Viral yemeğin peşinde: FOMO, algoritmalar ve seyahat kültürü
Birçok şehirde rota, müzelerden önce sosyal medyada viral olan o küçücük dükkanlara kayıyor. Dünyanın dört bir yanında insanlar bir dilim pizzaya, bir donuta, bir sandviçe saatlerce kuyruk oluyor. Üstelik çoğu zaman mesele o atıştırmalığın kendisi bile değil. Yemeği yemek değil, o anı “kanıtlamak” istiyoruz.
Kuyrukların sırrı: kalabalığın çağrısı
Psikologlar yıllardır aynı şeyi söylüyor: Kalabalık, insanı içgüdüsel olarak çeker. Bir dükkanın önünde onlarca kişi görünce, beynimiz otomatik şekilde “Burada iyi bir şey var” diye sinyal veriyor. Bu da bizi en güçlü duygulardan biriyle baş başa bırakıyor: FOMO. Kaçırma korkusu.
Bir şehrin sokaklarında dolaşırken değil artık; Instagram keşfette, TikTok’ta, YouTube Shorts’ta karşımıza çıkan videolarda şekilleniyor gezi planlarımız. Videoyu izlediğimiz anda zihnimiz etiketliyor: “Amsterdam’a gidersem buraya uğramalıyım.”“New York’a gideceksem o pizzayı ben de tatmalıyım.”
Görmenin kendisi, deneyimden daha baskın hale geliyor.
Seyahat bir sahneye dönüştü
Artık sadece yemek yemiyoruz; performans sergiliyoruz. Sırada beklerken çekilen videolar, bir lokmayı yavaşça ısırırken yapılan o dramatik zoom… Yemeğin kendisi kadar, o anın çekilebilirliği önemli.
Sosyal medya, seyahat deneyimini kayıt altına alınan bir gösteriye çevirdi. “Buradayım ve herkesin peşinde koştuğu şeyi ben de yaptım” demek, yeni bir statü göstergesi.
Influencerlar, ünlüler, içerik üreticileri bu döngüyü hızlandırıyor. Onların gittiği lokasyona akın eden kalabalıklar, algoritmanın o mekanı iyice şişirmesine yol açıyor. Böylece bir sandviç dükkanı bir anda “şehirde yapılacaklar” listesinin tepesine çıkıyor.
Bir anlamda, algoritmalar gezi haritalarımızı biz fark etmeden çiziyor.
Keşif duygusu kaybolurken
İronik bir durum var. Herkes “keşfediyormuş” gibi hissediyor, ama aslında aynı yere yönlendiriliyor.
TikTok'un önerdiği bir donut dükkanında sıra bekleyen yüzlerce insanın ortak yanı, o dükkanı kendilerinin bulduğunu düşünmesi. Oysa keşif değil, kopyalama davranışı işliyor. Algoritmaların sevdiği içerik tipi belli: duygu uyandıran, hızlı tüketilen, tekrar tekrar paylaşılan videolar.
Bu yüzden aynı mekanlar milyonlarca kişiye gösteriliyor. Dünyanın farklı şehirlerinde birbirine benzeyen kalabalıklar, aynı selfie açılarında aynı yiyeceği tutuyor.
Bu işin şehirlere maliyeti var
Viralleşen bir mekan, sadece popüler olmuyor; mahallenin ritmini de değiştiriyor. Amsterdam’da, Roma’da, Tokyo’da küçük dükkanların önünde uzayan kuyruklar artık yerel halk için günlük hayatın parçası: gürültü, çöp, kalabalık, trafik…
Bu yüzden bazı şehirlerde komşular, belediyeler ve yerel girişimler “viral yorgunluğu”ndan söz ediyor. Turizmin taşıdığı yük, küçük sokak aralarındaki fırınların kapısında da hissediliyor.
Peki insanlar neden hala kuyrukta bekliyor?
Çünkü kalabalık, bir tür güven duygusu yaratıyor. “Bu kadar insan buradaysa yanlış yapmıyorum” hissi, modern seyahatin pusulası. Ve en ilginç olan şu; insanlar bazen sıranın uzun olduğunu bilerek gidiyor. Çünkü beklemek, deneyimin parçası haline geldi.
Sıranın kendisi hikaye yaratıyor: “Bir saat bekledim ama değdi.” ya da“Arka sokağa kadar kuyruk vardı, yine de girdim.” Yemeğin lezzeti her zaman beklentiyi karşılamıyor ama sırada durmak ‘o sabır testi’ anının değerini yükseltiyor.
Yemek değil, hikaye tüketiyoruz
Dünyanın dört bir yanında yükselen bu kuyruk kültürü, aslında modern seyahatin nasıl değiştiğini gösteriyor. Gerçek deneyim ile sosyal medya performansı arasındaki çizgi bulanıklaştı.
Bugün birçok kişi için seyahat; yeni bir şehir görmek değil, o şehirde viral olmuş bir anı üretmek.
Belki de bu yüzden uzun kuyruklar kimseyi caydırmıyor. Çünkü artık mesele, yemeğin kendisi değil; o yemeğin bize kattığı görünürlük.