Canı sıkılan nişancı: Higuita

GÜVEN ADIGÜZEL
Abone Ol

Futbola forvet olarak başlamış Higuita gibi bir kaleci için, kafasının üstünde yükselen o üç direkli hücreye kapatılmış olma duygusu, fazlasıyla can sıkıcı bir hâldir. Rakip takımın ceza sahasında çılgınca koşturmanın cazibesi, okul takımının golcüsüyken, sakatlanan bir kalecinin yerine geçmesi ile panter olduğunun anlaşılmasının aynı güne denk gelmesi gibi ilginç bir meseleyi kapsıyor çünkü.

Rene Higuita Zapata. Her seferinde kalesinden çok uzakta anlamlar ararken yakalanmış bir kaleci, kendi sahasında kendisiyle baş başa. Roman kahramanı değil, özgürlük savaşçısı da. Ağustos yağmuru belki. Ya da dünyanın en karizmatik nüfus kâğıdına sahip futbolcularından biri. Wembley’den dünyaya doğru akan köpüklü bir deniz. Neredeyse adıyla birlikte anılan o çılgın “akrep vuruşu” hareketiyle 1995 yılındaki tüm jeneriklere el sallayan Higuita, akıllara bu anarşist akrep selamıyla kazınmış olsa da, onu anlamaya başlamak için Wembley’den 1 yıl öncesine gitmek şart. Bazı hikâyeler kendi içine doğru düğümlenir. 1994 Dünya Kupası. Kolombiya kupanın gizli favorilerinden. Valderrama ile Aspirilla iki avcı gibi pusuda, her şey çok yolunda ve kalede Oscar Cordoba. Kolombiya için bir faciayla sonuçlanacak olan Amerika-94’ün kadrosunda uluslararası bir şöhrete sahip kalecileri Rene Higuita’nın yer almaması her yönüyle ilginç sayılırdı aslında.

Hareketleriyle tribünleri heyecanlandıran “renkli” futbolcular ekolünün son temsilcilerinden sayılacaktır, lâkabıyla da müsemma; “El Loco” (Deli).

Bir önceki kupada (İtalya-90) yaptığı çılgınlıkların üstüne Kamerun aslanı Roger Milla’yı çalımlarken kaptırdığı topun gol olması gibi talihsizlikler de eklenince, aforoz edilmesi beklenmiş ancak Kolombiya halkının gözünde sempatisini yitirmek şöyle dursun, çoğunluk ona kızmamıştır bile. Hareketleriyle tribünleri heyecanlandıran “renkli” futbolcular ekolünün son temsilcilerinden sayılacaktır, lâkabıyla da müsemma; “El Loco” (Deli). Evet, Akrep Kral Amerika-94’te yoktur. Higuita’nın Pablo Escobar’la olan dostluğu herkes tarafından bilinen bir hikâye, elbette Escobar’ın “kendine özel” hapishanesinde ağırladığı futbolcular arasında Higuita da vardır. Maradona’nın bile uğradığı nam-ı diğer Escobar Stadyumu, Pablo ile Higuita’nın buluşma noktası olarak kayıtlara geçer. Aralarında bir babaoğul ilişkisi olduğu bile söylenecektir. Escobar başta olmak üzere birçok kartel üyesiyle doğal tanışıklığı olan bir kaleci, oyuncu-kaleci, eski forvet, daima ileri.

Oyun’un kendisinin ve elbette Kolombiya’nın sert gerçekleri vardı. Aslında Medellin’in yoksul gettolarında büyümüş bir çocuk için gereğinden fazla normal bir hayat bu. Ama Medellin Karteli tarafından kaçırılan Claudia Molina isimli bir kız çocuğunun serbest bırakılmasına aracılık etmek gibi ziyadesiyle tehlikeli ilişkilere bulaşma gafletine düşünce, bu 7 aylık bir hapis cezası olarak geri döner Akrep Kral’a.

  • Özgürlüğünü yeniden kazanmak için açlık grevini bile göze almıştır, büyük protestolar eşliğinde cezasını yatar. O içerdeyken Escobar öldürülmüştür. Hapisten çıktığında her şey için çok geçtir artık. Los Cafeteros (Kahveciler), Amerika 94’e uğurlanırken, Hagi’nin, Cordoba’nın üzerine doğru sol çaprazdan insafsızca yolladığı bazukalarına karşı, televizyonunun başında sinirden purosunu ısırmak düşecektir bahtına. Wembley’den 1 yıl önce bunlar olur. 1995 yılında ise bir Akrep Kral doğar Wembley’de!

Higuita'nın yüzündeki gülümseme

Futbola forvet olarak başlamış Higuita gibi bir kaleci için, kafasının üstünde yükselen o üç direkli hücreye kapatılmış olma duygusu, fazlasıyla can sıkıcı bir hâldir. Rakip takımın ceza sahasında çılgınca koşturmanın cazibesi, okul takımının golcüsüyken, sakatlanan bir kalecinin yerine geçmesi ile panter olduğunun anlaşılmasının aynı güne denk gelmesi gibi ilginç bir meseleyi kapsıyor çünkü. Kaleci olduğuna pişman değildi elbette, ama içindeki forvetin gol atma aşkı her maçta yeniden nükseden bir hastalık gibi sardı Higuita’nın bedenini. Eldivenlerini çıkarmadan karşı kaleye doğru koşmasının anlamı da buralarda bir yerde. Higuita bir kaleci-oyuncu olarak, oynadığı takımların taktiksel düzenlerine direkt etkide bulunup, bu konuda değişiklik yapmalarını sağlayacak kadar baskın bir figür olarak tanındı. Bir libero gibi hareket edip, kalecilerin oyun içinde daha fazla sorumluluk almaları gerektiğine tüm kalbiyle inanıyordu. Evet tüm kalbiyle! Geri pası yasaklayan kuralın “Higuata yasası” olarak anılmasının bir anlamı olacaktı elbette.

Tribünleri hareketlendirecek riskleri almaktan çekinmeyen, kriz anlarında soğukkanlı davranan, rakip takımı baskılayan, çalım atacak bir fırsat arayan, duran topları kaçırmayan, rakip ceza sahasını kollayıp, kartal gibi avını koklayan, gözü daima ilerde, en az kalesini savunmak kadar hücum etmeye âşık bir kaleci. Nabokov’un söyleyişiyle; “yalnız kartal, esrarengiz adam, son kurtarıcı”. Dünyanın en iyisi değildi, ama bu soruya “en iyisi Buffon,” cevabını verecek kadar mütevazi ve gerçekçiydi. Eduardo Galeano Aynalar kitabında Higuita’yla ilgili meşhur “akrep vuruşu”nu merkeze alarak şunları yazmıştı;

Higuita’nın çalıma girişmek, kafasına göre takılmak, kalesini terk etmek, ileriye çıkmak ve gol aramak gibi endüstriyel futbolun hiç hoşlanmadığı affedilmez saldırıları sonrasında inadına gülümsemesi önemli...

“Bir İngiliz hücum oyuncusu kaleye doğru şut çeker. Vücudu yere paralel olacak şekilde zıplayan kaleci önce topun üzerinden geçmesine izin verir, ama hemen ardından akrebin kuyruğuyla aniden sokması gibi topuklarını kullanarak topu geri gönderir. Kolombiya menşeili bu belgeselin fotoğraflarına gerçekten bakmaya değer. Bu fotoğrafların gücü yansıttıkları sportif kahramanlıkta değil, kutsal şeylere karşı affedilmez saldırısını gerçekleştirirken ağzı kulaklarına varan Higuita’nın suratındaki gülümsemede gizli.”

Galeano’nun gördükleri mühim: “Kutsal şeylere karşı!”. Mesela, oyun ciddiyeti, uyulacak kurallar, kolektif ruh, hata yapmama mecburiyeti, yani kazanmanın bizzat kendisi. Higuita’nın çalıma girişmek, kafasına göre takılmak, kalesini terk etmek, ileriye çıkmak ve gol aramak gibi endüstriyel futbolun hiç hoşlanmadığı affedilmez saldırıları sonrasında inadına gülümsemesi önemli, çünkü verdiği tüm fotoğraflardaki sınamış gücünü buradan alıyordu. 1995’te Wembley’de verdiği akrep selamıyla Galeano’nun kalbini çalan Higuita, oldukça profesyonel davranarak çılgınlığını aslında nasıl bir korunaklı alanda yaptığını şu sözlerle anlatacaktı; “Futbolda izimi bırakmak istedim. “Akrep kurtarışı”nı uzun zamandır yapmak istiyordum. Ama bunu önemli bir karşılaşmada yapmalıydım. O karşılaşmada yan hakemin bayrak kaldırdığını gördüm, tam zamanıydı. Kurtarışı yapamamış olsaydım da gol sayılmayacaktı.”

Çirkin Rene'in romanı

Nabokov nasıl diyordu; “Kalenin önünde, parmaklarının ucuyla bir saldırıyı yıldırım gibi defetmek için gösterişli bir dalış yaptığında, bu anı yakalamak isteyen fotoğrafçılar saygıyla diz çöker.”Higuita yıldırım gibi dalışlarıyla birlikte, meslektaşlarına attığı eşsiz frikikler, kullandığı penaltılar ve uzaktan şutlarıyla da fotoğrafçılar tarafından tanınacaktır. Çıktığı 235 lig maçında 30 gol atıp, 68 kez giydiği milli takım formasıyla 8 kez fileleri havalandırmış bir kaleciden bahsediyoruz. Dünyanın en golcü 4. kalecisi. Ama çılgınlıkta ilk sırada olduğundan kesinlikle emin. Şöhreti kıta dışına taştığında şansını Avrupa’da denemeye karar vermişti. Kalesini her zaman, kıtasını yalnızca bir kere terk etti Higuita.

Futbolda izimi bırakmak istedim. “Akrep kurtarışı”nı uzun zamandır yapmak istiyordum.

Başka bir İspanyolcaya, yani Real Valladolid’e transfer olduğunda işler pek yolunda gitmedi, bu aksana alışamayarak Kolombiya’ya geri döndüğünde, elbette Medellin’e, Atletico Nacionel’e koşacaktı. Higuata koştu, koştu ve sonunda 2005 yılında emekli oldu, ama 2007’de tekrar geri döndü. 2010’da gerçekten emekli olmaya karar verdiğinde nihayet 43 yaşındaydı, kalede durmaktan sıkılmış, rakip ceza sahasında koşturmaktan yorulmuştu. Medellin’de 20 bin kişinin önünde artık imzası hâline gelen son “akrep vuruşu” ile jübilesini yaptığı o görkemli maçta yine boş geçmeyerek, attığı harika bir frikik golüyle hikâyesini hitama erdirdi. Forvet olarak başlamış, yine öyle bitirmişti. Çirkin Rene noktayı koydu! Haziran 2017’de “Hayattaki en büyük hayalim Atletico Nacional’e dönmekti” sözleriyle bir kez daha geldiği Atletico Nacional’de artık kaleci değil, kaleci antrenörüydü.

  • Her seferinde kovulup, yine her seferinde geri dönmeyi başardığı çocukluk aşkına kavuşmuştu. Jose Rene Higuita Zapata. Uzun kabarık saçları, ideal olmayan fiziği ve kara bıyıklarıyla unutulmaz akrep kral. Bir TV şovu için 7 farklı estetik ameliyatla yüzünü değiştirip, saçlarını kestirerek o çok sevilen imajını yenilemesini; “Çirkin Rene olmaktan bıktım, artık yakışıklı Rene olmak istiyorum” sözleriyle savunacaktı.

Çirkin ve çılgın. Fiziğiyle başka bir adam olsa da ruhu aynıydı, halkın sevgisini hiç kaybetmedi. Hatta FARC Lideri Rodrigo Granda, Higuita’ya şöyle bir çağrıda bulunacaktı; “Rene, her neredeysen sana FARC kongresinden selamlarımı yolluyorum. Bize yardımcı olmanı ve milletvekili adayı belki de devlet başkanı adayımız olmanı umuyoruz!”

Medellin’de 20 bin kişinin önünde artık imzası hâline gelen son “akrep vuruşu” ile jübilesini yaptığı o görkemli maçta yine boş geçmeyerek, attığı harika bir frikik golüyle hikâyesini hitama erdirdi.

Kolombiya havası: Higuita'yla ceza sahası

Atletico Madrid’in stadı Vicente Calderon’un kapanış etkinliğinde “Dünya Efsaneleri” ile “Atletico Madrid Efsaneleri” arasında oynanan dostluk maçında Ronaldinho ile birlikte “Dünya Efsaneleri” karmasında forma giyen Higuita’nın penaltıdan attığı gol sonrasında unutulmaz efsane Ronaldinho ile kucaklaştıkları o an! Belki bir dönemin bitişinin fotoğrafı. Higuita ile Ronaldinho’nun birbirine sarılarak gülümsemeleri! Çok hüzünlü bir an aslında. Endüstriyel futbolun kalıpları içinde hareket etmemiş, tribünlerin sevgilisi olmuş, her zaman oyunun güzelliğini önemsemiş ve varlıklarıyla futbola seyir zevki katmış iki isim. Higuita ya da Ronaldinho, böyle isimlere rastlamak artık çok zor. Bunu doğuracak bir iklim yok çünkü. Higuita’yı neden çok sevdiğimizin cevabı bu aynı zamanda.

Bir dünya ozanı olarak Barış Manço
Cins

Higuita, Gabriel García Márquez tarafından biyografisinin yazılmasını çok istediğini her fırsatta söylüyordu. Hatta “Birbirimizi dinlemeye başladığımız ilk an, konuşmamız iki eski dost gibi olacak” sözleriyle Márquez’i basın yoluyla etkilemeye çabalayacaktı. Ama bu isteğini gerçekleştiremedi. Higuita, Márquez’in Nobel ve Kolombiya bahsinde söylediği şu sözlerinden cesaret almıştı belki de; “Tüm mütevaziliğimle itiraf etmeliyim, bana verilen Nobel Edebiyat Ödülü’nü Kolombiya’nın kaydettiği bir gol olarak görüyorum. O gün maçı kazanan Kolombiya olmuştu.” Futbol hâlâ güzelse, bu güzelliğini Higuita gibi adamlara borçlu. Higuita sürprizdir. Futbol sürprizleriyle güzel. Takımdan ayrı yapılmış tüm çapraz ve düz koşularıyla güzel! El Loco, sıkılan okçu, akrep kral, çirkin Rene!

Çirkin ve çılgın. Fiziğiyle başka bir adam olsa da ruhu aynıydı, halkın sevgisini hiç kaybetmedi.

Atletico Nacional-River Plate karşılaşmasında attığı o golü, aradan geçen bunca yıla rağmen unutulabilmenin bir mümkünü var mıdır? Hayır, yok! Gabriel GarcíaMárquez, Higuita için “canı sıkılan nişancı” tabirini kullanmıştı. Biyografisini yazmasa da 1991 yılında şu cümlelerle çizmişti Rene’nin portresini; “Higuita, bir Kolombiya havasıdır. Kolombiyalıların her şeyi yapma kapasitesi vardır ve bunu her daim çılgınca yaparlar. Aslında bütün Latin Amerikalılara özgü bir şeydir bu. Higuita iyi bir kalecidir. Ama bunun haricinde bilmemiz gereken şey, onun aynı zamanda iyi bir beysbol oyuncusu olduğudur. Higuita sürekli koşmak ister. Topu kaleye gönderemediğinde ise hemen oyundan çıkmak ister. Evet numara çeker. Bu çocukken hepimizin başına gelmiştir. Eğer oyundan sıkılmışsak, topu tekrar kazanmaya takatimiz olmaz.”

Bazı hikâyeler kendi içine doğru düğümlenir.

“Higuita, bize başka kimsenin sahip olmadığı bir şey verdi ve bu avantajı sonuna kadar kullandık. Higuita’yı libero olarak kullandığımızda, saha içinde 11 oyuncumuz oluyordu. Bunu daha önce 1974 Dünya kupasında Hollandalı Jan Jongbloed de yapmıştı. Ancak bir farkla… Hollandalı kaleci, kalesini terk edip topu tehlikeli bölgeden uzaklaştırıyordu. Higuita ise bundan fazlasını yapıyor.”

(Francisco Maturana / Antrenör)