Kavvali müziği ve NusretFatehAli Han

SEMA BABUŞCU
Abone Ol

Mevlana Mesnevi’ye “bişnev” yani dinle diyerek giriş yapar. Çünkü muhabbet konuşmakla değil dinlemekle başlar. “Can kulağı”yla dinleyenin işittiği kalbe doğru yol alır ve muhabbet koyulaşır, derinleşir. Dinlemek, dinlemeyi bilmek aslında okumakla eş değerdir.

Kavvali müziği yedi yüzyıl kadar eski bir geçmişe sahip. Kökleri İran’a uzanan ve Pakistan topraklarında son şeklini alan bir sufi müziği... Sufi müziği deyince bu müziğin bir zikir, bir ibadet şekli olduğunu hatırlamak gerek.

Kâinat kitabını ya da insanı okumakla dinlemek aynı şeydir ve “can gözü”, “can kulağı” gerektirir. Yani ki yalnızca bir insanla değil, hayatla, tabiatla, ne ile muhatap isek onunla aramızda bir muhabbet hasıl olması için önce dinleyebilmek gerekir ki muhabbet başlasın ve derinleşsin. Muhabbeti yalnızca sohbet anlamında kullanmıyorum, aşk anlamını da kastediyorum. Sufiler de aşkı dinlemekle başlatır.

Elest bezminde Allah’ın kullarına seslenişi en mükemmel ses, güzelliğin aşılamaz zirvesidir. İnsanın aşkı orada başlar, dünyaya doğuşu ise o sesin peşinde, hasretinde bir serüvendir. Müzik bu sebeple vardır. Her nağme işitilen o kusursuz güzellikte sesin arayışındadır. Her güzel ses o ahitteki zevki hatırlatır çünkü o hitap bütün canlıların tabiatında saklıdır; hatırlayan ise kalbindeki coşkunlukla kendinden geçer. Sufiler için müzik budur; aşkın bir tezahürü, kalbi dünyevi olandan ilahi olana doğru yükselten, seslerle kurulmuş bir merdiven, bir trans hâli...

İlerde anacağımız bir şarkının da söylediği gibi müzik, “Her arayan için oradasın/Ulaşabileceği uzaklıkta” haberini kalplere bir muştu gibi bırakmak için vardır. İslam coğrafyasının her beldesinde sufilerin müzikle irtibatı malumdur; Allah’a götüren yolda vazgeçilmez bir araç olarak varlığını sürdürür müzik. Bizim bu yazımızda uğrayacağımız coğrafya ise Pakistan. Şarkı hep aynı aslında, nereye gidersek gidelim şarkının söylediği aşk, Allah aşkı; ve gayret, olmak gayreti...

Kavvali müziği

Kavvali müziği yedi yüzyıl kadar eski bir geçmişe sahip. Kökleri İran’a uzanan ve Pakistan topraklarında son şeklini alan bir sufi müziği... Sufi müziği deyince bu müziğin bir zikir, bir ibadet şekli olduğunu hatırlamak gerek.

  • Kavvali de aslında bizim Mevlevi sema’ı gibi belli ritüellere sahip bir zikir şeklidir. Bu müziği icra eden kavallar genelde sufilerin arasından çıkar ve genellikle tekkelerde icra edilir kavvali. Genellikle diyoruz çünkü zaman içerisinde zikir amacı dışında, farklı mekânlarda, sufi olmayanlar tarafından da icra edilir olmuş. Kavval olabilmek sufilik yolunda olmayı, bu birikimden haberdarlar olmayı gerektirir. Zira kavval son derece önemlidir; onu dinleyenlere yaşatacağı trans hâli, tesir gücü, bu sufi yanıyla bağlantılıdır. O nedenle kavvallar genelde aile boyu kavval olan insanların arasından çıkar; yani ki çocukluğundan itibaren bu tezgâhta dokunur, pişer, vakti gelince de bayrağı devralır. Aslında bizdeki gibi usta çırak ilişkisiyle yetişir kavvallar, diyebiliriz. Çoğu kavvalın ilk hocası, babası, amcası gibi yakın bir akrabası olur.

Kavvali müzik belli bir düzene sahiptir. Her şeyden önce yere oturularak icra edilir, oturuş düzeni de bellidir ve yüzyıllardır değişmeden devam eder. Grup hâlinde icra edilen müzikte kavval mürşit, onun söylediklerini tekrar eden diğer grup üyeleri ve sazendeler ise birer mürit gibidir.

Birkaç tabla, harmonyum ve ritim sazlarla icra edilen müzik, irticalî yani doğaçlama bir icradır. İrticalî icra özgür, rahat bir alan demektir ve trans hâli için belki de en ideal icra şeklidir.

  • Okunan eserlerin dili Urducadır ve bölümler hâlinde ilerleyen icranın her bölümü 15 dakika bazen daha uzun sürer. İcra hamd ile başlar. Klasik bir kavvali örneğinde muhakkak hamd, naat ve menkıbe bölümleri olmalıdır. Aynı zamanda mersiye, gazel, münacat gibi bölümleri de vardır. Adından da anlaşılacağı üzere bütün bu bölümler Allah’a hamd, Hz. Peygamber’e muhabbet, övgü, veliler ve ehl-i beyt sevgisi gibi konular içerir. Veliler ve ehl-i beyt söz konusu olduğunda ise Hz. Ali sevgisi öne çıkar.

İcra hamd bölümüyle başlar. Dinleyici ve icracılar ritmik sallanmalar, ritme sesle eşlik etmeler, sesin yükselip alçalmalarıyla yavaş yavaş trans hâline geçer; bilinç ve ruh dünyevi olandan sıyrılıp boyut değiştirmeye başlar. Bu değişim bedende birtakım sallanmalarla kendini gösterir. Ritme göre hareket eden dinleyicilerin karşısında kavval da ritme uygun sesler kullanır.

Bu, ritme ses ile eşlik etmeler bizim müziğimizde bana kalırsa bir aşkınlık hâlinin göstergesi olan “ye le lel”,“tenni tenenan” gibi seslere benzer.

Zekâi Dede’nin bir nakış bestesinde “Ben ben değilim ben dediğim sensin hep/ Ruhum dediğim, sen dediğim sensin hep/ Manend-i kudüm sîne-küpan oldum/ Tenna tenena ten dediğim sensin hep” der. Yani ritme, aslında bir anlam içermeyen sözlerle eşlik etmek, sözün bittiği, kalbin mecalsiz kaldığı, ruhun yükseldiği yerdir. Söz önemsizdir çünkü sufi artık baştan ayağa sözden de arınmış, aşk kesilmiştir.

Bu aşk hâli, bu trans durumu alçaktan yükseğe çıkan ve yeniden hafifleyerek aşağı doğru inen, sürekli bir hareket, devinim hâlinde sürer. İcra münacat bölümüyle sona erer. Nusret Fateh Ali Han ’ın mükemmel icrasından dinlediğimiz bir Kavval örneğinin sözlerinin bir kısmı şöyledir:

  • Allah Hu
  • Mülk O’nundur, eşi yoktur, tektir, o
  • Allah’tan başka ilah yoktur...
  • Tapılansın, iki âlemin Rabbisin
  • Her yaratılan şahittir, şahit olunansın
  • Her dudakta sanadır hamd ü senalar
  • Her tutku ve her müzikte mevcutsun
  • Başlangıçlar başlar namınla
  • Ve her kutsama biter namınla
  • Hamdın tüm övgülere değer
  • Çünkü Muhammed’in tanrısı sensin
  • Allah Hu Allah Hu
  • Yeryüzü, dünya, ay, güneş ve gökyüzü yokken
  • Hak kimsece bilinmezken
  • O vakit hiçbir şey yoktu senden gayrı
  • Allah Hu Allah Hu
  • Her yaratılan şanını yansıtır
  • Her yaratılan rabliğini zikreder...
  • Her arayan için oradasın
  • Ulaşabileceği uzaklıkta
  • Sen varsın, sen, yalnızca sen
  • Allah Hu Allah Hu...

Nusret Fateh Ali Han

Kavvali müziği denilince ilk akla gelen isim Nusret Fateh Ali Han’dır. Nusret Fateh Ali Han ülkesinde şehinşah-ı kavvali yani kavvali şahlarının şahı olarak anılır. Batılılar ise kendilerini merkeze koyarak dünyaya baktıkları için Doğu’nun Pavarottisi olarak tanıtır onu.

  • N. F. Ali Han Pakistan’da doğar. Babası kavvali müziğin kıdemli, itibarlı bir icracısıdır. Amcası da yine meşhur bir kavvaldır. Fakat babası Nusret Fateh’in kavval değil, doktor olmasını ister. Nusret Fateh böyle bir müzik ortamında yetişir fakat müziğe başlaması bir rüya ile olur. Batılı bir müzisyen olan ve içine düştüğü bir depresyon hâlinden Nusret Fateh’in sesiyle kurtulduğunu anlatan Jeff Buckley onunla bir röportaj yapar. O röportajda Nusret Fateh bu müziğe nasıl başladığını da anlatır. Babası, Nusret Fateh 16 yaşlarındayken vefat eder.

Babasının ölümünden günler sonra bir rüya görür. Babası ondan şarkı söylemesini ister fakat Nusret Fateh yapamayacağını söyler. Babası Nusret Fateh’in gırtlağına dokunur ve o anda Nusret Fateh şarkı söylemeye başlar; rüyadan da şarkı söyleyerek uyanır. Aynı rüyada ilk icrasının babasının cenazesinde olacağını görür. Hakikaten de babasının vefatının kırkıncı gününde geleneksel olarak yapılan anmalarda şarkı söyler.

Nusret Fateh’in müzik serüveni böylesi manevi bir dokunuşla başlar. Bu başlangıç onun her icrasında kuvvetle kendisini hissettirir. Sesinin kuvveti, tesiri bu dünyayla sınırlandıracağımız ya da yetenek deyip geçebileceğimiz türden değildir. Nusret Fatih’in nefesi, sesi, kuvveti kendisine ihsan edilmiş, dinleyeni aciz bırakan ilahi bir armağan gibidir...

Nusret Fateh amcasının grubunda müziğe başlar, amcasının vefatından sonra da grubun başına geçer ve bütün müzik serüveninde bu grup ona eşlik eder. 80’ler ve sonrasında Batılı müzisyen Peter Gabriel’le yaptığı çalışmalarla Batı dünyası da onu fark eder ve hayranlıkla takip eder; birçok Batılı müzisyen ondan etkilenir.

Oliver Stone’un bir filminde, Massive Attack’ın bir CD’sinde, Michael Brook’un bir çalışmasında Nusret Fateh’in izleriyle karşılaşabilirsiniz. Bu tarihlerde Batı’da konserler verip, albümler de yayımlar. Nusret Fateh Ali Han’ın farkı kavvali müziğini özünü bozmadan, aslını koruyarak güncelleyebilmiş olmasıdır.

Nusret Fateh Ali Han Londra’da böbrek yetmezliğinden vefat eder. 49 yıllık kısa ömrü Allah aşkını, Peygamber muhabbetini terennüm etmekle geçer. Ardında unutulmaz icralar bırakıp 1997 yılında dar-ı bekaya göçer.

Bir trans hâlinde icra edilen ve dinlenen kavvali müziği bugün de yalnız kendi coğrafyasında değil dünyanın birçok yerinde tanınır ve icra edilir. Kavvali başından sonuna bir yolculuk olarak anılır.

Meydan-ıCelâdetin müziği: Mehter
Nihayet

Yolun sonunda dinleyici ve icracılar fenafillaha ulaşır, gaye budur... Böylesi bir geleneği, anlam dünyasını “dünya müziği” ya da “etnik müzik” adı altında sunmak ya da bu tanımı kullanmak elbette Batı’nın bir dayatmasından, kendisi dışında bütün müzikleri tek bir potada eritip, anlamından sıyırmasından başka bir manayı işaret etmiyor.

Her coğrafyanın müziği kendi adıyla anılmalı ve taşıdığı birikim ve anlamlar dünyasıyla tanınmalı. Hasılı her coğrafyanın müziği biriciktir, hatırlatmasıyla hitama erdirelim yazımızı...