Bunun nesi kötü?

ÖZGEN FELEK
Abone Ol

Ev kadınlarına dair akşama kadar ya evde ya komşuda vakit öldüren atıl varlıklar olarak zihinlerimize yerleştirilmiş bu resim, bize mahsus da değildi. İkinci Dünya Savaşı esnasında Amerikalı kadınları çalışmaya teşvik eden bir seferberlik başlatılınca ev kadını olmak nerdeyse artık ayıp kabilinden sayılmış, erkekleri kıskandıracak pazuları ile hem güçlü hem bakımlı, sarışın Perçinci Rosie (Rosie the Riveter) çalışan kadınların en görünür sembolü olmuştu.

Bizim evin küçüğü okula başladığı sene daha akşamdan mızıldanmaya başlar; ders saatlerinin fazla uzun, teneffüslerin fazla kısa olmasından, okulun özgürlükleri kısıtladığından şikâyet eder; okula gitmenin gereksiz hatta insan yaratılışına aykırı olduğuna bizi ikna etmeye çalışırdı.

İyi ev kadını rehberi

Aynı tartışmanın bilmem kaçıncı tekrarında, ben evden çıkabilme telaşı içinde koşuştururken, o bir taraftan önündeki mısır gevreğini iştahsız iştahsız kaşıklıyor, bir taraftan da her sabah olduğu gibi okula gitmemek için sızlanıp yalvarıyordu. Yorgun, bıkkın, uykusunu alamamış ve hâlâ ikna olamamış kızgın bir sesle, “Okula gitmem için bana güzel bir sebep söyle, sadece bir güzel sebep!” dedi.

Ondan daha yorgun ve hâlâ ikna edememiş, üstelik bir de geç kalmış olmanın verdiği yılgınlıkla, olabilecek en muhtemel senaryoyu kendimce anlatmaya başladım:

  • “Çünkü, bugün okula gitmezsen, yarın da gitmezsin. Ertesi gün de… bir ertesi gün de... gelecek hafta da gitmezsin. Okula gitmezsen devamsızlıktan okuldan atılırsın ve ilkokulu bitiremezsin. İlkokulu bitiremezsen, ortaokula gidemezsin. Ortaokul diploman olmazsa liseye, lise diploman olmazsa üniversiteye gidemezsin. Üniversiteye gidemezsen ne yüksek lisans ne doktora yapabilirsin. En sonunda evlenir, beş tane de çocuk yapar, hayatın boyunca ev temizler; bulaşık, çamaşır, ütü yapar, çocuk bakarsın. Kendin için hayal ettiğin hayat bu mu?”

Önündeki mısır gevreğinden ağzına bir kaşık daha götürürken, benim öfkeme mukabil oldukça sakin, fakat bir o kadar da şaşkın ve masum soruverdi:

“Bunun nesi kötü?”

Cevapsız, öylece kaldım. Daha küçüklükten karda çamurda, selde tufanda, yer yarılsa gök çatlasa, kâinat birbirine girip yerin altı üstüne devrinse dahi okula gidileceğine nasıl iman etmişsem o sabaha dek evde kalmak ihtimalini hiç düşünmemişim. Bezginlikle söylenmiş laflarımın çoğunu unutalım; evde kalıp sadece çocuklarıyla ilgilenen bir anne olmak üzerine kafa yormuş değildim.

“Bunun nesi kötü?” sorusu kafamın içinde tekrar tekrar döndü durdu. Okulu benim için bu denli kutsallaştıran içimde kıpraşıp duran merak ve öğrenme duygusu değildi sadece; ev kadını olmanın bin bir meşakkat içinde hapsedilmiş acizliğin, cahilliğin, yetersizliğin sonucu bir hayat olduğunu sürekli yüzümüze haykıran umumi intibaydı aynı zamanda.

Perçinci Rosie (Rosie the Riveter)

Ev kadınlarına dair akşama kadar ya evde ya komşuda vakit öldüren atıl varlıklar olarak zihinlerimize yerleştirilmiş bu resim, bize mahsus da değildi. İkinci Dünya Savaşı esnasında Amerikalı kadınları çalışmaya teşvik eden bir seferberlik başlatılınca ev kadını olmak nerdeyse artık ayıp kabilinden sayılmış, erkekleri kıskandıracak pazuları ile hem güçlü hem bakımlı, sarışın Perçinci Rosie (Rosie the Riveter) çalışan kadınların en görünür sembolü olmuştu.

Savaşın ardından bu seferberlik hız kazanarak devam ederken, 1955 Mayıs’ında (kimilerince varlığı şüpheli) Housekeeping Monthly dergisi ev kadınlarının vazifelerini listeleyen “İyi Ev Kadını Rehberi” (“The Good Wife’s Guide”) başlıklı yazarı meçhul bir yazı yayınlamış. Her ne kadar İyi Ev Kadını Rehberi’nin kadınlara vazifelerini öğretmekten ziyade, muhtemelen pek muzip bir kadın yazar tarafından her daim hizmet bekleyen kocalara dikkat çekmek için hazırlanan istihzai bir metin olma ihtimali göz ardı edilmemeli ise de, işten güçten vakit bulup da evden dışarı çık(a)mayan, varlığını kocasının varlığına ve mutluluğuna armağan etmiş kadınları veya kadınlardan bu minvalde beklentileri olan kocaları âdeta karikatürize eden bu yazı, sonraki yıllarda özellikle bazı kadınlar tarafından fazlaca ciddiye alınmış ve kanaatimce gün gelip psikanalizde “50’lerin Ev Kadınları Gibi Olmak Korkusu” adı ile değerlendirilmeyi hak edecek yeni bir travma için de âdeta yazılı bir belge olmuş.

  • Altı üstü on sekiz maddelik kısa bir yazı olsa da İyi Ev Kadını Rehberi muhtevası ile bugünün kadın okuyucularını epeyce öfkelendirecek cinsten. Yazıya göre iyi bir ev kadını hep evindedir; ev dışında nasıl yaşayabileceği, becerip de nasıl hayatta kalabileceğine dair hiçbir tavsiyede bulunulmadığına göre kadınlar için kapının dışında bir hayat ihtimali dahi yok gibidir.

İyi bir ev kadınının vazifeleri kocası gelmeden evvel çocukları, onların oyuncaklarını, defterlerini, kitaplarını ayak altından kaldırmak; yemeği hazırlamak; kendine çeki düzen verip, kocasını güler yüzle karşılamak; dırdır edip adamcağızın zaten bütün gün şişmiş başını daha da şişirmemektir. Dahası çamaşır makinesi, kurutucu, elektrik süpürgesi gibi bilumum gürültülü makina ile işlerini o gelmeden bitirmelidir ki kocası eve gelince bir de evin içinde gürültüye maruz kalmasın. Olur da kocası eve geç gelecek olursa veya arkadaşlarıyla akşam yemeğine çıkacak ya da karısı olmadan eğlence mekânlarına dadanacak olursa evdeki kadına düşen, şikâyet etmek yerine kocasının akşama kadar yaşadığı gerginlik ve baskıyı düşünüp anlayış göstermektir. Kadının amacı kocasını rahat ettirmek, onun bedenini ve ruhunu yenileyebileceği bir barış, düzen ve huzur ortamı olarak evi muhafaza etmektir. Asla ve kat’a ettikleri ve edecekleri hakkında kocasını sorgu suale tutmamalı, onun kararlarını sorgulamamalıdır. Unutmamalıdır ki, erkek evin efendisidir ve iradesini her zaman adalet ve doğrulukla kullanacaktır. Zaten, iyi bir kadın her zaman yerini ve nerde duracağını bilir.

Evde-kalan anneler ile ilk defa Columbus’ta tanıştım.

Eğer yazı gayet ciddiyetle ve samimiyetle evden çıkmaya niyeti ve cesareti olmayan kadınları galeyana getirip onları iş hayatının parçası olmaya teşvik etmeyi hedeflediyse, bunda bir hayli başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Hatta, on sekiz maddelik bu kısa yazının (hadi biz ona “manifesto” diyelim) ciddiyeti meselesi dahi henüz aydınlanmamış olmakla birlikte kimilerinin gözünde 50’lerden bugüne kadın hakları hususunda katettiğimiz yolu gösteren mühim bir vesika olması itibariyle kıymeti haizdir.

Bugün artık Amerika’da kadınların çoğu bir değil, iki, hatta üç işte birden çalışıyorlar ise de anneliklerini esas alarak, kendi kariyerleri yerine çocuklarının iyi bir birey olarak yetişmesini önceleyen, en azından çocukları liseye veya üniversiteye başlayana dek kariyerlerini erteleyen üniversite mezunu kadınların sayısı da azımsanacak gibi değil. Eğitimlerine ve kariyelerinde eriştikleri başarıya rağmen, evde kalıp çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmeyi tercih eden bu kadınlar için alışa geldiğimiz “Ev Kadını” yerine “Evde-kalan Anneler” (“stay-at-home moms”) tanımı kullanılmakta. Hatta ev kadını tabiri artık arkaik ve kadın onurunu zedeleyici bulunarak bütün ev kadınlarına “Evde-kalan Anneler” denmesi giderek yaygınlaşıyor, çünkü kadınların eğitim düzeyinin artmasıyla evde kalmak onlar için mecburiyet değil bir tercih olarak kabul ediliyor.

  • Evde-kalan anneler ile ilk defa Columbus’ta tanıştım. Valerie, yabancı kadınlara İngilizce dersleri veren kiliselerden birinde gönüllü öğretmenlik yapıyordu. Her çarşamba sabahı saat sekiz gibi beni evden alır, üç saatlik dil kursunun sonunda hem beni hem de öğrencisi diğer kadınları tek tek evlerine bırakırdı. Valerie’nin evde canı sıkıldığı için vakit geçirmek için kiliseye “takılan” bir ev kadını olduğunu düşünebilirsiniz. İlk zamanlar ben de öyle sandım.

Hâlbuki babası, erkek kardeşi ve kocası gibi Valerie de Harvard Üniversitesi’nden mezundu. Üniversite’den mezun olur olmaz evlenmiş. Kocası ile tanışması da zaten üniversite yıllarındanmış. Mezun olunca bir süre çalışmış, fakat ilk çocuğunun doğumu ile işi bırakmış, hayatını ailesine, çocuklarının iyi bir insan ve dindar bir Hristiyan olmalarına adamıştı. Biri yine Harvard mezunu olmak üzere yetişkin üç çocuğu vardı. Ailecek Harvard’lı olmalarıyla sık sık övünse de, kendisiyle Harvard mezunu olmasından ziyade, çocuklarını duyarlı, saygılı, faydalı bireyler olarak yerleştirebildiği için gurur duyardı. “Hayatta en büyük başarım, çocuklarımın kalbine İsa sevgisini yerleştirebilmiş olmamdır” derdi hep.

Bir insanın Harvard mezunu olup da evde oturmasını aklım almazken, bir zaman sonra öğrendim ki Valerie bir istisna değildi. Ann Arbor’da karlı bir sabahta, kızımın okul yolunda bir kadının ikisi bebek arabasında, biri bisikletli, diğer ikisi de yanı başında beş çocuk ile okula yürüdüğünü görünce, onları arabayla okula bırakmayı teklif ettim. Teşekkür edip, yürümeyi tercih ettiklerini söyledi.

Bir misafirlik canımız var
Nihayet

Sonraları bir veli toplantısında tekrar karşılaştık Adela ile. Okul ile ev arasındaki mesafe sadece yirmi dakika (yani “yürünebilir” bir mesafe) olduğu için çocuklarının okula yürüyerek gidip gelmesini tercih ediyordu ve onların bunu alışkanlık hâline getirebilmeleri için hem sabah hem akşam kendisi de onlarla birlikte yürüyordu. Diğer ikisi evde tek başlarına kalamayacak kadar küçük oldukları için mecburen onları da yanına alıyordu.

Adela’nın hikâyesi, Valerie’ninkinden çok farklı değil. Yine dünyanın en iyi okullarından biri kabul edilen Princeton Üniversitesi’ni dereceyle bitirmiş, okul sonrası bir dönem çalışmış, ama ilk çocuğu doğunca işinden ayrılmayı ve en azından çocukları liseye başlayana dek evde kalıp onların eğitimiyle yakından ilgilenmeyi tercih etmiş.

Valerie ve Adela istisna değiller. Amerika’da çocukları için kariyerlerini bırakıp evde kalmayı tercih eden eğitimli annelerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Bu kadınları geleneksel ev kadınlarından ayıran, eğitimsizlik veya mecburiyet nedeniyle evlerinde kalmış olmaları değil. Evde-kalan anneleri diğer pek çok ev kadınından ayıran, edindikleri bilgi ve yetileri çocuklarını daha iyi yetiştirebilmek için bilerek ve isteyerek evde kalmayı tercih etmiş olmaları.

Evde-kalan bu kadınların bir kısmı için annelik çocuklarını sadece beyzbol antrenmanlarına, piyano ve keman derslerine, halk kütüphanesindeki okuma saatlerine taşımanın çok ötesinde. Kimi, civardaki okulların eğitiminden, öğretmenlerinden, okul çetelerinden memnuniyetsizlik nedeniyle, kimi de çocuklarının eğitimi ile daha yakından ilgilenmek gayesiyle çocuklarının eğitimini ya bizzat kendileri üstleniyorlar ya da özel öğretmenlerden destek alıyorlar. Okulda yanlış arkadaşlıklar ve tehlikeli ilişkiler içinde çocuğunun yitip gittiğinden, ahlaki ve dinî değerleri gereğince edinemediğinden, tek tip bir kalıba göre yetiştirilip, şahsi yeteneklerinin yeterince değerlendirilemediğinden şikâyetçi bu aileler çocuklarının ilkokul hatta ortaokul ve liseyi dışardan bitirebilmesine kanuni olarak müsaade alabilmek için vaktiyle ciddi bir uğraş vermişler.

Kimi, civardaki okulların eğitiminden, öğretmenlerinden, okul çetelerinden memnuniyetsizlik nedeniyle, kimi de çocuklarının eğitimi ile daha yakından ilgilenmek gayesiyle çocuklarının eğitimini ya bizzat kendileri üstleniyorlar ya da özel öğretmenlerden destek alıyorlar.

Çocukların bu şekilde münferit eğitim almasının ruhi ve içtimai faydaları ve zararları tartışıladursun, evde-kalan annelerin bazıları ev işleri, çocukların bakımı, çamaşır, ütü, yemek derken böylece çocuklarının ilk ve tek öğretmeni olma vazifesini de sırtlanmışlar. Amerika’daki dinî hassasiyetleri güçlü Türk ailelerin de tercih ettiği evde eğitim sistemi vesilesiyle ev, yenilip içilip uyunan bir mekân olmaktan çıkıp, bu anneler tarafından âdeta bir mektebe dönüştürülmüş. Onların anneliği, katlanarak büyümüş bir annelik. Onlar artık sadece bir ev kadını değil çocuklarının matematik, fizik, kimya, tarih, edebiyat öğretmeni de aynı zamanda. Matematik çalışıp çocuğa matematik öğretmek, tarih çalışıp tarih öğretmek, fen çalışıp fen öğretmek derken düzenli okul sisteminin pek çok farklı öğretmene yüklediği vazifelerin hepsini de gönüllü olarak tek başlarına üstlenmişler.

Eğitimli kadınların bir kısmı kariyer yerine çocuklarını önceleyerek evde kalmayı tercih etmişlerse de, pek çok eğitimli kadının da istihdama alınmasıyla, kocalarından daha yüksek maaş alan kadınların sayılarının artmış olması hiç şaşırtıcı değil. Erkekler için bu “yenilgiyi” kabul edebilmek öyle çok da kolay olmamış tabii ki. Dahası, rekabetin artmasıyla iş bulamayan (ya da gönlündeki işi bulamayan) erkekler, en azından evden bir diğer kişinin, yani eşlerinin çalışma imkân ve şartlarını kolaylaştırmak için yakın zamanlarda evde çocuklarla ilgilenmeye razı olmaya da başladılar.

Şunun şurasında daha birkaç on yıl öncesinde bir erkeğin karısından daha düşük maaş alması bile kolay kolay hazmedilir bir durum değildi. Oysa bugün artık Evde-kalan Babalar (“stay-at-home dads”) adı verilen pek çoğu üniversite mezunu, hatta doktoralı bu babalar ile, ebeveynlerin ikisinin de çalıştığı aile yapısı yavaş yavaş değişirken, birinin evde kalıp çocuklarla ilgilenmesi, gerekirse bu “birinin” evin babasının olması tuhaf veya ayıplanacak bir durum olmaktan da çıkıyor. Önümüzdeki on senelerde muhtemelen pek çoğumuz ev erkeklerini hiç yadsımayacağız. İyi Ev Kadını Rehberi’nin meçhul yazarı hâlâ hayattaysa, umarım şimdiden “İyi Ev Erkeği Rehberi” için de kolları sıvamıştır.