Selânik bizim neyimiz olur?

NECDET BURAK ÖZYURT
Abone Ol

Osmanlı İmparatorluğu’nun Belgrad’ı kaybettiği anlaşma masasında yabancı delege Niş’in de kendilerine verilmesini talep eder. Osmanlı delegesi ise hiddetlenerek ayağa kalkar ve müstehzi bir ifadeyle “Ne hacet, İstanbul’u da size verelim” diye cevap verir.

  • Falih Rıfkı Atay, bu anekdotu Zeytindağı adlı eserinde anlatır. “Babalarımız için Niş, İstanbul kadar yakındı” der.
Anadolu ve Doğu Trakya’dan Selânik’e geçen mübadil Rumların sayısı da oldukça yüksekti.

Osmanlı’nın en talihsiz kuşağının bir ferdi olan Atay, çocuklarımızın Avrupa’sı Marmara ve Meriç’te bitiyor diye hüzünlenir. Peki, aynı hüzün bugün bize sirayet ediyor mu? Yoksa Balkan coğrafyası artık bizim için hem nostaljik hem de turistik bir destinasyon mu oldu? Homojen bir toplum idealinin üzerinde yükselen ulus devletler; toplumsal bellek kayıplarını beraberinde getiriyor. Unutulan dün, bugünü eksik şekillendiriyor. Modern zamanlar farklı kimliklerin sulh içinde yaşamasının zorluğunu ortaya koyarken Osmanlı’nın imza şehirleri masalsı bir rüyayı andırıyor. O şehirlerin başında ise Selânik geliyor.

Bir akıncı beyinin mirası
Mecra

II. Dünya Savaşı’nın ardından Yahudi mirasını da yitiren şehir; bir Yunan ütopyasının en hakiki örneği olarak ortaya çıktı.

Yaklaşık 500 yıl boyunca Müslümanların, Hristiyanların ve Yahudilerin barış içinde yaşadığı bu şehir bugün bize ne anlatıyor?

Selânik, Salonicco, Solun, Salonique… Bu şehrin Orta Çağ’da bile en az 13 farklı söylenişi vardı. Ancak etimolojik olarak şehrin ismi Makedon Kralı II. Filip’in kızı ve aynı zamanda Büyük İskender’in kız kardeşi olan Thessaloniki’den geliyordu. Bugün Yunanistan’ın ikinci büyük kenti olan Selânik; başkent Atina’ya kıyasla 2 bin yıllık kesintisiz bir şehir yaşamına sahip. Bu da doğal olarak muazzam bir kültürel birikime işaret ediyor.

1900’lü yılların başında kentteki Yunan nüfus toplam nüfusun sadece yüzde 14’üne tekabül ediyordu.

  • Osmanlı İmparatorluğu’nun Selânik’i fethi; zayıflayan Bizans İmparatorluğu’nun, Latin Katolikler ile Müslüman Türkler arasında bir tercihe zorlandığı dönemde gerçekleşti. Şehir ilk kez 1383 yılında, I. Murad döneminde kuşatıldı ve dört yıllık bir kuşatma sonucunda teslim olmayı tercih etti.

Osmanlıların uyguladığı savaş hukukunda teslim olan şehirlere dokunulmadığı için bir yağma gerçekleşmedi. Küçük bir karargâh kuruldu ve burada bırakılan askerler için bir kilise camiye çevrildi. Tüm olan biten buydu.

Kayıtlara göre Selânik, 16. yüzyılda dünya üzerindeki en kalabalık Yahudi nüfusuna sahip şehir olarak gösteriliyordu.

1401’de şehri ziyaret eden Rus kesiş Smolenskli Ignatios devam eden Hristiyan yaşamını gördüğünde şaşkına döndü. Kent bu tarihten itibaren kesintisiz olarak Osmanlı hâkimiyeti altında kalsaydı bunu izleyen dönem çok farklı olabilirdi. Ancak 1402’de Türklerin; Moğollar karşısındaki yenilgisi kentin eski hükümdarı Manuel Paleologos’u şehri geri almak için ikna etmeye yetti. Fetret Dönemi’ni atlatan İmparatorluk; Çelebi Mehmet ile toparlandı ama eski gücüne II. Murad ile ulaşacaktı. Sultan, Selânik’i geri almayı çok istiyordu. 1422’de başlatılan kuşatma etkisini hemen göstermedi; Paleologos bu kez Venediklilerden yardım almış, savunmayı güçlendirmişti.

Selanik'te parlayan son Osmanlı yıldızı
Mecra

Türk Mahallesi, Selânik.

Geç dönem Bizans siyasetinde modern Yunanlar tarafından utanç verici olarak kabul edilen Türk yanlısı bir akım vardı. Latinlere duyulan öfke ve Türklerin hoşgörülü dinî yaklaşımından etkilenen birçok Bizans devlet adamı ve asker, Osmanlılara sempati ile bakıyordu. Hatta aralarında Müslüman olup Osmanlılar için çalışanlar bile vardı. Kuşatma uzamış, II. Murad’ın sabrı azalmıştı. Halkın teslim olma isteğine rağmen yönetici sınıf savaşmayı tercih etti. Bunun üzerine padişah askerlerine "Şehrin sahip olduğu her şeyi size sunacağım" sözünü verdi. Bu motivasyonla gücünü artıran Osmanlılar kenti Mart 1430’da ikinci kez fethetti. Nüfusun önemli bir kısmı zaten kentten ayrılmıştı. II. Murad rüyasını gerçekleştirmişti ancak şehir tanınmayacak haldeydi. Bu da büyük bir imar hareketinin habercisiydi.

Türkler kentin idaresini ellerinde tutarken Yahudiler şehrin ekonomisini yürütüyordu.

Padişahların emin olduğu bir gerçek vardı; o da bir şehri fethetmek ile onu yaşama döndürebilmek farklı şeylerdi. Selânik; II. Murad’ın sahip olduğu diğer şehirlerden potansiyel olarak ayrılıyordu. Doğal bir liman olma özelliği taşıyan kent, Akdeniz ticareti için anahtar konumundaydı.

  • Sultan’ın ilk icraatı, orduyu takip ederek fethe katılan yağmacıları şehirden uzaklaştırmak oldu. İmar hareketine tahrip olan surları onarmakla başladı. Esir edilen gayrimüslim halkın önemli bir kısmı; bir süre sonra kızı Mara ile evleneceği Sırp Kralı Curac Brankoviç’in fidyesiyle özgürlüğüne kavuştu. Şehrin nüfusu eskisine göre azaldığı için Anadolu’dan Müslüman halk getirilerek iskân edildi.

Padişah bununla birlikte kentin Hristiyan kimliğini de tutmaya kararlıydı. Yeni bir piskopos atanarak kilise ve manastırların mülkleri garanti altına alındı. Fetih geleneği olarak birkaç kilisenin camiye çevrilmesi dışında Selânik’in dinî yaşamında önemli bir değişiklik yaşanmadı. Yıllar içinde imparatorluğun Batı’da gücünü artırması ve zenginleşmesiyle şehirdeki Müslüman nüfus da sayısını artırmaya başladı. Ancak Rumeli’nde Müslümanlık anlayışı Anadolu’dan farklıydı. Öyle ki; II. Murad’ın ardından tahta çıkan Fatih Sultan Mehmet; buradaki Müslüman ahaliye beş vakit namaz kılmalarını hatırlatmak durumunda kalmıştı.

Balkanlar’da Panslavizm ve 93 Harbi’nde Rusya’daki Osmanlı imajı
Mecra

Selânik'in kaybından sonra, şehir yıllar içinde Fransız Mimar Ernest Hébrard’ın planıyla yeniden inşa edildi ve eskisine nazaran bambaşka bir kimliğe büründü.

Selânik için bir diğer dönüm noktası da 1492’de İspanya’dan kovulan Seferad Yahudilerinin Osmanlı İmparatorluğu’na kabulü oldu. Osmanlılar, Katoliklerin Yahudi karşıtı tutumlarından dolayı yersiz yurtsuz kalan bu kadim millete kucağını açtı. İstanbul’daki idareciler, Yahudilerin de kendileri gibi ‘Ehl-i Kitap’ olduğundan hareketle değerli becerilere sahip olan bu topluluğun Osmanlıların gücüne güç katacağını düşünüyordu.

Fatih’in ardından tahta geçen Sultan II. Bayezid; İstanbul’daki nüfusun yüksekliği ve Selânik’teki ticarî yaşamın hâlâ istenilen düzeye gelmemesinden dolayı Yahudilerin önemli bir kısmının bu kentte iskân edilmesi emrini verdi.

Yüz yıl içerisinde şehrin ticari hayatı önemli ölçüde değişti. Selânik artık zenginleşmişti. Türkler kentin idaresini ellerinde tutarken Yahudiler şehrin ekonomisini yürütüyordu. Bu durum iki taraf için de bir ‘kazan-kazan’ anlamına gelen bir iş bölümüydü. Nüfus bu iki kesim arasında paylaşılırken Yunanlar daha çok kırsal kesimlerde yaşıyordu. Kayıtlara göre Selânik 16. yüzyılda dünya üzerindeki en kalabalık Yahudi nüfusuna sahip şehir olarak gösteriliyordu.

  • İzmirli Yahudi bir din âliminin 17. yüzyılda Mesihliğini ilân etmesi, Selânik’in kaderini etkileyen bir başka hadise oldu. Geniş çevreler tarafından takip edilen bu zatın ismi Sabetay Sevi’ydi.

Mesihliğini ilân eden Sabetay Sevi.

Yahudi cemaati içerisinde neredeyse bir hükümdar gibi görülmeye başlamıştı. Sultan’ı tahttan indirmek üzere yola çıkmaya karar verince; başlarda saray tarafından ciddiye alınmayan bu zat, yakalanarak dönemin padişahı IV. Mehmed’in huzuruna çıkarıldı. Padişah bu sahte mesihin kellesinin vurulmasını arzuluyordu ancak danışmanları karara itiraz etti. Sevi’nin başta Selânik’te olmak üzere çok sayıda müridi vardı. Ayrıca ölüm cezası, onu dinince şehitlik mertebesine ulaştırmak demekti. Ulemanın etkisiyle kendisine İslâm’ı seçme şansı verildi ve bu takdirde hayatının bağışlanacağı söylendi. Sevi, Osmanlı Yahudilerini büyük bir şaşkınlığa uğratarak Müslüman olmayı kabul etti. Daha da ilginci takipçilerinin hemen hemen hepsi de Sevi’yi takip ederek Müslüman olmaya karar verdi. Bunu bir imtihan olarak görenler de vardı; Sevi’nin cihan imparatorluğunu yöneten Türkleri doğru yola iletmek için bu yolu izlediğine inananlar da.

Beyaz Kule, Selânik.

Bu gelişme başta Selânik olmak üzere birçok şehirde; kendilerine Sabetayist ya da Dönme denilen bir cemaatin ortaya çıkmasıyla neticelendi. Öyle ki modern Yunanistan ve Türkiye kurulduktan sonra iki ülke arasında gerçekleştirilen nüfus mübadelesinde Dönme cemaati de Müslümanlarla birlikte Türkiye’ye göç etti. II. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası’nın işgali sırasında kentteki Yahudiler toplama kamplarına gönderilince, Türkiye’deki Sabetayistler; birkaç yüzyıl önce Sevi’nin ihtidasıyla aslında hayatlarının kurtulduğunu düşünmeye başlayacaktı.

1430’dan bu yana şehirde kesintisiz süren Osmanlı hâkimiyeti; 1912 yılındaki I. Balkan Savaşı sonrası sona erdi.

II. Abdülhamid Han, 1908 yılında tahttan indirilmesiyle Selânik’e sürgüne gönderilmişti. Şehrin kaybedilme ihtimali doğunca, eski Sultan’ın düşman kuvvetlerin eline geçmemesi için kendisi İstanbul’a getirilmek istendi. Bu haberi II. Abdülhamid Han’a bizzat Vardar Ordusu Komutanı Ali Rıza Paşa verdi.

Paşa’ya karşı çıkan Sultan, “Selânik’ten ayrılmayacağım. Mukadderse düşmanla savaşarak son nefesimi vermek bir Osmanlı hanedanı mensubu olarak benim hakkımdır." ifadelerini kullandı.

Daha sonra hatıralarında o geceyi uyumadan geçirdiğini yazacaktı. Ertesi gün Saray’dan kendisini ikna etmek için gelen iki paşanın durumun vahametini anlatması üzerine İstanbul’a dönmeyi kabul edecek; kıyıya demirleyen bir Alman gemisiyle Selânik’ten ayrılacaktı.


Selânik’in kaybı, Osmanlı İmparatorluğu’nun da günlerinin sayılı olduğunun habercisiydi.

1430’dan bu yana şehirde kesintisiz süren Osmanlı hâkimiyeti; 1912 yılındaki I. Balkan Savaşı sonrası sona erdi. Şehrin savunması emrindeki 26 bin askerle birlikte Hasan Tahsin Paşa’nın sorumluluğundaydı. İstanbul’dan kısa sürede bir yardımın gelmeyeceği aşikardı. Şehir kuzeyden Bulgarların, güneyden ise Yunanların arasında kalmıştı. Paşa bugün dahi tartışılan bir karara imza atarak şehri savunmak yerine Selânik’i Yunanlara teslim etmeyi tercih etti.

  • Öncesinde Bulgar Ordusu’ndan gelen teklifi reddettiği; “Biz bu şehri Yunanlardan aldık; onlara vereceğiz” dediği rivayet edilir. Daha sonra Divan-ı Harp tarafından vatan haini olarak gıyabında yargılandı ve idam edilmesine karar verildi. Yunanlar tarafından serbest bırakıldıktan sonra Avrupa’ya giden Paşa, 1918’de İsviçre’de vefat etti. Mezarı daha sonra 1937’de Selânik’e getirildi.


Arka planda Beyaz Kule, Selânik.

Selânik’in kaybı, Osmanlı İmparatorluğu’nun da günlerinin sayılı olduğunun habercisiydi. Türklerin kahir ekseriyeti savaş sırasında Anadolu’ya göç etmiş; bir kısmı da kalmayı tercih etmişti. Kent nüfusunun çoğunluğunu Yahudiler oluşturuyordu. Onlar da bu yönetim değişiminden memnun değildi. Yunanistan’a dahil olduktan sonra şehirde ‘Yunanlaştırma’ politikası uygulanmaya başlandı. Çünkü şehir, Yunan kimliğinden oldukça uzaktı. Selânik’te görevlendirilen kurmay subay Hippocrates Papavasileiou 1913’te eşine yazdığı bir mektup kentin o gününü anlamak için ipuçları veriyordu: Artık iyiden iyiye usandım. İsrail’in bütün kabilelerini içeren bu çirkin derece süslü kentte olmaktansa bir dağda çadırda kalmayı tercih ederim.

  • 1917’nin Ağustos ayında şehirde çıkan ve 32 saat süren yangın Selânik’i kül etti. Hasar akıl almaz boyuttaydı. Tüm bankalar, ticaret binaları, bütün oteller, dükkanlar, tiyatro ve sinemalar alevlere teslim olmuştu. Yangın tam da Atina hükümetinin arzuladığı ‘Yunan Selânik’in inşası için paha biçilmez bir fırsat sunuyordu. Yukarı şehirdeki Türk Mahallesi hariç; kentteki Osmanlı mirası adeta yok olmuş, Yahudi mahallesi de payına düşeni almıştı.


Eski Selânik sokaklarında Türk evleri.

Selânik yıllar içinde Fransız Mimar Ernest Hébrard’ın planıyla yeniden inşa edildi ve eskisine nazaran bambaşka bir kimliğe büründü. Bir elin parmakları kadar kalan camilerin minareleri tıraşlandı. II. Dünya Savaşı’nın ardından Yahudi mirasını da yitiren şehir; bir Yunan ütopyasının en hakiki örneği olarak ortaya çıktı. Oysa 1900’lü yılların başında kentteki Yunan nüfus toplam nüfusun sadece yüzde 14’üne tekabül ediyordu. Anadolu ve Doğu Trakya’dan Selânik’e geçen mübadil Rumların sayısı da oldukça yüksekti. Selânik’teki Osmanlı kültürü birkaç nesil daha bu insanlar sayesinde devam etti.

Bugün ayakta kalmış Osmanlı anıtları bir zamanlar olanlarla kıyaslandığında bir avuç denebilecek kadar. Mark Mazower’ın ‘Selânik: Hayaletler Şehri’ isimli kitabında Türk Mahallesi’nde meftun Bektaşi Şeyhi Musa Baba’dan bahseder; ruhunun türbesinden ayrılarak zaman zaman kenti dolaştığını anlatır. Musa Baba acaba yeni Selânik’i tanıyabiliyor mudur?

Musa Baba Tekkesi.