Cumhuriyet 100 yaşında

​Cumhuriyet 100 yaşında
​Cumhuriyet 100 yaşında

Türkiye, Cumhuriyetin kurulmasından bu yana, gelişen ekonomilerin büyüme ortalamalarına yakın bir büyüme kaydetti. Bazı yıllar bu ortalamalar aşıldı, bazı yıllarda ise bu ortalamaların altında kalındı. Cumhuriyetin kurulmasıyla başlayan sanayi hamlesi ve küresel ekonomiye entegrasyon, darbelerle ve siyasi istikrarsızlıklarla sürekli sekteye uğratıldı. Son 20 yılda elde edilen siyasi istikrarla ise sadece bir kez Türkiye ekonomisi daralma yaşadı. O da 2008’de yaşanan ABD merkezli mortgage kriziydi. 100 yılda Türkiye’nin ekonomisi GSYH’si 577 milyon dolardan 2023 yıl sonu itibarıyla 1 trilyon doları aşması bekleniyor. Kişi başı gelir ise 45 dolardan 12 bin 415 dolara ulaştı. 1923’te büyük Osmanlı mirasıyla kurulan Cumhuriyet 2023’te dev hedefleriyle ikinci yüzyılı “Türkiye Yüzyılı” yapmayı hedefliyor.

20. yüzyılın başlarında Osmanlı ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayanan, dünya pazarlarına ve yabancı sermayeye açılmış bir yapı gösteriyordu. O dönemde ihracatın içinde tarım ürünlerinin payı yüzde 90'ı aşıyordu, ticaret ve sanayi faaliyetleri büyük oranda azınlıkların elindeydi. Cumhuriyetin kurulmasından hemen önce ise art arda yaşanan savaşlar, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı, ülkeyi ekonomik açıdan da bir hayli yorgun hale getirmişti. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda dünya da büyük bir değişimden geçiyordu. Birinci Dünya savaşı dünyanın pek çok coğrafyasında köklü değişimlerin de kapısını aralamıştı. İmparatorluklar devrinin bittiği bu süreçte dünya tarihinin ilk ‘küreselleşme çağı’ yaşanıyordu. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda yaklaşık 13 milyon nüfusa sahip olan Türkiye'de savaşlar nedeniyle çalışabilecek nüfusunun büyük bölümü de savaşta hayatını kaybetmişti. Savaş yorgunu Türkiye aynı zamanda istihdam açısından da oldukça zayıf konumdaydı.

Cumhuriyet tarihinde dönemsel bazda en yüksek ortalama büyüme oranı yüzde 7.85 ile 1923-1938 döneminde gerçekleşti.

Cumhuriyet döneminin ekonomi politikalarının ilk temelleri İzmir İktisat Kongresi'nde atıldı. Kongrenin ardından imzalanan Lozan Antlaşması'nın ticari hükümleri de ekonomideki belirleyiciliğini korudu. 1929 Dünya Bunalımı ile liberal ekonomik yaklaşımı terk edilerek yerini ‘devletçiliğe’ bıraktı. Bu dönemde ‘Birinci Sanayi Planı’ ile başlayan daha sistematik bir kalkınma süreci İkinci Dünya Savaşı'nın getirdiği şartlarla zorunlu içe kapanık bir sürece girdi. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında kurulan fabrikalardan birkaçı; Ankara Fişek Fabrikası (1924), Uşak Şeker Fabrikası (1926), İstanbul Otomotiv Montaj Fabrikası (1929) oldu. Sanayi alanında yapılan çalışmalarla birlikte 1929-1938 yılları arasında sanayi üretimi yüzde 80 arttırıldı.

Cumhuriyet tarihinde en düşük büyüme ‘1945’ yılında yaşandı

Türkiye İkinci Dünya Savaşı'na girmedİ ancak cephelerde fiilen savaşmanın dışında savaş ekonomisinin koşullarını tüm ağırlığıyla yaşadı. 1940-1945 dönemi iktisadi gelişme sürecinin durması anlamında ‘bir kesinti’ olarak nitelendiriliyor. İkinci Dünya Savaşı'nın bitişi ile Türkiye'nin ABD ve müttefiklerinin yanında yer alması 1945'ten itibaren zorunlu liberal bir ekonomin başlangıcı oldu. Yıl bazında en düşük büyüme oranı da yüzde 15,3 küçülmeyle 1945 yılında yaşandı. 1946 yılı, Cumhuriyet Türkiye'sinin tarihinde hem siyasi, hem iktisadi bakımdan yeni bir dönüm noktası oluşturuyor. Siyasi bakımdan tek partili rejimden çok partili parlamenter rejime geçişin başlangıcı olan 1946 yılı, 16 yıldır kesintisiz olarak izlenen kapalı, korumacı, dış dengeye dayalı ve içe dönük iktisat politikalarının adım adım gevşetildiği bir yıl oldu. Bu dönemde serbestleşmeye yönelen bir dış ticaret rejiminin sonucu olarak iç pazara dayalı bir sanayileşme programı değil, dış pazara dönük ve tarıma, madenciliğe, alt yapı yatırımlarına ve inşaat sektörüne öncül veren bir kalkınma anlayışı benimsendi. 1946-1953 döneminin ana ekonomik göstergeleri, hızlı bir büyüme sürecini yansıtıyor. Yıl bazında en yüksek büyüme oranı yüzde 32.1 ile 1946 yılında elde edilirken, dönemsel bazda en düşük ortalama büyüme oranı ise 1938-1950 döneminde yüzde 2 olarak gerçekleşti.

Türkiye ekonomisi 1939-1945 döneminde toplamda yüzde 33 küçülmüş, savaş sonrası dönem olan 1946-1950 dönemindeyse yüzde 57 büyümüştü. Bunun en önemli sebebi savaş süresince ülke kaynaklarının savunma amaçlı alanlara aktarılması olarak öne çıkıyor. Savaş sonrası dönemde ise bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de oluşan barış ortamında ekonomiler hızlı bir büyüme sürecine girdi.

1954-1961 yılları, ekonominin göreli bir durgunluk içinde dalgalanmalar içine girdiği, ihraç mallarına yönelik talepteki düşme ve dış kaynakların belli bir düzeyi aşamaması yüzünden doğan dış tıkanmaya tepki olarak ithalat sınırlamalarına gidildiği bir dönem olarak gelişti. Bu dönem, kendisinden önceki ve sonraki dönemlere göre, milli gelir büyüme hızının belirgin bir biçimde düşük olduğu bir dönem. Milli hasılanın yıllık büyüme oranlarının ortalaması bu dönem için yüzde 3,7 oldu. 1960 yılında yüzde 5 küçülen ekonomi, 1961 yılında sadece yüzde 1,7 oranında büyüme gösterdi. 1961'de askeri rejim tarafından Türkiye tarihinde ilk defa IMF ile stand-by anlaşması imzalandı. Bu anlaşma kapsamında Türkiye 1961 yılında IMF'den borç aldı. Aynı sene yapılan devalüasyon ile TL dolar karşısında yüzde 40'ın üzerinde değer kaybetti. 1962 ve 1963 yıllarındaysa ekonomi sırasıyla yüzde 6,1 ve yüzde 9,4 büyüdü. 1964 ve 1965 yıllarında ise ekonomi sadece yüzde 4,1 ve yüzde 2,6 düzeyinde büyüme gösterdi.

1981-1993 dönemi bir bütün olarak ele alındığında iktisat politikaları ‘yapısal uyum’ şeklinde adlandırılan serbestleşme boyutunda bir süreklilik yaşadı. Dış ilişkiler bakımından bu dönemin belirleyici özellikleri, ithalatta liberalizasyon, ihracatta çok cömert teşvikler ve döviz kurunda zaman içinde ılımlı tempoda reel devalüasyonları hedefleyen esnek bir kur sistemi. İthalatta miktar kotaları bu dönem içerisinde büyük ölçüde kaldırıldı, gümrük tarifeleri ise indirildi.

Türkiye, son 21 yılda küresel hasıla içerisindeki payını yüzde 0,84'e yükseltti. Cumhuriyetin kurulmasının ardından yaşanan 60 ve 80 darbeleri ekonomi de neredeyse 10 yıl geriye götürdü. Siyasi istikrarsızlıklar beraberinde ekonomik krizleri de getirdi. Sadece siyasi istikrarsızlıklar değil yaşanan küresel sorunlar da Türkiye ekonomisinde krizlere kapı araladı. On yılda bir gerçekleşen krizlerle ekonominin geçirdiği sarsıntılar, 1980’den itibaren 3-4 yıllık bir süreye indi. Bu durum, 2000’li yılların başında siyasal istikrara bağlı oluşturulan kararlı ekonomik hamleye kadar devam etti. Makroekonomik istikrarın tesisi ile birlikte Türkiye’nin küresel ekonomi ile entegrasyon hızında da belirgin bir artış yaşandı. 2000’li yıllara bankacılık krizi ile giren Türkiye, Kasım 2002 seçimleri ile ekonomide atılım hamlelerine başladı. 20 yıllık dönemde 2001 ve 2008 olmak üzere iki büyük kriz yaşayan Türkiye, tüm zorluklara rağmen ekonomik büyüklüğünü 900 milyar doların üzerine çıkarmayı başardı. Türkiye, 1982-2002 yılları arasında ortalama yüzde 4 büyürken, 2002-2022 yılları arasında yüzde 5,5 büyüme kaydetti. Son 21 yılda, her yıl ortalama yüzde 5,5 ile dünya ortalamasının üstünde bir performansla büyümeyi başararak küresel hasıla içerisindeki payını yüzde 0,69’dan yüzde 0,84’e yükseltti. Son 21 yılda Türkiye ekonomisi sadece ABD merkezli 2009 Mortgage Krizi döneminde daralma kaydetti. 2009 dışında son 21 yılda daralma yaşamayan Türkiye ekonomisi, 2002’de 200 milyar dolar seviyesinde olan GSYH’si 2022 itibarıyla 900 milyar doları aştı. Kişi başına düşen milli gelir ise 3 bin dolar seviyesinden 10 bin doların üzerine çıktı.

Türkiye satın alma gücü paritesini ise AB ortalamalarının yüzde 42,82'sinden yüzde 71,8'ine yükseltti. Türkiye makroekonomi istikrar ve yapısal reformların etkisiyle büyümeye, toplam faktör verimliliği de büyük katkı sağladı. Kamu borcunun oranının milli gelire oranı 2002 yılında yüzde 70'leri aşmışken 2022'de bu oran yüzde 30'lara geriledi. Bütçe açığının milli gelire oranı ise 2002'de yüzde 11'ler seviyesindeyken 2022'de bu oran yüzde 1'e geriledi. 2002'de 36 milyar dolar olan ihracat 2022'de 254 milyar dolara yükseldi. 2028'de ise ihracatın 400 milyar dolara yükseltilmesi hedefleniyor. Türkiye'nin ilk OSB'si olan Bursa OSB, 1961 yılında açılmış ve 1966 yılında resmi olarak hizmet vermeye başlamıştı. 2002 yılına kadar 70 adet OSB ülkeye kazandırılırken, 2003 yılından 2022 yılına kadar olan süreçte kurulu olan OSB sayısı ise 377 olarak kayda geçti.

Teknoloji yoğun bir üretim yapısına doğru yönelimin etkileri Türkiye'nin ihracatının yapısında da kendisini hissettiriyor. İhracatın teknolojik yapısındaki değişiklik Türkiye'nin küresel işbölümündeki rolünün biçim değiştirdiğinin bir göstergesi. Cumhuriyetin ilk yıllarında tarım ve tekstil gibi emek yoğun sektörlerde bir üretim üssü olarak anılan Türkiye, bugün otomotiv ve makine gibi daha ileri teknolojili ürünlerin üretilebildiği bir ülke olarak tanımlanıyor.

OVP ile yüksek gelir grubuna geçilecek

Ekonominin 2024, 2025 ve 2026 yıllarına ilişkin yol haritasını belirleyen Orta Vadeli Program (OVP) üç yıllık süreçte temel verileri, hedefleri ve öngörüleri içinde barındırıyor. On İkinci Kalkınma Planı (2024-2028)'nın genel çerçevesiyle uyumlu olarak, büyüme, istihdam, fiyat istikrarı ve kamu maliyesi gibi makroekonomik ve finansal istikrarı güçlendirmeyi ve ekonominin farklı dayanaklarının nasıl geliştirileceği de OVP'de yer alıyor. 2024-2026 yılları arasındaki dönemi içeren program, fiyat istikrarı temelli olarak tasarlandı. Enflasyonun orta vadede tek haneye düşürülmesi, iş ve yatırım ortamının iyileştirmesi ve mali disiplinin korumasını odağına alan program, afetlerle etkin mücadeleyi konu ediniyor. 2026'da yüzde 8,5'lik enflasyon, 1.3 trilyon dolarlık milli gelir, yüzde 9,3'lük işsizlik, 15 bin dolara yaklaşan kişi başı gelir ve 300 milyar dolarlık ihracat hedefini ortaya koyan program yeşil dönüşüme de vurgu yapıyor. Orta gelir tuzağından refah artışı ve gelir dağılımındaki iyileşmenin sağlanmasıyla çıkabilecek olan Türkiye'nin yeni dönemde yüksek teknolojiye dayalı üretim tekniklerine ağırlık vermesi bekleniyor. 2002-2023 döneminde Ar-Ge'ye 151 milyar dolar harcayan Türkiye, OVP (2024-2026) döneminde 60 milyar dolarlık daha Ar-Ge yatırımı yapmayı planlıyor.

Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında 100 yıl önceki heyecanla çalışıyoruz

Her ülkenin tarihinde dönüm noktaları vardır. Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim 1923 Türkiye için işte öyle bir anlam taşıyor. Cumhuriyet aynı zamanda bilimsel bilginin ışığında aydınlanma, çağdaş uygarlıklar düzeyine ulaşma ve demokratik bir ortamda toplumun ekonomik kalkınma vizyonunu ifade ediyor. Atatürk, askeri ve siyasi alanlarda kazanılan zaferlerin, ekonomik kalkınma ile desteklenmediği sürece kalıcı olamayacağını biliyordu. Bu gerçeği, daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce topladığı İzmir İktisat Kongresi’nde ‘Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmazsa devamlılığı sağlanamaz’ sözleriyle dile getirmişti. Ülkemizin

mevcut potansiyeli ve donanımlı insan kaynağımızla çok daha fazlasını başarabileceğimizi biliyoruz. Bu özgüvenle Türkiye’yi ihracatta ilk 10 ülke arasına çıkarma vizyonunu benimsedik. 2026’da 302 milyar dolarlık ihracat hedefini yeni süreçte ilk önemli sınav olarak değerlendiriyoruz. Hedeflerimize ulaşabilmemiz için kilogram birim değerimizi en kısa sürede 2 doların üzerine taşımamız gerekiyor. Birim değeri artırmanın yolu yüksek teknolojinin imkânlarını kullanmaktan, inovasyondan, tasarımdan ve markalaşmaktan geçiyor. Küresel ticaretteki değişim ve dönüşüm sürecini fırsata çevirebilmek için ihracatçı birliklerimizle yoğun bir mesai harcıyoruz. İnanıyorum ki bu süreçten daha da güçlü çıkarak Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında Türkiye’yi ihracatta ilk 10 ülke arasına taşıma hedefine emin adımlarla ilerleyeceğiz.

Cumhuriyetimizin ilanının 100'üncü yıldönümü yakın geleceğimizin ‘Kızıl Elması’ olacaktır

İş dünyası temsilcileri olarak, Cumhuriyetimizin ilanının 100’üncü sene-i devriyesine yaklaştığımız şu günlerde; bilhassa son 20 yılda atılan adımlar neticesinde tam 100 yıl önce ortaya koyulan “muasır medeniyetler seviyesine ulaşma” hedefine yaklaşmış olmaktan mutluluk duyuyoruz. Cumhuriyetimizin ilan edildiği 1923 yılında 51 milyon dolarlık ihracat hacmine sahip olan, Türkiye; bugün ihracatta 250 milyar dolar sınırını aşmış, 85 milyonluk nüfusu ve 31 milyonu aşan istihdamıyla, büyük bir güce dönüşmüştür. Son 20 yılda ekonomiden altyapı ve şehirleşmeye, eğitimden sağlığa kadar birçok sahada oldukça büyük atılım yapan Türkiye'nin, bu başarısını önümüzde dönemde de

sürdüreceğine ve 2'nci yüzyılında Türkiye'nin, orta gelir tuzağını aşarak, dünyanın en büyük 10 ekonomi arasına gireceğine olan inancımız tamdır. Bu noktada Türkiye Yüzyılı’nın özellikle ilk çeyreği, oldukça kritik bir öneme sahiptir. Önümüzdeki 25 yıllık bu süreç, ülkemizin 2053 vizyonu istikametinde ilerleyeceği çok önemli bir dönemeçtir. İstanbul’un fethinin 600’üncü yıldönümü olacak olan 2053, aynı Cumhuriyetimizin ilanının 100’üncü yıldönümü olan 2023 yılında olduğu gibi; büyük idealler ve bu ideallere yönelik belirlenen stratejilerle, yakın geleceğimizin “Kızıl Elması” olacaktır. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde ekonomi yönetiminin atmakta olduğu adımlar sayesinde, 2023’ten 2053’e giden bu yolda; sağlam sanayi altyapısı, nitelikli insan kaynağı ve yenilikçiliği ekosistemi sayesinde Türkiye, dünya ortalamasının üzerinde bir büyümeye devam edecektir.

Az zamanlara çok ve daha büyük işleri sığdırmak zorundayız

Cumhuriyetin ilk yıllarında 13 milyonluk bir Türkiye idik, şimdi 85 milyonuz. Kişi başına düşen milli gelirimiz 1923’te 45 dolardı, bugün 10 bin dolar civarında. 1923’te 50 milyon dolar ihracat yapıyorduk, 2022’de 255 milyar dolara ulaşmayı hedefliyoruz. 19 milyar liralık GSYH’mız da 2 trilyon liraya ulaştı. Bunlar büyük rakamlardır. Bu rakamlara Türk özel sektörünün gayretleriyle ulaştık. Bu rakamlar önemlidir ama bizim için yeterli değildir. Bizim için Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına nasıl başlayacağımız ve bu yeni yüzyılın ilk yıllarında nasıl bir temel atacağımız çok stratejik bir anlama sahiptir. Biz Atatürk’ün Cumhuriyet’in 10. yılında söylediği “Az zamanda çok ve büyük işler yaptık” sözünden ilhamla, asıl bundan sonraki yıllarda az zamanlara çok ve daha büyük işleri sığdırmak zorundayız.

Zira dünya, birinci sanayi devriminden bu yana belki de tarihininen büyük ve en hızlı dönüşümünün arifesinde bulunuyor.

Dijital çağ, çok daha hızlı, çok daha üretken ve çok daha rekabetçi dinamikler üzerinde yükseliyor. Hepimiz yakından izliyoruz: Yapay zeka, blockchain, nesnelerin interneti ve metaverse gibi güçlü yeni teknolojiler, geleneksel sistemleri, kurumları ve yaşam biçimlerini sarsmakla kalmadı, dönüştürmeye de başladı. Dünyanın dört bir yanındaki şirketler, büyük bir süratle dijital ekonominin temel yapı taşlarını döşüyor.