Sezai Karakoç’un şiir şeması Pergünt ile yeniden yorumlanıyor

HÜSEYİN ATLANSOY
Abone Ol

Sezai Karakoç şiir üzerine düşüncelerini kendi şiirine uygulamış ve bu uygulama Pergünt Üçgeni, Pergünt Prizması ve Pergünt Heykeli biçiminde şekillenmiştir.

Sezai Karakoç’a göre şair ahlakı sözünde olmayı ve durmayı beraberinde getirir. Fuzuli, Nedim ve Yahya Kemal bunun örnekleridir. Bizzat tragedyadır şair. Tarih; tabiatın çekiştirdiği bu gerilimin içinde açılan, kapanan ve sözünü söyleyen bir “trajedya kahramanı”dır. Komik diye görülüp resmedilmeye çalışılması durumu değiştirmez. O, bir sanatçı olarak hem şair hem ressam hem müzisyen hem de mimarı bünyesinde toplayandır. Anti-visualdir şair. Görüntüyü, görseli şiirinde kullanabilir ama görüntünün de tuzağına düşmemelidir. Birileri onun bu rolünü kapabilir.

Günümüzde Bergson insanı, Freud insanı ya da toplumcuların insanı şiire de girer. Edebi sanatlar lirizm, poetik akış, insan psikolojisi, Tanrı önünde samimiyet ve şahsi deneyim ile -yani beş aşamada- dengelendiğinde “eser” oluşur. Bütündeki hayal gücü ile parçadaki imaj birbirine karıştırılmamalıdır.

Şairin gelenekle ilgisi önce tanıma, sonrasında da onlarla ve çağdaşlarıyla yarışma biçiminde vücut bulur. “Putları yıkıyoruz!” çığlığı bir bakıma yetersizlik itirafıdır. Gazel ya da kasideler bugün yenilenmiş başka bir form ile devam etmektedir. Çünkü şiirin birimi şiirdir. “Öz” ve “biçim” diye yapılan ayrım sunidir. Sadece biçime dayanan şiir, “geometri”ye indirgenebilir. “Matematik metafiziktir ama metafizik matematik değil.”

Yaşadığı çağın varoluşcularını sorgular Karakoç. O’na göre Sartre’da varlık, özden önce gelir, ayrıca Sartre; insanlık şartı ve “cehennem başkalarıdır” yaklaşımı ile insanı ve hayatı öncelemiş, anti-komünistlere yanaşmamış, başlangıçta bu dünya görüşünde sabit kalmış ancak daha sonra görüşünden kaymış “elastiki” bir düşünürdür. “Camus ise hep bir şekilde direngendir.” görüşündedir. Malraux ise insanlık durumunu Çin’de deneyimlemiştir. Birinde Bunaltı, diğerinde Veba; birinde Başkaldıran İnsan diğerinde “Marksizm ve devrim” vardır ve fonda da 1. ve 2. Dünya Savaşı yer alır. Exupery ise çöllerdedir ve “İspanya’da Çağa Bakan İnsan”ı çiziyordur.

Amerikan edebiyatında ise Thorton Wilder metafizik bir sızıdır. Ama Tennessee Williams tiyatro ve romanlarında, psikanalizin yardımıyla insanı en uç duygu ve davranışlarıyla ele alır. Kızgın Damdaki Kedi, Ezilmiş Petunyalar, İguana Geceleri ve Yaz ve Duman Türkçeye çevrilmiştir.

İvo Andriç’i romancımız olarak selamlar. Ali Hoca karakteri ile Osmanlı insanını ve dış unsurlarını Drina Köprüsü’nde verir. Ne Doğu ne Batı. İslam’daki direngenlik ve sabır müthiştir.

Saint John Perse ise Fransız şiirinin lirizme açılan, sembolizm ile sürrealizm arasında geniş okyanusların büyük çöl ve ovaların şairi olarak bir dinginliği dilendirir.

Sezai Karakoç şiir üzerine düşüncelerini kendi şiirine uygulamış ve bu uygulama Pergünt Üçgeni, Pergünt Prizması ve Pergünt Heykeli biçiminde şekillenmiştir. Bu şema önce 1953-1967 yılları arasında yayımlanmış kitaplarında kademe kademe ilk çevrimini tamamlamıştır. Pergünt Üçgeni, “Monna Rosa” ve “Şahdamar”a; Pergünt Prizması, “Körfez”e özellikle “Balkon”, “Çocukluğumuz” ve “Samanyolunda Veba”ya; Pergünt Heykeli ise Sesler kitabına uzanır. İlk döneminin başyapıtı Sesler kitabıdır. “Sesler”, “Köpük”, “Mevsim Anıtları”, “Fırtına” ve “Ova” şiirleri tam bir Pergünt Heykeli’dir. “Mevsim Anıtları”ndaki anıt sözcüğü heykel sözcüğü yerine tercih edilmiş gibidir sanki.

Bir yazı kaldı demiştim. Sanki son bir yazı daha yazabilirim. Hıdırellez’in yaklaştığı şu günlerde gül muştusuyla yeniden dirilen baharın kitabını bir “Taha” gibi okur ve ıslanırız belki. Geç oldu. Uyku çalışmalıyım.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.