öne çıkan Türkiye; dünya ticaret pastasından aldığı payı yüzde 1’in üzerine çıkarmayı başardı. 1980’de yüzde 0,14 ve 2000’de yüzde 0.43 olan küresel ticaretten aldığı pay Cumhuriyet tarihi boyunca il kez yüzde 1’in üzerine çıktı.

Artık Türk ürünleri, dünyanın dört bir yanına daha hızlı ulaşıyor. Sahip olduğumuz kaliteli ürün ve hızlı lojistik hizmeti yatırımcının dikkatini kısa sürede çekti. Birçok Avrupa ülkesi, üretim ve tedarik merkezi olarak artık Türkiye’yi görüyor. Son olarak IKEA, Boehringer Ingelheim, LPP ve DW Reusables gibi uluslararası şirketler ülkemizde peş peşe yatırım kararı aldı. Türkiye’deki teşvik sisteminin sağladığı avantajlar da yatırım çekmede etkili oluyor. Bölgesinin dominant bir ülke haline gelen Türkiye’ye ilgi artarak sürecek.

Bu tarihi fırsatı kaçırmamak için bazı önemli adımlar lazım. Ekonomideki yönetim anlayışının farklılaşması bu adımların ilki belki de. Yüksek cari açığı besleyen ve yüksek faizle çağrılan yabancı sermayeye dayalı kalkınma modeliyle buraya kadar. Ankara da bu temel problemin farkında olmalı. Birçok ülke yüksek enflasyonla mücadele için faizleri artırırken, Türkiye kendi koşulları gereği tam tersini yapıyor. Dış ticaret açığının 23 milyar dolara düşürmenin verdiği rahatlık Türkiye’nin faizleri düşürmesinde elini rahatlatıyor. Yüksek performanslı ihracat artışından kaynaklı döviz girdisi bir başka avantaj olarak öne çıkıyor. Turizmdeki kısmi toparlanmanın katkısı da yavana atılmayacak kadar önemli.

Cari açığı besleyen ve yerli üretim yerine ithalatı önceleyen kur politikalarının faturasını ödedik yıllarca. Geçmişte çokça denenen ve başarısız olan kolaycı modelden çıkışın adımları atılıyor. Yeni kalkınma modeli cari fazla verme üzerine kurgulanıyor. Bunun için faizler düşmeli. Bunun için yerli üretim ve istihdam atmalı. Bunun için ithalat değil ihracat öncelenmeli.

Türkiye’nin bu yılı 212 milyar dolar ihracatla kapatması bekleniyor. Geçen yıla göre yüzde 25’lik bir artışı ifada ediyor bu rakam. İhracatçılar Meclisi’nin Ticaret Bakanlığı ile birlikte belirlediği ‘Uzak Ülke Stratejisi’ dikkat çekiyor. Yeni dönemde Türk işletmeler, hem mevcut pazarlardaki payını artırmak hem de yeni uzak pazarlara ulaşmak için çaba harcayacak. 2026’da ulaşmayı hedeflediğimiz 300 milyar dolar ihracat için ABD, Brezilya, Çin, Endonezya, Filipinler, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan, Japonya, Kanada, Malezya, Meksika, Şili, Tayland ve Vietnam gibi uzak ülkelere yoğunlaşacak ihracatçılar.

İçerde ise ithal ikame ürünlerin üretimi için destekleme mekanizmaları kararlılıkla takip edilmeli. Bölge bazlı teşvik sisteminde filizlenmeye başlayan girişimler yalnız bırakılmamalı. Büyütüp ihracatçı yapalım. İthalatı önleyecek ürünlere teşvik edelim. Üretim ve ihracatla büyüyen modeli güçlü tuttuğumuz sürece pazar ülke değil, pazarlayan ülke oluruz.