Helal süt faktörü

MELİH TUĞTAĞ
Abone Ol

Fotoğraflar, videolar yeni yeni düşüyordu, ama hiçbir şey net değildi henüz. Tek bildiğimbir şeyler ters gidiyordu. O gece evde otursam, beş buçuk aylık kızım büyüdüğünde onunyüzüne bakamazdım. Zaten evde otursam onun parlak bir geleceği de olmazdı belki. Hanımlagöz göze geldik. “Çıkıyorum ben” dedim. O da “çıkmalısın zaten” dedi.

15 Temmuz gecesi başı hainlik, sonu kahramanlık olan asla unutmayacağım bir geceydi. Bir grup hain, uyuyan kahraman bir milleti tekrar uyandırdı. Aslında meseleye bu açıdan bakınca, kendilerini bize tokatlattıkları için, bu darbeci teröristlere teşekkür etmemiz gerekiyor.

“Hatırladığımızda” başlayacak Türkiye fikri
Cins

15 Temmuz direnişi, dirilişi ve uyanışı ile ilgili muhtemelen herkesin yazdıkları birbirine benzeyecektir. Bu meselede ne olursa olsun, herkesin o gün ve ertesinde yaşadıklarını kayıt altına alması gerektiğini düşünüyorum. Aynı da olsa, kuru bir dil de olsa herkes her hissettiğini yazmalı. Ve herkes her yazılanı okumalı. “Et-tekraru ahsen, velev kane yüz seksen”

Çünkü o gün yaşadıklarımızı aklımıza çiviyle kazımamız lazım. Unutmamamız lazım. Unutmayalım ki, böyle hainliklere fırsat vermeyelim.

İşte böyle zamanlar, helal süt emmiş çocukların zamanıdır. Bu direniş helal süt emmişlerin direnişidir. Bu anlarda birliği sağlayan helal süt faktörüdür.

Unutmayalım ki, hainlerin aklına böyle şeyler geldiğinde bile dizleri titresin. Unutmayalım ki, bir daha uyumayalım, diri olalım, bir olalım.

“Oğlum neredesin?”

O akşam dokuz civarıydı galiba, eve girdim. Gündüz çok yorulmuştum. Biraz dinleneyim, kalkıp yazı yazayım diyordum. Normalde direkt yatağa geçerdim belki, ama yazının acelesi vardı. Her işi geç yaptığım gibi genelde dergi yazılarını da hep son güne bırakırım.

Ne kadar kestirdim bilmiyorum. Saat on bir küsurda çalan telefonla uyandım. Annem arıyordu. Belli bir saatten sonra çalan telefonlar beni tedirgin eder. “Eyvah” dedim, “ya hasta var ya ölüm.”

Annem üzgün ve telaşlı bir sesle “Oğlum nerdesin? Dışarıda değilsin di mi?” dedi.

- Tövbe tövbeee. Uyuyorum anne. Ne dışarısı…

- Oğlum darbe oldu.

Dalga geçiyor sandım. Herhangi bir gecede ne olur deseniz, gece 2’den sonra ulusal kanallarda yayınlanan o kötü korku filmindeki gibi gökten yağmurla beraber köpekbalığı yağabileceğini bile söylerdim. Bir tek, darbe olur demezdim.

- Oğlum ciddiyim. Aç televizyonu. TRT’de kadın bir şeyler okuyor.

Hanıma işaret ettim, hemen televizyonu açtı. Mavi ceketli, sarışın bir kadın bir şeyler okuyordu. Yurtta sulh konserveleri falan…

Bir yandan diğer kanalları karıştırıyorduk, bir yandan da ben twitter’a, facebook’a bakıyordum. Her şey yeni yeni netleşiyordu. Evde duramıyordum. Hızlı bir telefon trafiği yaşadık. Darbe kâbus değil, hakikatten kâbus gibi bir gerçekti.

Fotoğraflar, videolar yeni yeni düşüyordu, ama hiçbir şey net değildi henüz. Tek bildiğim bir şeyler ters gidiyordu. O gece evde otursam, beş buçuk aylık kızım büyüdüğünde onun yüzüne bakamazdım. Zaten evde otursam onun parlak bir geleceği de olmazdı belki. Hanımla göz göze geldik. “Çıkıyorum ben” dedim. O da “çıkmalısın zaten” dedi.

Bu darbe kalkışması selalara karşıydı. Ve halk selalarla yürüyordu.

Bizim mahalle genelde çok sessizdir. Sessizliğini o gece de kimse bozmadı. Mahallenin hep övündüğüm bu tarafı, 15 Temmuz gecesi gücüme gitmişti. Neden kimse dışarı çıkmıyordu ki? “Üstünden savaş uçakları uçarken, kimsenin bir taraflarında pireler uçuşmamalı” diye düşündüm.

Neyse… Hedefim Kısıklı ve köprü tarafına ulaşmaktı. Çünkü birbirinden habersiz, birbirini tanımayan bir sürü arkadaşım oradaydı. Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim: birbirini tanımayan ve köprüye ilk varan, neredeyse herkesi tanıyor olmaktan gurur duyuyorum. Böyle yiğit arkadaşlar nasip ettiği için, Allah’a şükürler olsun.

Baktım ki mahalle sessiz, araç bulamıyorum. Yola yayan çıktım. Koşa koşa ilk hedefim Ümraniye çarşıydı. Yukarı çıkarken, sağda solda marketlere, fırınlara ve bankamatiklere doluşan insanlar vardı. Aralarından koşan bir ben vardım, bir de bayraklarıyla yukarı çıkan tek tük arabalar.

  • Umutsuzluğa düşmedim desem yalan olur. “Ulan” dedim “ulan bu insanlar neden darbecilere karşı direnmek yerine fırından ekmek alıyor ki?”

Bu umutsuzluğum, Ümraniye çarşıya vardığımda yerini gurura ve ağlamaya bıraktı. Meğer zaten bizim has evlatlarımız benden önce merkezlerde toplanmış bile. Geç gelen, aciz olan benmişim. Herkesin elinde bayrak, dilinde tekbir. Kendimi toparladım ve istikamet üzere yürümeye devam ettim.

Selalar ülkesi

Namazgâh mevkiine vardığımda, ilk sela karşıladı bizi. Ter ve gözyaşı birbirine girdi. Göğü selalar donatıyordu. Allahu Ekber!

Es Salatu Ve’s-Selamu Aleyke ya Resullallah!

İşte o an dedim ki: “onlar mağlup oldu.”

Bu toprakların, bu vatanın, bu devletin yeri göğü selalarla kaplı. İnsanının mayası Muhammediyye mayası. Bu devlet yüz yıllardır Hazreti Peygamber’in devleti.

Bu darbe kalkışması selalara karşıydı. Ve halk selalarla yürüyordu. Öyle bir birlik vardı ki sokaklarda, öyle bir tevhid vardı ki, biz bu birliği öyle özlemiştik ki, bir kez de bunun için ağlanırdı. Ağladık da.

Normalde birbirini bakkalda görse pis pis bakacak insanlar, beraber yürüyordu teröristlere karşı. Sakallılar, sarıklılar, bıyıklılar, parmak arası şıpıdık terlikliler, tribal dövmeliler, şortlu kadınlar, kolu façalılar… Hepsi beraber, aynı yöne, aynı amaçla, dayanışma içinde, kol kola yürüyordu.

Genelde böyle anlarda bir kasvet hissederim. İki kişi bağırışsa bile içim sıkılır. O gece oluşan tevhid, öyle bir rahmet olarak yeryüzünde tezahür etti ki, herkesin gönlü ferahtı. Göğüslerini dolduran cesaret tevhid nuruydu. Gazaya yakışır şekilde, gülerek yürüyorduk yekvücut.

Emir komutaya el koyduğunu söyleyen darbeci teröristin kafasını, bir an bile tereddüt etmeden patlatan Ömer Halisdemir.

Kısıklı mevkiine vardığımda telefonlar sıkıntılı, şarjlar bitmiş, iletişim iyice zorlaşmıştı. Kimse ne yaptığını bilmiyordu. Bir sebeple kısıklı mevkiinde konuşlandık. Bir yandan Çengelköy, bir yandan Üsküdar, bir yandan da köprüden haberler geliyordu.

  • Nereye daha çok yardım gerektiğini düşünürken Erol abinin, Erol Olçok’un şehadet haberi ulaştı. Daha kısa zaman önce konuşmuştuk. Muhtemelen ilk niyetimde ısrarcı olsam, köprüye varabilsem onun yanında ben de olacaktım.

Bu sırada kalabalık artmaya devam ediyordu. Her gelen “abi ne oluyor?” diye soruyor. “Asker sivile sıkıyor” cevabını alınca geri dönmek yerine daha da hızlanarak oraya doğru koşuyordu. Vallahi geri dönen, tereddüt eden bir kişiyi bile görmedim. Sabah 04.30’a kadar tek yön insan seli vardı. Bir insan, bir milletin parçası olmaktan ne kadar gurur duyabilirse, o gece Türk olmaktan o kadar gurur duydum.

Gözümüz okur, dilimiz hep söyler: “Müminler kardeştir.” Fakat kalbimiz o kadar geniş olmadığından dilimizden kalbimize düşmez bu söz. O gece sokağa çıkanlar için gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, hepsi kardeşimdi.

Sabah gün aydınlanırken herkesin gözü arkada kalsa da, eve dönüş başlamıştı. Evine dönenlerin yüzünde şehitlerin hüznü ve muzaffer bir mücahit olmanın gururu okunuyordu.

Helal süt faktörü

Sonraki gün fotoğraflar düşmeye başladı. 15 Temmuz gecesi korkup evinden çıkamayanlar, selalardan rahatsız olanlar ve içinden “keşke darbe başarılı olsaydı” diyenler “ama”larla ortaya çıkmaya başlamıştı.

Çenelerini ilk olarak, elinde kemerle sabah köprüde askerleri döven birinin fotoğrafı ile açtılar. Neymiş, masum erleri linç etmemek lazımmış. Oysa o bir linç değil, normal bir patlama anıydı. Zira kemerin altındaki sabaha kadar köprüde ona ateş açan, tankla üzerinden geçen masumluğunu yitirmiş biriydi. Daha fazlasının olması da beklenebilirdi, ama şükür ki, oradakilerin kalbindeki iman buna izin vermezdi ve vermedi de.

Silahsız, çıplak elle, tek silahı cesareti olan, göğsü imanla dolu halktır bizim süper kahramanımız.

Çünkü bu gözler masum erlere dokunulmadığını ve şerefli Türk askerinin kim olduğunu gördü. Biz ne olursa olsun askeri severiz. Genlerimiz ötesine izin vermez.

Mesela ilk anlarda halka ve polise teslim olan bir er vardı. Sesi titreyerek anlatıyordu:

“Abi ben doğuya gidemediğim için üzülen adamım. Hiç vatana ihanet eder miyim?”

Etmezsin kardeşim. Etmedin de. Alnından öpüyoruz.

Ya da darbe yaptığını televizyondan öğrenen bir er vardı. Darbeci olduğunu, halka sıktıklarını öğrenince olduğu yere çöküp “ne yapıyoruz biz” diye ağlamaya başlamıştı. Halk o askeri omzuna alıp her zamanki sloganı attı “En büyük asker bizim asker”. İşte o askerin döktüğü gözyaşı var ya, işte o gözyaşı kurtarır hepimizi.

Ve emir komutaya el koyduğunu söyleyen darbeci teröristin kafasını, bir an bile tereddüt etmeden patlatan Ömer Halisdemir. Bu ismi asla unutmamalıyız. Bir süper kahraman lazımsa bize, işte bu yiğittir bizim kahramanımız.

Silahsız, çıplak elle, tek silahı cesareti olan, göğsü imanla dolu halktır bizim süper kahramanımız.

Tankları durdurma planı yapan, uçaklarla yarışan, ilk gün sokağa çıkmakta tereddüt etmeyenlerdir süper kahraman.

Sen, ben, o, biz, siz, onlar… Hepimiz süper kahramanız artık.

Şimdi ne zaman gözümü kapatsam Ömer Halisdemir’in vesikalığındaki o bakışı geliyor gözümün önüne. Onun bakışlarıyla kuşanıyoruz her gün. O bakışlar dosta güven, düşmana korku veriyor. Hamdolsun.

FETÖ'nün boynundaki balta
Cins

İşte böyle zamanlar, helal süt emmiş çocukların zamanıdır. Bu direniş helal süt emmişlerin direnişidir. Bu anlarda birliği sağlayan helal süt faktörüdür. Ne halde olursak olalım, zor zamanda güzel mayamız bizi doğruya yönlendirir.

O gece kalplerimize sokağa çıkın mesajını gönderene, yüreklerimize cesaret ekene şükürler olsun.