İslami düşüncenin öncü münevveri: Namık Kemal

İHSAN AKTAŞ
Abone Ol

Tanzimat münevverleri arasında Namık Kemal İslamcılık düşüncesinin öncüsü kabuledilmelidir. Ona göre, Müslümanların Batı karşısındaki tavrında esas, ahlâkî ve dünyevîunsurların birbirinden ayırt edilmesidir. Müslümanlar için Ahlaki ve toplumsal değerlernamına Batı’dan alınması gereken hiçbir şey yoktur.

Osmanlı Devleti 17. yüzyılın ortalarından itibaren ki Batı karşısındaki üstünlüğünü her alanda kaybetmiştir. Osmanlı münevverleri Batı karşısında düşülen inkıraz halinden çıkış için farklı arayışlara yönelmişlerdir.

Abdülhamid’e karşı ulemanın muhalefeti
Cins

Türkçülük-İslamcılık-Osmanlıcılık ekseninde, entelektüel derinlik itibariyle seviyesine bugün bile ulaşılması zor bir müktesebat çıkmıştır ortaya. Diğer akımlar mevzuu dışı olduğundan, bu yazıda İslamcılığın Tanzimat sonrası münevverleri ve özellikle Namık Kemal’in düşünceleri etrafında teşekkülüne değineceğiz.

Her şeyden önce İslamcılık günün moda tabiriyle yerli ve milli bir duruş olarak ortaya çıkmıştır. Namık Kemal ve Yeni Osmanlıların başını çektiği akım, Batı karşısında ciddi bir hesaplaşma çabasıdır ve sonraki dönemlerde diğer İslam ülkelerinde ortaya çıkan İslami hareketlerden farklıdır, şümullüdür ve en önemlisi reaksiyoner değil, anlamaya dönüktür.

Batı’nın yükseldiği çağlarda Batı ile münasebetimiz, diğer sömürge aydınları gibi ezen-ezilen ilişkisi içinde değil, tanıdık, bildik, müsavi bir kültür alış verişi içinde gerçekleşmiştir.

Bunun birkaç nedeni vardır. Sömürgeleşen ülkelerdeki İslamcı düşünürler veya liderler bütün fikri çabalarını bağımsızlık mücadelelerine yöneltirken, Osmanlı münevverleri Batı’nın evrensel diye dayattığı değerlerle, kurumlarla, düşüncelerle hesaplaşma içerisinde olmuşlardır.

İkincisi ise, bizim coğrafi olarak Batı’ya en yakın Müslümanlar olmamızdır. Batı’nın son 200 yıldaki inkişafı evimizin bahçesinde gerçekleşmiştir. Batı’nın yükseldiği çağlarda Batı ile münasebetimiz, diğer sömürge aydınları gibi ezen-ezilen ilişkisi içinde değil, tanıdık, bildik, müsavi bir kültür alış verişi içinde gerçekleşmiştir.

Bu dönemde bir grup münevver toplumun ve devlet yapısının yeniden İslami kurallara göre tanzim edilmesi üzerine kafa yormuşlardır. O düşüş anında bile Mecelle gibi bir eserin vücuda getirilebilmesi bu çabaların neticesidir. Son dönem Osmanlı münevverlerinin İslâm’ın siyasi nazariyeleri, İslâm hukuku ile ilgili ele aldığı konular, diğer Müslüman ülkelerde ancak 50-60 sene sonra tartışılmaya başlanmıştır.

Söz konusu münevverlerin açtığı yolda İslamiyet, din olmanın ötesinde ideolojik olarak bir eksen kazanmıştır. Batı ile hesaplaşma içerisindeki bu münevverlerin “İslamcı” olarak vasıflandırılabilecek düşünceleri, muarız ya da muvafık olsun, sonraki fikri tartışmaların da zeminini oluşturmuştur. Bir tarafta Müslüman kalmakta direnen ve İslam’ı hareket noktası alan hareketler, bir tarafta dini/ İslam’ı terakkiye mani, kurtulunması gereken bir kurum addeden ve Batı’da ortaya çıkan düşüncelerin taşıyıcısı akımlar.

Namık Kemal, Batı’nın ne yaptığından ziyade, bizim İslam’ı referans alarak ne ortaya koyabileceğimizle daha alakadardır.

Tanzimat münevverleri arasında Namık Kemal İslamcılık düşüncesinin öncüsü kabul edilmelidir. Ona göre, Müslümanların Batı karşısındaki tavrında esas, ahlâkî ve dünyevî unsurların birbirinden ayırt edilmesidir. Müslümanlar için Ahlaki ve toplumsal değerler namına Batı’dan alınması gereken hiçbir şey yoktur. Nitekim Kemal’e göre İslâm, özüne inildiği ve hakkıyla yaşanıldığı zaman şu an Batı’da bizim hayranlıkla baktığımız ahlaki unsurların da esas kaynağıdır. Birçok Müslüman münevver o dönemin şartlarında yanlış sorular sormuş ve içinden çıkamadığı durumlarda gerçeklerden uzaklaşıp kaybolmuşlardır. Namık Kemal’i diğerlerinden ayıran hususiyeti, doğru sorular sorması ve yeni fikirler ortaya koyabilmesidir. Çünkü Namık Kemal, Batı’nın ne yaptığından ziyade, bizim İslam’ı referans alarak ne ortaya koyabileceğimizle daha alakadardır. Yani soruları daima biz eksenli sormuş ve cevaplarını da öyle vermiştir. Namık Kemal İbret’teki “Medeniyet” başlıklı yazısında bu durumu şu şekilde izah eder. “İktisab-ı medeniyete çalışan akvâm için tamamı tamamına Avrupa’yı taklid etmek neden lâzım gelsin? Bir takım hakâyık-ı ilmiye vardır ki dünyanın hiçbir tarafında değişmez, hiçbir yerde sû-i tesiri görülmez…. -Şimdi biz tervic-i medeniyeti arzu edersek bu kabîlden olan hakâyık-ı nâfi’ayı nerede bulursak iktibas ederiz. Temeddün için Çinlilerden sülük kebabı ekl etmeği almağa muhtaç olmadığımız gibi Avrupalılar’ın dansına, usul-i münakehâtını taklit etmeğe de hiç mecbur değiliz.

  • Balkanların kaybı Hıristiyan unsurların imparatorluktan büyük oranda kopmasıyla Namık Kemal gibi Yeni Osmanlılar, Sultan Abdulhamid ile birlikte İmparatorluğun Müslüman nüfusu arasında birliği esas alan Osmanlıcı İslamcılığa, “ittihad-ı anasır”dan “ittihad-ı İslam”a kaydılar.

Osmanlı aydınlarının “ittihad- ı İslam”, Batılıların “Panislamizm” dediği bu emperyal İslamcılık, aslında geleneksel Müslüman siyasi kimliğinde “milli”nin yeniden ifadesinden başka bir şey değildi. Bugün yaşadıklarımıza da çağrışım yapsın.

Namık Kemal’in yazılarında en çok işlediği konuların başında Hürriyet ve Meşveret gelir. Meşrutiyetin yılmaz bir savunucusu olan N. Kemal, meşveretin kaynağının da İslam olduğunu vurgular. Namık Kemal Meşruti yönetimin kaynağını İslâm olarak belirledikten sonra bazı Avrupalıların “Yeni Osmanlılar iddialarını din üzerine tesis ediyorlar, onlardan hayır me’mul olunmaz” dediklerinde, şöyle cevap vermiştir: “İşte zuhurumuzdan beri efkârımızca bize bulabildikleri kabahat budur. Evet biz din üzerine tesis-i müddea ederiz. Dinin siyasi hükümlerinde gelişmeye engel olacak bir şey görmedikten başka şuna layıkı ile yakîn hasıl ettik ki, vatanı kurtaracak, halkın hürriyetini ortaya çıkaracak bir çare var ise zikrolunan hükümlere müracaattır. Bu bâbda her kimin şüphesi var ise, meydana koysun; Yeni Osmanlılar halline müsaarat eder.”

Milli mücadele ve İslamcılar
Cins

Namık Kemal pozitivizmin etkilerinin olanca ağırlığıyla üzerimize çöktüğü bir zamanda, yerli bir siyaset teorisi üzerine kafa yoran, eşine az rastlanır bir münevverdir. Namık Kemal’in İslamcılığın siyasi bir akım olarak ortaya çıkmasında icra ettiği entelektüel rolün kıymeti çok büyüktür. Döneminde İslâmiyet’i, hem siyasi muhalefetini temellendirirken hem de çözüm reçetelerini sıralarken düşüncelerinin meşruiyetinin temeli olarak ileri sürmüştür.

Önümüzdeki sayıda Abdülhamid İslamcılığı bahsine girmeden, Namık Kemal’in ulema, fıkıh ve İslam terakki ilişkisi bağlamındaki düşüncelerini de özetlemeye çalışacağız.