Hepsi ev kadını

NİHAYET DERGİ
Abone Ol

Ev kadını deyince okuduğumuz romanlardan, seyrettiğimiz filmlerden, gündelik dilde kullanılan klişe ifadelerden zihnimize yerleşen bir profil var. Hâlbuki tanımlanmış “mesaili bir iş” yapmasalar ve “Akşama kadar ne yapıyorsun?” sorusunun muhatabı olsalar da evdeki kadınlar, tek bir profile sığması mümkün olmayacak bir çeşitlilik arz ediyor. İşte size, kendi ağızlarından gündelik hayatlarının akışına misafir olduğumuz birkaç örnek... Hepsi ev kadını...

Koltuk tamircisinin karısı

Dün belediyeden kızlar geldi. Sorular sordular. “Ev kadını mısın?” dediler. “Evet” dedim. “Burada ne yapıyorsun” dediler. Burası dedikleri yer eşimin imalathanesi. Koltukların, kanepelerin yüzünü yeniliyor eşim. “Eşime yardım ediyorum” dedim. Onlar geldiğinde soframızı kaldırmamıştık. Ben onlara cevap verirken büyük oğlum küçük oğlumun elindeki ekmeği aldı. Küçük ağlamaya başladı. Kucağıma aldım susturmak için kızlar soru sormaya devam etti. “Her zaman mı yardım edersin?” dediler. “Elimden geldiğince” dedim. Elimden geleni merak ettiler herhâlde. Sordukça sormaya devam ettiler. Kucağımda ağlayan çocuk ile sorularına cevap vermekte zorlanınca, “Eşiniz ilgilenmez mi çocuklarla” dediler. “İlgilenir niye ilgilenmesin” dedim. Eşim o sıra ters çevirdiği koltuğun altına astar çakıyordu. Kızlar alaylı bir şekilde güldüler. Kızlar gülünce eşim Camii’ye doğru gitti. Camii bize çok yakın. O kadar yakın olmayaydı çocukların ihtiyacını karşılamak zor olurdu belki. “Namaza mı gidiyorsun Ahmedim?” dedim. Eşim kızların sorusundan bunalmıştı besbelli. O saatten sonra kızların sordukları soruları hiç sevmedim.

Dün belediyeden kızlar geldi. Sorular sordular. “Ev kadını mısın?” dediler. “Evet” dedim.

“Sen burada ne işi yapıyorsun? Çocuklarla zor olmuyor mu? Her gün gelir misin?” “Perşembe günleri pazara gidiyorum, pazar günleri de eşim yarım gün çalışır, o gün biz çocuklarla gelmeyiz” dedim. “Sen kocanın çırağı mısın” dediler. “İnsan kocasına çırak olur mu?” “Sigortan var mı, eşin sana ücret ödüyor mu” dediler. Çok canım sıkıldı. “Ben eşime bir böbreğimi verdim,” dedim, “emeğimi vermişim ne ki. Anam ile babam tarlada çalışırdı yan yana. Ben de buraya geliyorum. Evde durup ne yapacağım? Telefonlara bakıyorum. Dükkânı topluyorum. Kumaşları kesiyorum. Çocuklarım kapının önünde oynuyor. Zenaat iyidir. Boş duranı Allah bile sevmemiş. Evde durup da kim kiminle evlenecek onlara mı akıtacağım gözümün nurunu..”.

Kızlar gitti. Ahmedim geldi, dedim ki, “Belediyedeki kızlara ne ki bizim düzenimizden...”

Müzehhibe anneanne

“Anneanne sen de gençken çalıştın mı?” diye sordu torunum geçen gün. Annesinin işten geç gelmesinin gerginliği üzerindeydi. “Çalışmadım” dedim, ama ağzımdan çıkanı kulağım duyunca “Çalışmadım da boş mu durdum?” diye söylendim kendi kendime. Herkesin emekli olduğu şu yaşımda sabah ezanında kalkıyorum, masamın başına oturuyorum. Ev halkı kalkana kadar bir iki saat ne yaptıysam o kâr kalıyor. Çiçeklerin renkleri, desenlerin kıvrımları derken kızım okula, eşim işe gitmeden kahvaltılarını etsinler diye ertesi sabaha bırakıyorum elimdeki işi.

Geçen gün kız meslek lisesinden bir arkadaşımın sergisine gittim. Özenmedim değil.

Eskiden gün içinde de işleri toparlayıp fırçamı elime alabiliyordum. O zaman tezhip kursuna gidiyordum haftada bir. Yatılı misafirim de eksik olmazdı, ama yine de yetişirdim. Son yıllarda zorlaştı. Geçen yıla kadar çocuk bakıyordum, büyük kızım yoğun çalışıyor. Mimar, akşamları da geç geliyor. Ha torun okula başladı, biraz daha planlı çalışabilirim derken kayınvalidem alzheimer oldu. Onu evde yalnız bırakıp alışverişimi bile yapamıyorum. Ortanca kızım çalışmadığı için onu çağırıyorum, sağ olsun gelip bekliyor babaannesini. İki senedir haftada bir yardımcı alıyorum, yoksa başa çıkmam zor. Sözde dört kişiyiz ev halkı, ama iki torun, kızlar, damatlar derken çoğu zaman akşam bulaşığı sabaha kalıyor. Hele misafir gelmişse –ki yeğenler, akrabalar ziyareti hiç aksatmazlar... Sırtımdan ter damlayarak bitiriyorum günü. Bazen yatsıyı kılmadan uyuyakalıyorum koltukta. Geçen seneye kadar yeğenlerin nişandır, sözdür bütün alışverişlerine beni götürürlerdi. Artık gücüm yetmiyor. Annemle kayınvalidemin muayenesi, aile hekimine ilaç yazdırması derken...

  • Bir tek pazar günleri o da kayınvalidemin yanına nöbetçi birini bulabilirsem çıkıyoruz eşimle. Alışveriş öncesi bir sergi gezebilirsem ne âlâ. Geçen gün kız meslek lisesinden bir arkadaşımın sergisine gittim. Özenmedim değil. Ununu eleyip eleğini asmış tabii. Çocukları evlendirince bir atölye açtı. Hem tezhip dersi veriyor hem de ara sıra sergiler açıp eserlerini satışa sunuyor. Benimki elim soğumasın, senelerin emeği boşa gitmesin kabilinden.

Hafız genç anne

Beyzanur’a öğretmeni yine “Annen yarın mutlaka okula gelsin, zaten çalışmıyor” demiş. Her veli toplantısında böyle. Mesaili çalışanların mazereti kabul ediliyor. Adın ev kadını olunca çocuğum mahzun olmasın diye iki elin kanda da olsa gideceksin. Hocaya haber vermem lazım gelemeyeceğimi. Tam da yoluna koymuştum. Beyzanur’u servise bindirdikten sonra oğlanı yuvaya bırakıp koşuyorum kursa. Hafızlığı bitirir bitirmez on sekizinde evlendiğim için fırsat olmadı pişirmeye. Haftada üç gün hem kendi dersimi veriyorum hem de talebe okutuyorum. Öğlen olunca kurstan çık, hızla market işini gör, koş eve. Allah’tan sabah namazdan sonra yemeği tasarlıyorum da gelince evi derleyip toplamaya vakit kalıyor.

Beyzanur’a öğretmeni yine “Annen yarın mutlaka okula gelsin, zaten çalışmıyor” demiş.

Neyse bir günden bir şey olmaz, diyorum da haftaya da kayınvalidemin okuması var, yardıma gideceğim. Pastayı akşamdan yapar, dinlenen poğaçayı da buzdolabında hazır edersem dersimi aksatmadan yetişirim inşallah. Biraz fazla tutturursam pazar günkü misafirlerin ikramı da çıkmış olur. Kandilde dağıttığım, helvadan yapsam.... Kayınvalidem daha memnun olur, ama vakit? Apartmandaki komşu kızlar çok beğenmişti. Aynı yaşta olduğumuzu öğrenince şaşırdım, ama ben nikahta on yaş büyüğüm onlardan.

  • İkindi vakti oğlanı yuvadan alınca önce onu çalıştırmam lazım. Elifbadayken mahreçleri halletsin de bizim gibi zorlanmasın diye uğraşıyorum. Kız okuldan gelince zaten bütün akşam bir mutfağa bir onun başına gide gele dönme dolaba dönüyorum. İyi ki liseyi dışardan bitirmişim kurstayken. “Eşin şehir şehir geziyor, yurt dışına gidiyor. Sen niye çocukların başını bekliyorsun?” diyor bazı arkadaşlar. Özenmiyor muyum? Tabii ki özeniyorum, tebdili mekânda ferahlık vardır, derdi hocamız. Ama çocukların eğitimi mühim. Önce helal lokma, eşim onun için uğraşıyor. Sırf iyi bir muhitte büyüsünler diye kendi evimizi kiraya verip kiracı olduk. Geçen sene kızı semt dışındaki okula her gün arabayla boşuna mı kendim götürdüm? Şükür bu sene servis var. Eşim bazen işten gelince çocukları alıp dışarı çıkarır. İşte o zaman evde ayağıma dolanan olmadan ev işi yaparım. Ferah ferah...

Gündelikçi Şükriye Hanım

Üç yıl önce bugün sonuçlarımı almak için doktordaydım. Uzun uzun baktı yüzüme: “Üç ay ömrün kaldı!” dedi. Ben “Şükürler olsun Allah’a” dedim, şaşırdı. “Neden Allah’ım beni buldu bu hastalık” diye isyan etsem bu kadar hayret etmezdi herhâlde. Hep şükür, hep şükür dilimden başka bir şey çıkmaz ki benim. O kadar şey yaşadım, neler gördüm geçirdim, her olayın daha kötüsü var, dedim; hâlime şükrettim.

Dolaba yeni tahlil sonuçlarımı koyarken o günkü filmlerimi buldum. Aradan üç yıl geçti, bak Rabbim şifasını verdi işte. Doktora mı kaldı ömür biçmek. İki kızım da nişanlıydı o zaman. Mürüvvetlerini göreyim diye çok dua ettim. Oğlum da üniversite son sınıftaydı. Eline ekmeğini bir alsa diye diye ağladım. Hepsi de oldu şükür. Kızlarımın birer çocuğu daha oldu. İkisinin de oğlu vardı, şimdi kızları da var. Torunlarım birbirine akran büyür giderler.

İki kızım da nişanlıydı o zaman. Mürüvvetlerini göreyim diye çok dua ettim.

Herkes değişti de bir eşim hep aynı. Ah!.. Hiç mi değişmez insan. Tekstille uğraşırken de böyleydi. Eline geçen parayı az mı kaybetti kumarda. Allah fırsatı bir verdi, iki verdi, üç verdi baktı ki kul akıllanmıyor, ne etsin. İşi batırınca bir şey demedim. Ne yapalım kader, elimiz ayağımız tutuyor, şükürler olsun, çalışır kazanırız, dedim sadece. Ama kumar illeti adamın peşini kolay kolay bırakmadı. Eh iş başa düştü, çalışmaya başladım. Kızlar bekâr o zaman. Kimisi okuyor, kimisi çalışıyor. Çalışıyor da bana mı veriyor. Kendi süslerine püslerine ancak yetiyor paraları. Karşı komşum Nebahat Hanım sağ olsun her derdimi dinler. Şimdi kendi kendime konuşurken sanki ona anlatıyormuşum gibi geldi bir an. Ah kim bilir kaç kere anlattım kadıncağıza aynı şeyleri, bir kere de “Şükriye Hanımcığım yeter” demedi, “Bu akşam da müsait değilim gelme” demedi. Evinde misafir de olsa kapısı hep açıktır bana. İnsan derdinin anlattığı yerde kaldığını bilince içi rahatlıyor. Herkese böyle komşu nasip etsin Rabbim. Kulakları çınlasın, bir gün aldı karşısına kızlarımı, konuştu. Sever benim kızlar Nebahat Hanım’ı. Artık ne dediyse o günden sonra çok destek olmaya başladılar. Süse püse para harcamaz oldular. Ev işlerinin bir ucundan tutar; ilacımla, hastanemle ilgilenir oldular. “Artık anneniz evi döndürmek için apartmanın merdivenlerini siliyor, başkalarının kirini temizliyor” mu dedi, ne söyledi bilmem. Ne dediyse demiş işte. Ben ne kocama ne çocuklarıma bir şey diyemiyorum ki. Hep var olduklarına, sağlıklı olduklarına şükrediyorum da tek kelam edemiyorum onu yapın, bunu yapmayın diye.

  • Oturduğumuz apartmanın merdivenlerini silmek biraz ağırıma gittiydi ilk zamanlar. El evini temizlemeye bile alıştım. Hem kendi evimin işi hem gittiğim evlerin hanımlarının işi… Yoruluyor insan. Bazı zamanlar göğsüme bir ağrı saplanırdı da cam silerken yel aldım sanırdım. Nerden bileyim ki kanserim. Doktor dertli hastalığıdır bu diyor. Sıkıntıya, strese gelemezmiş. Kafaya bir şey takmamak gerekirmiş. Otur evinde, çalışma demek kolay, çoluğum çocuğum ne olacak.

O hâlimle de gittim ya işe… Ev de temizledim, cam da sildim. Kemoterapilerden sonra ağırlaştığım günler, sağ olsun, izin verdi hanımlarım. Bugün de doktora gittim geldim. Şimdi de lenf bezlerime atlamış kanser. Öyle kolay değilmiş temizlemek. Bu saatten sonra üç gün mü ömrüm var, üç ay mı, bu sefer bir şey demedi doktor. O da anlamış ya Allah bilir işte. O’ndan gelene sonsuz şükür.

Genel müdürün karısı

Bugün Aysel’in günü… Aslında her gün Aysel’in günü olmalıydı da, cimri kocam sağ olsun. Onca parayı öte tarafa götürecek sanki. “İşin ne kendin yap” diyor. Ayol “Koskoca genel müdürün karısı camını kendi siliyor” mu desinler. Âlem bu adam. Hoş silecek olsam da bütün gün, onu gönülle, bunu ağırla, ev işi yapacak hâl kalmıyor bende. Bugün evdeyim de... Aysel işleri yapıyor, ben de kendime şöyle güzel bir keyif kahvesi alayım. Ya da dur Aysel’den isteyim. Ayseeel! Ayseeel, bir kahve yap şekerim, orta şeker olsun. Ay, şekerim dedim de aklıma geldi, n’oldu senin şekerin düzeldi mi Aysel? Benimki de soru. Nasıl düzelsin, dert tasa bitmiyor ki sende. Çok mu batmış oralar Ayselcim? Şöyle güzelce vimle… Ne zamandır elim değmiyor ki benim de… Halis müdür olduktan sonra biliyorsun gelen giden, ziyaretler, onu ağırla bununla buluş derken eve barka bakamadım hiç. Ay neyse ben terasa çıkıyorum Ayselcim, sen kahveyi oraya getir en iyisi. Şöyle boğaza karşı ayağımı uzatayım da bir keyif yapayım. Ayların yorgunluğu var üzerimde. Yüzüm bile ağrıyor inanır mısın? Gülümsemekten kasılmış kalmış…

Bugün evdeyim de... Aysel işleri yapıyor, ben de kendime şöyle güzel bir keyif kahvesi alayım.

Ayy telefon çalıyor yine. Aloo, buyurun. Evet ben Genel Müdür Halis Bey’in eşiyim. Kim arıyordu? Ah öyle mi, memnun oldum efendim. Ah yarın mı açılışınız? Tabi, efendim, ne demek. Orada olacağız inşallah.

Aysel dur getirme kahveyi. Yaptın mı bile? O zaman kendin iç şekerim. Yarın Gülgüzeli Restoran’ın açılışı varmış. Oraya davetliyiz. Kendime yeni bir şeyler almam lazım. Ay Aysel, amma yaptın ha. O kıyafeti geçen gün Samet Beylere veda yemeğinde giymiştim ya. Koskoca genel müdür karısına kıyafet alamıyor mu dedirtelim canım. Ben hazırlanıp çıkıyorum. Sen de şu camları güzelce sil emi?

Ev kadını olmayı seven mühendis

Her insanın fıtratı dışarıda çalışmaya uygun değildir. Bunun nesini anlamak zor? Artık yoruldum, ev bana iyi geliyor. Raporum bitince de işe dönmek istemiyorum dediğimde herkesin yüzünü bir telaş alıyor. Sanki korkunç, akıl almaz bir şey söylüyorum. Yok “onca okudun, bu kadarcık mıydı yani”ler; “bir ay durunca anlarsın, sen evde yapamazsın”; “evin işi bitmez, çalışıyorsun da görmüyorsun, gel vazgeç bu sevdadan” demeler.

Her insanın fıtratı dışarıda çalışmaya uygun değildir.

YO-RUL-DUM! Yoruldum işte… Yetmez mi? Çalışırken alelacele yaptığım işlerimi dura dinlene yapıyorum. Yıllardır önce okul, sonra iş, sonra evlilikle iş, sonra çocuk, evlilik ve iş derken öğrenemediğim el işlerini öğreniyorum şimdi. Kazak örmeye başladım çocuklara. Oğlanınki bitti, kızınki de bitmek üzere. Kenan’a bir kaşkol başlayacağım, herkes nişanlıyken örer ama... Yıllardır yapmadığım yemekleri de yapmaya başladım. Geçen mantı açtım. Kenan bayıldı. Kenan, “Hastasın, yıpratma kendini bu kadar, hiç olmazsa ev işleri için yardımcı alalım” diyor da istemiyorum. “Ayol daha ölmedim. Kendim yaparım işimi kimseleri istemem” diyorum. Ağrım sızım olsa da daha iyi olduğumu hissediyorum iş yaparken. Dedim ya, ev bana iyi geliyor. Güne de girdim akrabalarla… Ayda bir görüşüyoruz hiç olmazsa… Çeşit çeşit pastalar börekler… Yengemin yaptığı elmalı turta en güzeliydi. Bakalım, bugün ben de tarife göre yaptım. Oğlan sever böyle şeyleri. İnşallah yengeminki kadar güzel olmuştur.

Bir misafirlik canımız var
Nihayet

Şefim, “artık izni uzatma, aramıza dön” diyedursun. İyiyim ben böyle. Gittiği yere kadar götüreceğim.