Yüzüme yazdığım yazılar

SÜLEYMAN UNUTMAZ
Abone Ol

Hayatımdan çıkardığım bir sonuç yok. Paylaşamadığım rüzgârlar var. İnsanlar var okunaksız yazılar misali. Gözleri dağınık ve dolduruyorlar duvarları. İkindi vakti yapılan her yürüyüş soğuktur. İkindilerden kâğıtlara akan adımlarım var.

Parçadaki hayal unsurları

  • "Yalnızlığıma zalimce bir hayranlık duyuyorum."
  • Yaşamak, Cahit Zarifoğlu

Nuh'un gemisine almadıkları
Cins

İzmir Otogarı'nın çıkışında otobüs benzin almak için durdu. Yolculuğun 11.saatiydi ve Turgutlu'ya en az yarım saat vardı. Otobüsten indim, benzinlikte gezinmeye başladım. Ve rüzgârı duydum. Başka bir hayattan yüzüme esen rüzgârı tüm benliğimle duydum. Yüzüme tebessüm, kalbime dirilik veren ve adımlarımı sevinçli bir telaşa çeviren o güzel rüzgârı duydum. Ben dedim, bu rüzgârı böyle duyabildikten sonra hayatım boşa çıkmaz. Bu rüzgâr yorgun bir akşamı yerli yerine koyduktan sonra hayatım hakikaten boşa çıkmaz. İki ellerim ceplerimde ileri geri gezinmeye başladım benzinlikte. Şoförlerin konuşmasına baktım. Bir espriye güldüm ve gülüşüm onlar tarafından fark edilsin diye yanlarında dikildim. Üçü de bir şeye kızmışlardı sanki ve başka birini çekiştiriyorlardı. Rüzgâr uzaklardan uzağa esmekteydi bana çarpa çarpa... Orhan Gencebay'ın "Bilmesin O Felek" diye bir şarkısı vardır. Rüzgâr o şarkıya benziyordu benim için. Bir tür zamansızlıktı. Gizli bir mutluluk tepeden tırnağa sardı beni. Dilsiz, kelimesiz, yüzümde masum bir tebessüm ve gecenin doldurduğu kısa ve yoğun bir andı.

Yazacak şeyler varsa dedim kendime, yaşanacak şeyler zaten vardır.

Bu yazıya niyet ettim o zaman. Yazacak şeyler varsa dedim kendime, yaşanacak şeyler zaten vardır. " İzmir'e yağmur yağar ve gerçekten güzel yağar, özlettirir kendini ve değerlidir, sevilir, usul usul yağar, incitmez, sel olup bıktırmaz. Yağmurdan bahsediyorum. İzmir, her hâliyle havalı bir kız gibidir, baktırır kendine ama cesaret de kırar." Rüzgârdan sonra her şeyle ilgilenmeye başladım. Uzak tepelere kutular gibi yığılmış evler rüzgârın altında parladı durdu. Otobüsün yoldan kaldırdığı sesler daha dolu geldi gözüme. Susurluk'ta içtiğim ayrandan çıkan kılı unuttum. Üstelik Esenler Otogarı'nda içtiğim paçadan da kıl çıkmıştı ve onu da unuttum. Kaptanın arkasındaki koltuğa oturup otobüsün ne kadar konforlu olduğundan bahsettim ona. Ama yanındaki diğer şoförle konuştuğu için "Biz sadece sürücüyüz abi, bilmeyiz" deyip geçiştirdi beni. Geçiştirildiğimi anlayıp sustum. Belli ki rüzgârı duymamıştı! " İşte o varsa, var olmuşsa, bitmiyor, bitmez. Biten beklentiler, özü gölgeleyen, dünyada bize inandırılan.

  • Yorulmak evet, bazen beden, bazen gönül, bazen yaşanmışlıkların elden kayması, bazen de yaşayamadıklarımızın nedenlerine inandırma çabamız kendimizi. Hep tam da o derdin ortasından baktık biz.

Acemisiyiz dünyanın, bilemedik. Bilenleri gören, duyan olmadı. Ama ki bir bilecek olan varsa o da biziz." Hayatımdan çıkardığım bir sonuç yok. Paylaşamadığım rüzgârlar var. İnsanlar var okunaksız yazılar misali. Gözleri dağınık ve dolduruyorlar duvarları. İkindi vakti yapılan her yürüyüş soğuktur. İkindilerden kâğıtlara akan adımlarım var. Orhan Gencebay'ın şarkılarının müzikal kopuşlarında bulduğumu umduğum hatırlamalar var. Bunu bir cümle hâlinde yaşayışlarım var. Kokunun harf harf yükselişi var. Sabri'nin her ciddi cümlesini kahkahayla karşılamanın güzelliği var. Nemli duvarlardan söz ettim Sabri'ye. Bunda ne var, dedi. O sırada aydınların sorumluluk bilincinde olmadığından bahsediyordu. İnsanlara baktıkça suskunluğumdan bahsettim. Aynı fikirdeydik. Ney kursuna gitmeye karar verdik. Sadece karar...

Huzursuzluğum hesaba katılmamış bir kader gibi yaşıyor bende. Yazamamanın değil aksine yazıyor olmanın huzursuzluğu bu...

" ‘İyi ol' demesine lüzum kalmadan o hâle çevriliverse ahvaliniz, sebepsiz, birden, engel olmasanız, izin verseniz de yol bulsa ‘güzel' adına ne varsa yakınlarınızda, hı?" Akşam koyulaştıkça uzaklıklar yarattı. Bahçe duvarından sarkmış kızıl yapraklar gördüm. Halkalı sokakları hiçbir şey söylemedi. Minibüse binip kendi karanlığıma gittim. Şoför, Orhan dinlediği için iyi akşamlar dedim inerken. Bana iyi akşamlar dediğinden emin olunca indim. Karşıya geçerken araba çarpması sonucu öldüğümü hayal ederek eve vardım. Ve bu yazı başıma bela oldu. Bütün hayatım masaya yığılmış da sanki benden yardım bekliyor. Sanki onları anlatabilirsem iyi yaşadığıma emin olacağım. Huzursuzluğum gittikçe büyürken sadece kendime saldırabilmek ne zor! Huzursuzluğum hesaba katılmamış bir kader gibi yaşıyor bende. Yazamamanın değil aksine yazıyor olmanın huzursuzluğu bu... Yasin'le tartışmanın ardından kendi dünyamın hırpalanmasının yalnızlığı bu... Üzerime yıkılmış sabahları hafifletememenin huzursuzluğu... Erken yaşta baş gösteren herkes beni kullanıyor saplantısına batmanın huzursuzluğu. Galiba peygamber muamelesi bekliyorum. "Şarj. Ruhuna gösterdiğin ehemmiyetin, bakışın bir nebzesini de bedenine de gösteriver. Malum dünyadayız." Kalbimin söylediği şarkıya göre rüzgârda ıslık çalsın yalnızlığım. Yüzüm satır satır okunsun rüzgârda!

Kalbimin söylediği şarkıya göre rüzgârda ıslık çalsın yalnızlığım. Yüzüm satır satır okunsun rüzgârda!

Zarf

Kolonya: Bir gelecek hatırası
Cins

Fırında beni köye götürecek kamyoneti beklerken huysuz olduğu anlaşılan yaşlı fırıncıya sık sık baktığımı hatırlıyorum. Sonra, köylere ekmek taşıyan kamyonet geldi ve yükünü aldı. Şoförle yan yana yola koyulduk. Herkes kendi zamanının içinde sürgün, ama karlı dağlara bakışımız bizi buluşturuyor. Kamyonet tümseği çıkamayınca etraftan gelen insanlarla yükleniyoruz. Soğuk hava diriltiyor beni. Tekerlerin altına kürekle kum atılıyor ki kaymasın yokuş aşağı. Bu işi yapışlarında bir canlılık bir hayat var. Dalgınlığın her ucunda beklediydim. O ana geldiğimi sanırken aslında saplandığım zamandan bir adım atamadığımı fark ettim. Yürüdüğümü sandığım yollarda hiç iz bırakmadığımı anlayınca yeniden yola koyuldum. Bendim. Uzak dağlara inen karı izlerken hayatımdan çok öteye gittiğimi ve oralardan baktığımı hatırlıyorum zaten çok uzağında durduğum zamana. Az önce koltuktan telaşla fırladım buraya. Ama ne buradayım ne de orada. İki ayrı zamana gerilmiş kalın bir kement gibiyim. Hep aynı şeyi hatırlatıyor bu ağır bekleyiş: Ne bir adım çıkabildim, ne de geri dönebildim o kıştan.