Mahir Efendi’nin vatan aşkı ya da Kemal Tahir için namus

ÖMER YALÇINOVA
Abone Ol

Marangoz Mahir Efendi’nin hikâyesi, yıkılmak üzere olan Osmanlı İmparatorluğu’nun hikâyesidir. Mahir Efendi, 14 yaşında geçim derdi nedeniyle Sivas’taki köyünden çıkıp İstanbul’a gelir. Yetenekli olduğu için kısa süre içinde marangozlukta yükselir. Canseza’yla evlenir. Ev sahibi olmak için çok çalışır. Tam evim oldu dediği zaman, İttihat ve Terakki hükümeti kurulur. Mahir Efendi evin bedelini, hükümete parayla, vatana ise kanıyla, canıyla, alnının teriyle ödemek zorundadır. Bu esaslı, heyecan dolu romanında Kemal Tahir dürüstlük, namus ve umudun mücadelesini anlatır.

Kemal Tahir’in Köyün Kamburu, Yediçınar Yaylası ve Büyük Mal üçlemesinden sonra Bir Mülkiyet Kalesi’ni okuyanlar şaşıracaktır. Üçlemeyle Bir Mülkiyet Kalesi üç aşağı beş yukarı aynı zaman diliminde geçer. Abdülhamit döneminin sonu, İttihat ve Terakki dönemi, sonra İstiklal Harbi ve Cumhuriyetin ilk yılları… Üçlemede mekân Çorum ve yakınlarıdır. Bir Mülkiyet Kalesi’nde İstanbul, Aydın, İzmir ve Ankara. Daha çok da İstanbul…

Kemal Tahir (1910-1973)

Şaşırtıcı olan; üçlemede bir tane iyi insana, Bir Mülkiyet Kalesi’nde ise, bir tane kötü insana rastlanmamasıdır. Bu, Kemal Tahir’in, romanlarını ele aldığı karaktere göre kurguladığını gösterir. Bir Mülkiyet Kalesi’nin kahramanı Mahir Efendi, kendisi iyi bir insan olmakla birlikte çevresine de iyi insanları çeker. Mahir Efendi’nin başından geçen olaylar iyiye ve doğruya bağlanır. Üçlemenin Abuzer Ağa’sı, Kenan Oğlan’ı, Sülük Bey’i, Emey Ana’sı adeta birer kötülük timsalidirler. Hedeflerine, haksızlık etme (yalan, cinayet, hırsızlık, gasp…) pahasına ulaşmaktan çekinmezler.

Kuvâ-yi Milliye - Saray

Tarık Buğra’nın Küçük Ağa’sını (İstanbullu Hoca) en çok andıran Kemal Tahir karakteri Mahir Efendi’dir. Aslında Kemal Tahir de, Tarık Buğra gibi İstiklal Savaşı’nda yaşanan padişah taraftarlığıyla Kuvâ-yi Milliyecilik karşıtlığını işlemek ister. Fakat Mahir Efendi Sultan Abdülhamit’le ondan sonraki Osmanlı padişahları arasındaki farkı çabuk kavradığı için, Küçük Ağa kadar trajik boyutlarda yaşamaz bu karşıtlığı. Kısa süreliğine şüpheye düşer.

Sonuçta Mahir Efendi, I. Dünya Harbi’nde Anadolu’da teğmenlik yapmıştır. Anadolu’daki dönüşüme vakıftır. İngilizlerin İstanbul’a girişini de görmüştür. Bir İngiliz askerinin koluna girmiş Türk kızını gördüğünde dayanamaz. Ve o kadar merhametli, beladan uzak durmaya çalışan biri olmasına rağmen Mahir Efendi, bu olay üzerine arkadaşının silahını alıp, ikisini de öldürür. Zaten çok zaman önce kafasında kurmuştur Ankara’ya geçmeyi ve düzenli orduya katılmayı. Küçük Ağa ise, medresede okumuş bir imamdır. Değişim ve gelişmelerin Mahir Efendi kadar farkında değildir. Bu yüzden Kuvâ-yi Milliye-“Saray” çatışmasını Kemal Tahir, olaylardan bir olay olarak işlerken, Tarık Buğra romanının merkezine taşır.

  • Kemal Tahir, konusunu daha da genişletmek, Osmanlı’nın son dönemiyle birlikte İstiklal Harbi’ni de bütün boyutlarıyla yazmak ister. Fakat bu, bir tasarımdan öteye geçmez.

Mahir Efendi ne zaman İstanbul’dan Ankara’ya geçer, o zaman Bir Mülkiyet Kalesi roman olmaktan çıkıp, bilgi aktarımına dönüşür. O yüzden Bir Mülkiyet Kalesi için tamamlanmamış bir roman diyebiliriz. Daha doğrusu Bir Mülkiyet Kalesi’ni iki kitaba ayıracak, birinci kitabı I. Dünya Harbi’yle, ikinci kitabı İngilizlerin İstanbul’dan çekilmek zorunda kalışıyla bitirirsek, birinci kitabın yazıldığını, ikinci kitabın taslak halinde kaldığını söyleyebiliriz. Kemal Tahir’in hayattayken Bir Mülkiyet Kalesi’ni yayımlamamış olması bu açıdan manidardır. Demek ki kendisi de ikinci bölümün tamamlanmadığının farkındaydı.

Erenlere inanalım
Nihayet

İlginçtir, Kemal Tahir’in kalemi Osmanlı’yı anlatırken çok rahat ve kıvrak, İstiklal Harbi ve sonrasını anlatırken tutuk ve sıkıntılıdır. Devlet Ana ve Bir Mülkiyet Kalesi’yle Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu ve Yorgun Savaşçı’yı karşılaştırdığımızda bu fark daha net ortaya çıkacaktır. Sadece Mahir Efendi’ye gözümüzü diktiğimizde, onun İstibdat, Meşrutiyet ve İttihat ve Terakki zamanındaki canlılığıyla, İstiklal Harbi esnasındaki hareketsizliği, bunu göstermeye yeter.

Kemal Tahir'de realizm

Kemal Tahir için realizm sadece çirkeflik, serkeşlik, hak tanımazlık ve karanlığın anlatımı değildi. Onun için realizm, olay ve şahısların hakkını teslim etmekti. Çarpıtmamak, olanı olduğu gibi yansıtmak… Ya da olanı olduğu gibi yansıtmaya yarayacak kurgular oluşturmak… Aynı realizm anlayışıyla Köyün Kamburu, Yediçınar Yaylası ve Büyük Mal’da Anadolu’nun karanlık yüzünü gösterirken, Bir Mülkiyet Kalesi’nde aydınlık yüzünü gösterir. Mahir Efendi de bir Anadolu çocuğudur. Üçlemedeki karakterler de Anadolu insanıdır. Mahir Efendi 14 yaşında Sivas’tan İstanbul’a taşınmıştır.

II. Abdülhamid döneminde İstanbul

Uzun süre ağabeyinin yanında kalmış, marangoz çıraklığı yapmıştır. Kısa süre içinde ustasının güvenini ve takdirini kazanır. İşinde titizdir. Kolaya kaçmaz, bir iş neyi gerektiriyorsa, onu yapmaya çalışır. Bu tür özelliklerinden dolayı, “Abdülhamit’in hususi marangozhanesi”nde görev alır. Abdülhamit’in yanı başında çalışmaya, onun huzurunda yanlış yapılan bir kapıya öfkelenip, sesini yükseltmeye hak kazanacak kadar kendini ispat eder. Mahir Efendi, doğru bildiğinden şaşmayan bir karakterdir. Kesinlikle küstah değildir. Daha sonra Padişah’tan sesini yükselttiği için özür diler. Padişah’ın uyarılarını dikkatlice dinler ve harfiyen yerine getirir. Mahir Efendi’nin cesareti ve doğru bildiği yoldan şaşmaması özellikleriyle birlikte dikkat çekici diğer bir özelliği, söz dinlemesidir. Söz dinlemesi ve bunu düşünmesi… Düşündükten sonra da o sözün hakkını vermesi. Ustası Nadir Ağa’nın, eşi Canseza’nın, silah arkadaşının, emir erinin, Köse Hoca’nın… sözünü dinler.

Birbirimizin yerinde olabilirdik!
Nihayet

Bu özelliği neticesinde evlenir. Sonra yine bu özelliğiyle ev sahibi olur. Evinin kapısına dikilir ve yedi düvele meydan okur. Ne yüzbaşının tehditleri, ne de binbaşının zoru onu yıldıramaz. Sabırla, cesaretle hareket eder. Haksızlığa meydan vermez.

Kemal Tahir, dürüst ve namuslu yaşamanın insanı nerelere taşıyacağını anlamak ve anlatmak istemiş de olabilir Mahir Efendi’yle.

Mahir Efendi okumamış, halktan bir insandır. Birçok tehlikelerle karşı karşıya gelmiştir. Eline düzenbazlık, hırsızlık gibi alavere dalavereler yapması için fırsatlar da geçmiştir. Ama o, bunların hiçbirine tenezzül etmez. Mesela Saray’da bir kapının tamiriyle uğraşırken, odada yalnız kalır. Açık kalmış çekmecenin gözünde deste deste para vardır. O kadar çoktur ki Mahir Efendi birkaç desteği cebine atsa, kimse fark etmeyecektir. Ama Mahir Efendi bunu yapmaz. Yapmamasının sebebi, birincisi Allah korkusu, ikincisiyse, Abdülhamit’e olan bağlılığıdır. Saray’dan para çalmayı, sultana yapılmış bir ihanet olarak görür. Aynı şekilde Aydın’da teğmenlik yaparken de, erzak deposunun anahtarı kendisindedir. Kimsenin sormadığı, soruşturmadığı, Mahir Efendi’den önce de herhangi bir kayıtın tutulmadığı, unutulmuş bir depodur bu. Aslında o, depodan istediği gibi faydalanabilir, oradaki malzemeleri satabilir, başka bir yere nakledebilir. Ama Mahir Efendi, önce bir kalem ve defter alır, sonra da depodaki erzak ve malzemelerin listesini oluşturur. Ve bunlara, kendi malından daha çok sahip çıkar. Çünkü onlar, milletin malıdır. Yeni gelen binbaşı ve kaleminin depoyu kullanmaktaki rahatlıklarına da karşı çıkar.

Mahir Efendi'nin halleri

Mahir Efendi’nin siyasete merakı yoktur. Çalışmak, ailesinin geçimini sağlamak derdindedir o. Borcuna sadıktır. Belki de o yüzden paraya sıkıştığında, kendisi gibi dürüst olan ve dürüstlüğe değer veren bir yardım eli (Naile Sultan, Köse Hoca, İzzet Bey, Haydar Ağa, Hayriye Hanım) hemen uzanır ona. Emeğin, dürüstlüğün, gerektiğinde cesaretle hareket etmenin, ülke ve millet için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamanın, Mahir Efendi üzerinden destanını yazmak istemiş gibidir Kemal Tahir. Mahir Efendi, marangozdur ve alet edevatını yanından ayırmaz. Çok kritik zamanlarda yaşamıştır o. Bir gün sonra devletin ne olacağını kimsenin bilmediği zamanlarda o, sanatına sarılır. Teğmenliğe kadar yükseldiği halde nereden geldiğini unutmaz. Teğmenliği üzerinden bir gelecek veya mülkiyet edinme sevdasına da kapılmaz. Askerlik, Mahir Efendi’ye göre vatan görevidir. Onun nazarında vatan; eşi, iki oğlu, bin bir zahmetle satın aldığı evi, ağabeyi, annesi… demektir.

Kemal Tahir (solda), hapisteyken.

Bununla birlikte başta belirttiğimiz, Mahir Efendi’nin söylenen sözü sonuna kadar dinlemesi ve kendi ilkelerine göre değerlendirmesi, adeta Kemal Tahir’in nasıl açık görüşlü olunur sorusuna verdiği cevaptır. Mesela birkaç defa “komünizm” konusunu duymuştur. Güvendiği arkadaşlarına komünizmin ne olduğunu sorar. Onları dinler ve “komünizm”in hak hukuk, emek-sömürge davası olduğunu anlar. Bu yüzden komünizme karşı lehte veya aleyhte bir duruş sergileme gereği duymaz. Aynı geniş açılı yaklaşımını, her ne kadar Abdülhamit’i çok sevse de, Kuvâ-yi Milliye konusunda da gösterir. Kışkırtmalara kapılmaz.

  • Mahir Efendi, aynen Tarık Buğra’nın Küçük Ağa’sı gibi yaşayarak, görerek, tadarak öğrenir. İlkelerinden vazgeçmemekle birlikte gerçekleri de görmektedir. İnatçılığı yoktur. Çalışmaktan kaçmamaktadır. Marangoz olması, aile kurması, cephede savaşması, önüne çıkan kötülük fırsatlarına meyletmemesi, işi dışında bir şeyle ilgilenmemesi, mal ve makam hırsı taşımaması, kendini ve çevresini bilmesi, Mahir Efendi’yi Kemal Tahir’in diğer kahramanlarından ayıran özellikleridir.

Kemal Tahir, bir metin üzerinde çalışırken.

Okuyucu romanın ortalarına doğru Mahir Efendi’yi bir dost gibi görmekten kendini alamaz. Sonrasında ise ona karşı okuyucunun içinde bir babaya duyulacak saygı ve sevgiye benzer duygular uyanır. Zekâ ve cesaretine özeniriz. Esprili ve hayat doludur Mahir Efendi. Çabası umut vericidir. Hiçbir umut ışığının görünmediği zaman ve yerlerde bile yılgınlığa düşmemesi, ne yapılabilir diye düşünmesi ve hemen harekete geçmesi, okuyucuda saygı uyandıran diğer yönüdür. Mesela Mahir Efendi ailesiyle beraber Aydın’dan İstanbul’a geçmek için İzmir’e uğramak zorundadır. Mahir Efendi orada da güvendiği dostlarıyla karşılaştığında vatan için örgütlenen insanların arasına karışır. Bundan eşini haberdar etmez ki o telaşlanıp, kaygılanmasın. Fakat İzmir’de kalmasının, İstanbul’da yapacağı daha önemli işleri engelleyeceğini fark eder etmez, tren bileti almaya gider.

Varla yok arası bir Davut Sulari yazısı
Nihayet

Mahir Efendi, Çanakkale Savaşı’na da katılır. Onun Abdülhamit’in bağışladığı evi için verdiği savaşla vatan toprağı uğruna verdiği savaş arasında fark yoktur. Mahir Efendi her ikisini de birer namus meselesi olarak görür.

Kaynakça

Kemal Tahir, Bir Mülkiyet Kalesi, Tekin Yayınevi, 3. baskı, 1995.

Kemal Tahir, Köyün Kamburu, Adam Yayınları, 2. baskı, 1994.

Kemal Tahir, Büyük Mal, İthaki Yayınları, 4. baskı, 2018.

Kemal Tahir, Yediçınar Yaylası, İthaki Yayınları, 4. baskı, 2018.

Tarık Buğra, Küçük Ağa, İletişim Yayınları, 31. Baskı, 2017.