Abdülhamid’e karşı ulemanın muhalefeti

İHSAN AKTAŞ
Abone Ol

Klasik Osmanlı devlet düzeni üç ayak üzerine kuruludur: Ilmiye, Kalemiye ve Seyfiye…Bunların oluşturduğu denge yeniçerilerin ilgasıyla bozulmuş, Tanzimat’ın ilanından sonraise Kalemiye ve Seyfiye konumlarını güçlendirirken, ilmiye sınıfı önemli oranda güçkaybına uğramıştır.

II. Abdülhamid devrinde ulemâ ekseninde baş gösteren, homojen bir yapı arz etmeyen muhalefet hareketi, devrin dinamikleri açısından dikkatle incelenmelidir.

İslami düşüncenin öncü münevveri: Namık Kemal
Cins

Son dönem Osmanlı ulemasının II. Abdülhamid’in siyaseti karşısındaki tutumunu anlamak için her şeyden önce ulemânın Tanzimat sonrası dönemde içine düştüğü durumu tespit etmemiz lazımdır.

Klasik Osmanlı devlet düzeni üç ayak üzerine kuruludur: İlmiye, Kalemiye ve Seyfi ye… Bunların oluşturduğu denge yeniçerilerin ilgasıyla bozulmuş, Tanzimat’ın ilanından sonra ise Kalemiye ve Seyfi ye konumlarını güçlendirirken, İlmiye sınıfı önemli oranda güç kaybına uğramıştır. Ulemânın toplumsal gücünü ve fonksiyonunu yitirdiği bir dönemi incelediğimize göre, ulemanın endişelerini ve statü kaybından doğan kendini ispat kaygısını, o dönemde ulemanın tavrını etkileyen faktörlerin ilk sırasına koymamız icap eder.

II. Meşrutiyete giden yolda İttihatçıların ulemâ ile ilişkisi kullanışlılık temellidir. Nitekim II. Meşrutiyetten Cumhuriyete evrilen süreçte bu durum daha net görülecektir.

Öte yandan Tanzimat’la ortaya çıkan Batı etkisindeki yeni aydın tipinin, modernleşmenin prototipi olarak ulemanın karşısına dikilmesi, ulemanın da bu güçlü dalga karşısında Batı menşeli hürriyet, müsavat kavramlarının da tesirinin etkisinde kalarak pozisyon almak durumunda kalması ulema sınıfından insanların tavrını belirlemiştir.

Jön Türk basınında özellikle Mısır’da ulemadan Hoca Muhyiddin, Hoca Kadri ve diğerlerince müstear isimle veya isimsiz olarak yayımlanmış yazılar incelendiğinde II. Abdülhamid’e karşı ulema muhalefetinin ne denli ciddi ve güçlü boyutta bulunduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bazı Ulemânın Meşrutiyetçi fi kirler bağlamında öncü bir rol üstlenmek çabasında oldukları da görülmektedir. Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye vekili Köprülülü Şeyh Aliefendizâde Hoca Muhyiddin imzasını taşıyan ve Sultan II. Abdülhamid’e takdim edilen 27 Cemeziyelâhir 1314 / 21 Teşrinisâni 1312 tarihli bir ariza bu çabanın bir örneğini teşkil etmektedir.

“Padişahım!” nidasıyla başlayan ariza aslında bir ültimatom iken, padişaha bir ıslahat teklifi ve uzlaşma çağrısı gibi takdim edilmiştir. Arizanın şu kısımları oldukça ilginçtir. “Şayed Meclis-i Mebusan’ın küşadı (açılması) arzusu nezd-i şâhanelerince (tarafınızdan) bu defa da red buyurulacak olursa idare-i hâzıranın seyyiâtıyla Mevsut idarenin günahları sebebiyle) hükümet-i İslâmiyenin mahvı muhakkak olduğundan anın kurtarılması uğurunda sa’y (mücadele, gayret) vacib görülüyor...” “Usûl-i hâzırayı Kanun-ı Esasi’nin mütekeffi l olduğu usûl-i adalete ifrağ buyurunuz, cümlemiz maiyyetiniz olalım! Sizi yeniden muhyi-i din u millet bilelim...”

  • “Bu dinin her yüz senede bir müceddid ile ihyası va’d olunmuşdur. Bu müceddidlik sıfatını haiz olmağa şitâb ediniz! (koşunuz) Bu asrın müceddidi Allahu a’lem bu Meclis’i küşad ve millet-i İslâmiyeye hürriyet veren olacaktır.”

Kanun-ı Esasi çevresinin neşrettiği önemli bir risale de Hilafet ve İmamet Risalesi’dir. Osmanlı Devleti’nin İslam dünyasındaki itibarını sarsmak gayesiyle ilk defa Hindistan’daki İngiliz görevliler tarafından siyasi bir manevra olarak gündeme getirilen, ardından Londra basınına taşınan “hilafetin Kureyşiliği” ve dolayısıyla Osmanlı halifesinin meşru halife olmadığı tezi kısa süre sonra, II. Abdülhamid’in hilafetini toplumda kuşkulu hale getirmek amacıyla Hoca Muhyiddin tarafından bu risalede ele alınmıştır.

II. Meşrutiyete giden yolda İttihatçıların ulemâ ile ilişkisi kullanışlılık temellidir. Nitekim II. Meşrutiyetten Cumhuriyete evrilen süreçte bu durum daha net görülecektir. İttihatçılar, ulemâdan gerek ulema gerekse toplumsal zeminde oluşabilecek muhalefeti kırmak için yararlanmışlardır. Ancak hareket içinde etkili konuma gelmelerini de arzu etmemişlerdir.

Sultan II. Abdülhamid Han

Rıdvan Özdinç’in tespit ettiği gibi, “kendi çocuklarını büyütmüş olan Tanzimat bu aşamadan sonra ulemânın meşrulaştırıcılıktan öte bir role sahip olmasını istememiştir. Ulemânın II. Mesrutiyet devrine sıcak bakması hem sahip olduğu pozisyonun gereği hem de yeni dönemle ilgili beklentileriyle ilgilidir.

Bu noktada zamanın cereyanlarının devletin bünyesinde yol açabileceği tahribattan endişe eden Sultanın söz konusu cereyanların etkisinde kalmış ulemâ ile sağlıklı bir ilişki kuramadığı da teslim edilmelidir. Onun döneminde Selefî yönü ağır basan Müslüman aydınlar görüşlerini yaymada gayr-ı resmî sansür ve takibata uğrama tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Onların karşılaştığı en sert muhalefet geleneksel ulemadan geldi. Abdülhamid ve din konusundaki danışmanı Ebu’l-Huda es-Seyyadî, Selefîlerin aksine tasavvuf tarafından yüzyıllardır biçimlendirilen geleneksel anlayış taraftarıydı. Abdülhamid Pan İslamizm siyasetini de tasavvufi kanallardan İslam dünyasında yerleştirmeye çalıştı.

II. Abdülhamid’in hallinden sonra imparatorluğun içine düştüğü durum, pek çok aydını olduğu gibi ulemadan bir kısmını da derinden sarsmıştır. Ancak iş işten geçmiş, Kurtuluş Savaşında da kitleleri mücadeleye ikna etme fonksiyonunu başarıyla yürüttükten sonra, Cumhuriyetle birlikte tamamen etkisizleştirilerek sistem dışına itilmişlerdir.

Milli mücadele ve İslamcılar
Cins

Ulema sınıfının bazı temsilcileri Cumhuriyetten sonra da toplumu sistemin arzuları doğrultusunda bazı uygulamaların meşruiyetine ikna edebilmek için rol almışlardır. İslami hareketlerse, özellikle 1970’lerin başından itibaren, Abdülhamid’in yatırım yaptığı alandan, tasavvuf tarikiyle yeniden fi lizlenmişlerdir. Zira, halkın elinde bir tek o kalmıştır.