Gönül Kimi Severse O mu Güzel?

HASANALİ YILDIRIM
Abone Ol

Güzel ve estetik bir ve aynı şey mi? Yaradan’ın yarattığındaki güzellik ile insanın o güne kadar eşi menendi görülmemiş bir tarzda ürettiğindeki, bir nevi Yaratıcı’sının kendisine bahşettiği cüz’i yaratma kudretini tezahür ettirdiğindeki güzelliği aynı tabir ile ifade ettiğinizde, hiç istemediğiniz hâlde bu iki üretim tarzını eşitlediğiniz için insan ile Rabb’ini de aynı kıymette farzetme gafletine düştüğünüzü görmezsiniz bile. O yüzden ya Frenkler’in estetik ile güzel şeklinde tesmiye ettikleri bu titiz tefriki muhafaza edeceğiz yahut da bedii tabirine geri döneceğiz.

Ne yazık ki bizde sanat ve sanat eserinden bahsedildiğinde hemencik akla gelen husus güzelliğin ulviliği meselesi. Kastım güzelliğin ulvilikle irtibatlandırılmasındaki sakatlığı işaret değil; bu irtibatlandırmadaki kusurlar.

Bu tarz bir mütalâanın sakatlığı şurada: Estetik ile güzel tabirlerini aynı manâda kullanmak. Bu tespit kâfi mi? Ne gezer. Bir önceki hatalı nazarın bir neticesi hüviyetinde Yaradan’ın yarattığındaki güzellik ile insanın o güne kadar eşi menendi görülmemiş bir tarzda ürettiğindeki, bir nevi Yaratıcı’sının kendisine bahşettiği cüz’i yaratma kudretini tezahür ettirdiğindeki güzelliği aynı tabir ile ifade ettiğinizde, hiç istemediğiniz hâlde bu iki üretim tarzını eşitlediğiniz için insan ile Rabb’ini de aynı kıymette farzetme gafletine düştüğünüzü görmezsiniz bile.

Bu tarz bir mütalâanın sakatlığı şurada: Estetik ile güzel tabirlerini aynı manâda kullanmak.

Öte yandan, bu meseleden bağımsız bir zeminde insanın ürettiği ile Yaradan’ın yarattığını bir ve aynı görmek, kime sorsanız büyük hata. Ne ki bu ikisini sanat mevzuuna tatbik etmeye gelindiğinde işler karışabilmekte. O yüzden ya Frenkler’in estetik ile güzel şeklinde tesmiye ettikleri bu titiz tefriki muhafaza edeceğiz yahut da bedii tabirine geri döneceğiz.

Tabii ve Gayrıtabii

Meseleyi hâllettik mi? Değil elbette!

Estetik ile güzel tabirlerini birbirlerinden ayırdıktan ve yerli yerinde kullandıktan sonra mesele hâllolmuyor, belki daha fazla çetrefilleşiyor. Çünkü bu iki tabirin işaret ettiği pek mühim başka bir tefriki henüz meseleye dahil etmedik: tabii ve gayrıtabii.

Bunca Gayret Niye?
Gerçek Hayat

Meseleyi şöyle çerçeveleyebiliriz: Tabiatta bizatihi varolan bir şeyi tavsif için güzel, sonradan varedilen bir nesnenin cezbediciliğini, etkileyiciliğini ve biricikliğini tespit, teşhis, işaret veya ifade için ise estetik tabirini tercih etmek.

Bu tespit bizi şu hususa taşımakta: Kültür ile tabiat, taban tabana zıttır ve kültür dediğimiz hadise, tabiatta görmediğimiz ve insan elinden çıkma şeylerden hareket eden ama zamanla bu şeylerin kendilerini değil de onları ortaya çıkaran kabulleri işaret eden bir mahiyet arzeder. Gelgelelim bizde kültür dendiğinde anlaşılan şey, kültürün kendisi değil de neticeleri...

Kültürün mahiyeti, nesnesine işaret edilebilirlikten öte, yeryüzünde bütün insanların zaten yaptığı şeyleri bir cemiyetin kendine mahsus yapma tarzına denk gelir.

Kültürün mahiyeti, nesnesine işaret edilebilirlikten öte, yeryüzünde bütün insanların zaten yaptığı şeyleri bir cemiyetin kendine mahsus yapma tarzına denk gelir. Bir şeyi kendine mahsus yapma kültür iken o yapılanların kendisi, adeta neticesi ise kültür mahsulü. Deyim yerindeyse biz ağacın kendisine değil de meyvelerine kültür deme hatasını ısrarla işliyoruz. Hâlbuki ağaca nispetle meyveleri hem müteradif, hem de kısa ömürlüyken ağacın kendisi, sabitesini nispeten muhafaza eden ve daha uzun ömürlü bir mahiyet arzeder.

Bu tespiti esas aldığımızdaysa şu neticeye varırız: Meyveler, yani kültür mahsulleri mevsimden mevsime değişirken (Hele de asrımızda.) cemiyet, tıpkı bir çınar gibi kendine mahsusluğunu muhafaza ettiği takdirde ancak sahici manâda bir kültürden bahsedebilmekteyiz. Yani herhangi bir şeyi kendine mahsus yapma şuurundan.

Sıfat Kıtlığının Doğurduğu Mahrumiyet

Son derece kolay tefrik edilebilirmiş gibi göründüğü hâlde meselenin bir başka cetrefilli vechesi de bizzat güzel tabirine yüklenen manâlardan kaynaklanmada; daha doğrusu bu manâların arasına sınır koyamamaktan. Öte yandan herkes, güzel tabirinin günlük dildeki istimali ile mefhum mahiyetindeki istimalinin farkına kolaycana işaret edebilmekteyken mesele bunların nerede, hangi maksatla ifade edildiğini her daim doğru tefrik edebilmekte.

  • Kabullenmek mecburiyetindeyiz: Birçok farklı ifade kuvvet ve kudretiyle mücehhez Türkçe, iş sıfatlara geldiğinde adeta nal toplamakta. Pek az kelimeyle bu kadar çok meramı ifadeye imkân tanıyan dilimiz, nedendir bilinmez, bir sıfat miskini adeta.

Her ne kadar bir vakitten sonra çığırından çıkarılmışsa bile atalarımızın Arapça ve Farsça’dan sıfat devşirmedeki tercihini bu açığı kapatma babında bir meyil minvalinde değerlendirebiliriz kanaatindeyim.

Pek mühim bir mesele bu.

Tabiat, Taklit ve Kültür

Biz gene de asıl meselemize dönelim:

‘Beğenilen’, ‘beğenilmeye lâyık’ veya ‘’takdir edilesi’ tarzındaki herhangi bir amel, eşya, şahıs, eda, tavır, hadise veya vakanın sıfatı mahiyetindeki ‘güzel’ ile tabiattaki ‘güzel’, ilk bakışta birbirlerine benziyor gibi görünse de nasıl birbirlerinden farklı vasıflara işaret ediyorsa bir sanat eseri için kullanılan ‘güzel’ de bir o kadar farklı.

Bir natürmort tabloya baktığımızda, eğer o resmi beğenmişsek kendimizi “Güzel...” demekten alamayız.

Misal: Bir natürmort tabloya baktığımızda, eğer o resmi beğenmişsek kendimizi “Güzel...” demekten alamayız. Ama biz tam olarak neye güzel dedik acaba? O tabloda resmedilen sonbahar tasvirinin kendisine mi yoksa o tasvirin tabiattaki karşılığına mı? Veya tablonun bize hissettirdiklerinden hareketle mi böyle bir iltifatta bulunduk? Tabloyu beğenmemizi sağlayan husus, resmettiğinin tıpkısının aynısını tabiatta da görmekliğimiz mi? Ressamı tabiatı mükemmelen taklit ettiği için mi taltif ettik? Eğer öyleyse ressam, taklit yerine tabiattaki o sahneyi zati kabullerine göre tevil ve tefsir ettikten sonra muhteşem bir tarzda kendince ifade etmişse o tabloya ne diyeceğiz? Üstelik yaratıcı bir resim, tabiattaki güzel bir sahneyi değil, çirkin bir sahneyi de pekâlâ güzelce tasvir ve tespit edemez mi?

Bir tablonun mevzuunun güzelliği, kendisinin güzelliğini de icap ettirir mi? Yoksa bir tablo hakkındaki nihai hükme, mevzuunu öncelemeden mi varmalıyız? O durumda kıstasımız neler? Bir sanat eserinin mahiyetini doğru tespit etmemiz için, tabiatı nazardan başka bazı hususlara dair bilgilere mi muhtacız? Onlar hangileridir? İnsanın bir sanat eserinin mahiyetini idrakında muhtaç olduğu şeyler nelerdir?

Mevzu ile İfadeyi Tefrik

Mevzuumuzu tebellür maksadıyla daha asri bir misalden hareket edelim: Karşısında durduğumuz tablo bir natürmort değil de meselâ bir mücerret resimse yahut non-figüratif bir resimse, yani onun kıymetini nispet üzerinden tespit edebilmek için tabiattan hareket edemediğimiz durumlarda ne yapacağız? Başka bir ifadeyle sanat eseri tabiattan uzaklaşıp kültüre yakınlaştığında nasıl hareket edeceğiz? Öte yandan bir sanat eseri mevzubahisse ‘anlamak’ yerine (Hepimizin bildiği ve defalarca şahitlik ettiği yerli ve milli bir garabet bu.) başka bir zaviyeye mi muhtacız yoksa? Anlamak felsefe ile bilimin maksadı iken sanatın maksadı anlamak değilse nedir?

Kırık Bir Gururun Kıymıkları
Gerçek Hayat

Daha toparlayıcı bir soruyla sanat eserindeki ‘güzel’i ne tayin eder? Tasvirinin tabiatla irtibatı mı, irtibatsızlığı mı? Asıl mesele -tabiat ile kültürün zıtlığından hareketle- böylesi bir benzerlik veya benzemezlik değil de başka bir şey mi? Yoksa bir eserin güzelliğini mevzuundan değil de ifadesinden, ifadesine mahsus hususiyetlerinden hareketle mi tespit mecburiyetindeyiz