Deliler teknesindeki bir marjinal: Fikret Ürgüp

TAHSİN YILDIRIM
Abone Ol

Türk edebiyatında öyküleri ve sıra dışı hayatı ile temayüz eden Halit Fikret Ürgüp ölümünden sonra yayına hazırlanan Dosdoğru Günlük’teki ifadesiyle “Hüseyin Hayrı’yla Zeynep Malike oğlu, İstanbullu. İslam” olarak 23 Mayıs 1914’te “rüyâlarının ikamet ettiği” Suadiye’de dünyaya gelmiştir. Zeynep Malike Hanım ile Hüseyin Hayri Bey’in üç çocukları olmasına karşın biri henüz altı yaşındayken veremden ölmüştür. Hüseyin Hayri Bey de 3 Temmuz 1936 günü girdiği komadan çıkamayacaktır. Halit Fikret Ürgüp ile Nazan Orhon’un anneleri Zeynep Malike Hanım ise 1 Kasım 1975 günü Çengelköy Kerime Hatun Camisi’nden öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazı ardından Çengelköy Mezarlığı’na defnedilmiştir.

Galatasaray Lisesi’nden 1934’te mezun olan Halit Fikret aynı yıl İstanbul Tıp Fakültesi’ne kayıt yaptırmıştır. Mezuniyeti ardından 1942’den 1946’ya kadar Guraba Hastanesi II. Dâhiliye Kliniği’nde dâhiliye ihtisası yapmıştır. 1947 ile 1954 arasında Validebağı Sanatoryumu’nda servis şefi olmuştur. Mahpeyker Hanım’la 1946 yılında evlenen Fikret Ürgüp eşi ile 1954 ile 1959 arasında Amerika Birleşik Devletleri’nde New York State Psychiatric Institute’te ve Warren State Hospital’da psikiyatri ihtisası yapmıştır. 1959’dan 1961’e kadar ise İngiltere’de Mabledon Hospital’da psikiyatri üzerine çalışan Mahpeyker Ürgüp ve Fikret Ürgüp 1961 yılında Türkiye’ye dönmüştür. Fikret Ürgüp uzun yılların ve özellikle yurt dışı tecrübesinin meyvesi olarak ülkemizde, sahasında ilk özgün örnek olan Şizofreni başlıklı bilimsel kitabını 1964 yılında eşi Mahpeyker Hanım’a ithafla yayımlamıştır.

Eşinden ayrılması, oğlunun kendinden gittikçe uzaklaşması, ruhi yapısının bozulması üzerine yıkılan Fikret Ürgüp kendini içkiye ve bohem hayata vermiştir. Yaşadığı bedenî ve ruhi hastalıkların sonucunda 6 Mart 1977 tarihinde geçirdiği koma neticesinde hayatını kaybetmiştir. Kurmaca metinlerimize giren deliler dünyasının marjinal akıllısı Fikret Ürgüp bazı yazarların metnine girmiş, kimine ise ithaf konusu olmuştur

Eşi, Enver Paşa’nın kızı Mahpeyker Sultan

Mahpeyker Sultan ve Fikret Ürgüp.

1917 senesinin Mayıs ayında İstanbul, Kuruçeşme’deki Enver Paşa Yalısı’nda Enver Paşa ile Naciye Enver Hanım’ın kızı Fikret Ürgüp’ün eşi ve çocuğunun annesi Mahpeyker Hanım dünyaya gelmiştir. Çocuğun dünyaya gelişine pek sevinen, küçücük çocukla saatlerce oynayıp meşgul olmaktan zevk alan Enver Paşa’nın Mahpeyker’e karşı çılgınca bir sevgisi vardı.

İbrahim Tüzer’in Fikret Ürgüp: Deliler Dünyasında Bir Marjinal kitabına göre tahsilini Paris Tıp Fakültesi’nde tamamlamış olan Mahpeyker Sultan, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne uzun yıllar hizmet eden Frank Hoca lakaplı Ord. Prof. Dr. Eric Frank’ın yanında 1942’den 1946’ya kadar Guraba Hastanesi II. Dâhiliye Kliniği’nde dâhiliye ihtisası yapmıştır. Aynı hocada ihtisas yapan Fikret Ürgüp, Mahpeyker Hanım ile 1946 yılında evlenmiştir.

Enver Paşa’nın kızı Mahpeyker Sultan.

1961’de Türkiye’ye dönüşte anlaşmazlık yaşayan çiftin evliliği tehlikeye girmiştir. Fikret Ürgüp Dosdoğru Günlük’ün 26 Ekim 1972 tarihli yaprağında “Ayrıldığım karımı sevmiştim, evlenmeden içinde erkekleri yenmek tepkisi vardı. 21 yıl beni yıkmaya çalıştı, bilmeden. Ben yıldım. Ayrıldık” şeklinde açıklama getirdiği boşanma Haziran 1968’de olmuştur. Mahpeyker Ürgüp’ün, 3 Nisan 2000’deki vefatı Hürriyet gazetesinde “Enver Paşa’nın Kızı ‘Hanım Sultan’ Öldü” başlığıyla duyurulmuştur.

Oğlu Hasan Ürgüp

Fikret ve Mahpeyker Ürgüp’ün evliliğinden 1948 yılında Hasan adında bir çocukları dünyaya gelmiştir. İbrahim Tüzer’in Fikret Ürgüp: Deliler Dünyasında Bir Marjinal kitabına göre ilkokulu Amerika’da, ortaöğrenimini İngiltere’de tamamlayan Hasan Ürgüp daha sonra London International School’u bitirmiştir. Türkiye’de yüksek kimya tahsiline başlasa da bitirememiş, ilgi ve uğraş alanı olan resim, fotoğraf ve sinemaya yönelmiştir. Kavram Yayınları’ndan 1996 yılında çıkan İzlenimler adını verdiği bir fotoğraf kitabı da olan Hasan Ürgüp’ün derinleşen trajedisi ailesi tarafından fark edilse de çözüm üretilememiştir. Psikolojik tedavi gören uyuşturucu bağımlısı fotoğraf sanatçısı Hasan yaşadığı bir kriz anında 12 Kasım 1989’da Caddebostan İskele Yolu Demirhan Çıkmazı’nda annesiyle birlikte oturdukları apartmanın onuncu katından “Yaşamanın bir anlamı yok!” diyerek kendisini aşağıya atarak henüz 41 yaşında iken intihar etmiştir. Cenazesi Teşvikiye Camii’nde kılınmış, namazdan sonra Yahya Efendi Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.

“Cevapsız kalan telgraf”lar

Sait Faik Abasıyanık.

Yazar, ressam, hekim, eş, arkadaş, dost olarak birçok kişi ile irtibatı olan ancak zamanla bunları kaybeden ya da ilişkisi kopan Fikret Ürgüp’ün yanında olmasından mutlu olduğu, yalnızlığını unuttuğu bir sığınak olarak gördüğü birçok insan onunla yol yürümüş, yoldaşlık yapmış ama nihayetinde ya kader hükmünü icra etmiş vefatlarla ya da şartların getirdiği zorlamalarla yolları ayrılmıştır.

Fikret Ürgüp hem yakın arkadaşı hem de doktoru olduğu aziz dostu Sait Faik’in vefatı ardından Yeditepe dergisinde yayınladığı “Yaşamın Büyüsünü Yakalamıştı” başlıklı yazısında onu şöyle anlatmıştır: “…Şimdi o gitti, ben kaldım. Doğru dürüst konuşabildiğim, anlaşabildiğim beş altı insandan biri eksildi. Bana, onun yerine duvarlarla konuşmak kaldı. Kendi ölümümü düşünmek kaldı… Sait hepimiz için vardı. Yaşamanın büyüsünü yakalamıştı ve bizi sürüklerdi o büyünün içine. Yaşamak onun için sevgiyle başlar sevgiyle biterdi… Ne olacak şimdi? Kim anlatacak size, kim ispat edecek yaşamanın fiziksel lezzetini? O gittikten sonra?” 11 Mayıs 1954 gecesi vefat eden Sait Faik’in cenazesi Marmara Kliniği’nden alınarak Şişli Camii’ne getirilmiş, kılınan namazın ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilmiştir. Fikret Ürgüp, “Tanıdığım Sait Faik” yazısında da o günü şöyle anlatmıştır: “Sırılsıklam bir mezarlığa gömdük onu. Sonra, çukura dolan yağmur. El sıkışmalar. Ar[a]da kalıp da yağmuru umursamayan bir iki insan...”

Ahmet Hamdi Tanpınar.

Onun hayatına tesir edenlerden biri olan yakın dostu Ahmet Hamdi Tanpınar’la tanışmasını ise “Tanpınar’ın Ölümü” başlıklı yazısında şöyle anlatmıştır: “1940’ta tanışmıştık. (…) İkimizin de üniformalarımız üzerimizde yabancı durduğu için mi nedir, aramızda bir benzerlik sezmiş, konuşmaya başladıktan sonra da hemen kaynaşmıştık.” Sait Faik’in vefatından sonra Ahmet Hamdi’ye de bir şey olacak korkusu yaşadığından “O gitti, Hamdi kalsın istiyorum” diyerek İstanbul’a geldiğinde uğradığı ilk yerlerden biri de Ahmet Hamdi’nin evi olmuştur. 24 Ocak 1962’de Fikret Ürgüp’ün yaşamında bir dönem daha kapanmıştır. Her zaman aradığı, yanında rahatladığı, toparlandığı, yeri doldurulamayacak yirmi yıllık dostu “Hamdi’nin gerçekten öldüğünü Süleymaniye’nin avlusunda cenaze namazını beklerken hisse”den Fikret Ürgüp, edebiyatın koca reisini Rumelihisarı Mezarlığı’nın girişindeki mezara acıya şahitlik eden martılar nezaretinde defnetmiştir. 15 Ekim 1958’de de dostu Asaf Halet Çelebi’yi kaybeden Fikret Ürgüp, Yeditepe dergisinde neşredilen “Om Mani Padme Hum’un Kahramanı Asaf Halet Çelebi” başlıklı yazısında onu anlatmıştır: “Asaf Halet Çelebi’nin insanı her zaman şaşırtan bir hali vardır. Dalgın mı, değil mi, çevresiyle ilgili mi değil mi? Kendini kolay ele vermez. Açık konuşmasına rağmen kapalı bir kutu gibidir. Hani Budha ile ilgisini bilmeseniz bile onda Budizm disiplinini sezersiniz. Sakin görünüşü altında rengârenk. Alnı endişeli, dudakları rahat. İçin için gülümser gibi.”

1936 yılından beri tanıştığı Cahit Irgat [21 Mart 1916- 5 Haziran 1971] ile sıcak, samimi, sevgi dolu bir dostluk kurmuştur. Dostlarının bir bir gidişini “ ‘Ölmüş!’ dediler. İnanması zordu.” diyerek “Irgat da Gitti” başlıklı yazısında şöyle anlatmıştır: “Cahit Irgat da gitti. Yine eksildik. Temiz, dosdoğru ve de şairdi. Yaşam kısa, ölüm uzun sürüyor. Ölüm acısını çekenler bilirler.”

Son günleri

Mesleği gereği ruh hastaları ile ilgilenen onların ruh dünyasını bilen Fikret Ürgüp, yanlış tercihleri ya da kaderi ne denirse densin bir şekilde bedenî ve ruhi sağlığını kaybetmiştir. Özellikle eşi Mahpeyker Hanım’dan 1968 Haziran’ında ayrılmasıyla başlayan dengesizlik, oğlunun sorunlu hayatı ve ondan uzak durmasıyla artan düzensizlik yıkımını hızlandırmıştır. Günlüklerine de yansıyan bu yıllarda Ürgüp’ün işi de hayatı gibi düzensizdir. Bu yıllarda kendini alkole, resme, dansa ve muvakkat ilişki kurduğu kadınlara veren Fikret Ürgüp’ün o günlerini Ahmet Oktay; Argos dergisindeki “Siyah Karedeki Dansör” başlıklı yazısında şöyle anlatmıştır: “Dünyayla ve insanlarla iletişimini üç kanaldan kurmayı seçti: İçki, dans, resim.”

“Dünyayla ve insanlarla iletişimini üç kanaldan kurmayı seçti: İçki, dans, resim.”

Yaşadığı sorunlara ve yalnızlığa çözüm için alkole ve eğlence âlemlerine sığınan Fikret Ürgüp bu bataklığa gittikçe gömüldüğünden melankoli ve depresyon içerisinde günlerini geçirmiştir. O günlerdeki fiziksel yapısını, hastalıklarından ziyade ruhi yapısını, ruhsal sorunlarını önemsediği hastalıklarını Dosdoğru Günlük’te şöyle sıralamıştır: aorta yetmezliği, hipertansiyon, karaciğer yetmezliği, akciğer tüberkülozu, cerebral spondylarthouses, şizoid tip depresyon, bir cins melankoli, psikopatlık. Her türlü hastalığının farkında olan Fikret Ürgüp, depresyon ve melankoli ile oluşan, giderilmesi zor olan yalnızlık, maddi ve manevi kayıplarla ruh ve beden sağlığını kaybedip intihara meyledeceği korkusunu da taşımaktadır. Bu ruh dünyası içinde her gün kötüye giden Fikret Ürgüp, selin önündeki yaprak gibi akıl hastanesine doğru yol almış ve son günlerini orada geçirmiştir.

Akıl hastanesi günleri ve vefatı

Son yıllarında bir akıl hastasının dağınık ve birbiriyle ilişiksiz halüsinasyonlarıyla yaşamaya devam etmiştir. Bundan dolayı farklı zamanlarda kısa aralıklarla Çapa’da Vakıf Guraba’da ve Bakırköy’de alkol tedavileri görmesine rağmen sonuç alamamış, tedavisi müspet neticelenmemiştir. Daha önceki yıllarda bozuk ruh sağlığının tedavisi için tedavi görmüşse de gittikçe kötüleşen durumundan dolayı 6 Eylül 1976 günü Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde tedavisine başlanmıştır. Bu hastanede yaklaşık bir yıl tedavi gören Fikret Ürgüp’ün üç beş seveninin dışında kimsesi kalmamıştır.

6 Eylül 1976 günü Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde tedavisine başlanmıştır. Bu hastanede yaklaşık bir yıl tedavi gören Fikret Ürgüp’ün üç beş seveninin dışında kimsesi kalmamıştır.

8 Mart 1977 günü saat 09.30’da “serebral koma” nedeniyle Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde ölen yazar için 9 Mart 1977 günkü Milliyet gazetesinde onun bu dünyadan kurtuluşunu duyuran vefat ilanı şöyledir: “Merhûme Malike Ürgüp ile merhûm Hayri Ürgüp’ün oğlu, Hasan Ürgüp’ün babası, Nazan Orhon’un ağabeyi, Melike ve Sinan Orhon’un dayıları, Enver Orhon’un kayınbiraderi Dr. Fikret Ürgüp bu dünyadan kurtuldu. Cenazesi 9 Mart 1977 Çarşamba günü ikindi namazı kılındıktan sonra Çengelköy’deki aile mezarlığında huzura kavuşacaktır...”