Varla yok arası bir Davut Sulari yazısı

Davut Sulari, aşık adam, dertli, gözü yaşlı adam.
Davut Sulari, aşık adam, dertli, gözü yaşlı adam.

Çağlayan’da bir düğün salonu, mevsimlerden yaz, vakitlerden akşam. Etrafta neon lambaları, içerisi tıklım tıklım, davullar çalınıp zurnalar ötüyor, halaylar kurulmuş, dört nala koşan atlar gibi, mikrofondaki ses bir Davut Sulari türküsü söylüyor.

Bir bayram günü yazısıdır bu. Bayram sabahları kendi içinde bir hüznü de taşır. Üzgünlüğün bir dine dönüştüğü çağımızda hüznü zikretmekten korksam da, yine de söylemek gerek: Hüzün ayrılıktır, o dahi aşktan gelir. Bayram günlerinin hüznü şimdilik dursun bir kenarda, biraz eyleşsin, demlensin.

Davut Sulari, aşık adam, dertli adam, derviş adam.
Davut Sulari, aşık adam, dertli adam, derviş adam.

O eyleşe dursun, müsadenizle, bayram günlerine benzer bir vakte, bir düğün gününe davet edeyim sizi izninizle. Şimdi Çağlayan’da, adı ben de saklı, bir düğün salonundayız. Etrafta, parfüm kokuları, arzuya aç bedenler, krem şantisi çok pastalar, limonu az limonatalar, az ilerideki varoş barında içkilerini yudumlayan kravatı kötü bağlanmış adamlar, çocuk seslerinin her yeri kuşattığı katofonik bir atmosfer.

Çağlayan’da bir düğün salonu, mevsimlerden yaz, vakitlerden akşam. Etrafta neon lambaları, içerisi tıklım tıklım, davullar çalınıp zurnalar ötüyor, halaylar kurulmuş, dört nala koşan atlar gibi, mikrofondaki ses bir Davut Sulari türküsü söylüyor:

  • “Yaban gülü müsün sarp ayalarda
  • El değmeden solacağın belliydi .
  • Ey vefâsız derde saldın başını
  • Taştan taşa vuracağın belliydi.
  • A güzelim nerde kaldı o günler
  • Pişiman olmuş yataklarda iniler.”

Yavaş yavaş ısınıyor şehrin gecekondularına fazlasıyla benzeyen şu salon, halay hızlanıyor, havalandırma çalışıyor ama kokular şimdi birbirine karşımış durumda, oturanların bakışları birer performans sanatçısını kıskandıracak kadar hızla dönen, ah keşke derviş olsalar, pistteki kadınlı erkekli topluluğun üzerinde.

Ben o sıralarda küçüğüm. Parmağım ağzımda, biraz annemin dizinin dibinde, eğer halaya kalkmamışsa, biraz kuzenlerimle bir labirenti andıran o düğün salonunda yakalamaç oynuyorum. Küçüğüm ve payıma hayalini kurduğum şu krem şantisi bol pasta, biraz şişe kola, biraz tuzlu fıstık ve çokca hayret düşüyor.

Küçüğüm işte; güzel güzel giydirilip gururla görüceye çıkartılan, mutlu bir ana, bir evlilik törenine tanıklık etmek için, bir mabedden farksız o salonda, var oluyorum.

Düğünler mutluluk günleridir; eş dost akraba oradadır, görülür, selam verilir. Takılar takılır; zamanında size takılanların bir tür iadesi olarak -yoksa akademide düğün ekonomisiyle ilgili bir tez yazılmadı daha?- şenliklerden, panayırlardan fırlamış, kadınların rengarenk elbiseleri arasında, cehenmemle cennetin tam ortasında, hiç gitmesin, bitmesin istenen yılbaşı geceleri gibi, mutlulukla üzgünlüğün tam ortasında.

Standart bir "viki" maddesi

Kır Düğünü’nün “80’lerin slow şarkılarıdır sebep biraz da/İnsanları sömürgecilerine benzeten” diye seslenen Osman Konuk’una özenip söylüyorum ben de: “80’lerin davullu zurnalı halaylarıdır biraz da/Bizi sömürgecilerine benzeten.” İşte şimdi bütün Aleviler kızacak bana; Erzincalı ve Alevi olmak, mutlulukla üzgünlük arasında, davulla zurna arasında, pastayla limonata arasında beni boğacak. 80’lerin slow şarkılarıyla davullu zurnalı, kadınlı erkekli halayları arasındaki ilişki için izninizle imdadıma Davut Sulari’yi çağırmak istiyorum.

O zamanlar Erzincan’ın Tercan ilçesine bağlı Çayırlı bucağında, 1925 yılında dünyaya gelir. Babası Veli ve Annesi Cezayir çiftinin beş çocuğundan biridir. Dedesinin yanında yetişti ve Sulari mahlasını kullandı.

Dedesi Kaltık Mehmet Ağa tasavvuf şairiydi. Saz çalma, şiir söyleme ve türkü yakma zevkini dedesinden aldı. Âşıklar bayramının Konya'da yapılmasında emeği geçmişti. Türkü, atışma, güzelleme dallarında örnekler verdi. Doğu Anadolu'da asırlardan beri dilden dile anlatılan efsaneleri, menkıbeleri şiirleştirir; sazıyla etkili bir makam ve deyişle dost meclislerinde sunardı. Bütün ömrünü âşıklık geleneğine sadık kalarak sürdürdü. 17 yaşından başlayarak, aşıklık geleneğinin en önemli temsilcilerinden oldu. Konya Aşıklar Bayramı'nın oluşumunda yer aldı. TRT radyolarında bölge sanatçısı olarak çalıştı. Davut Sulari, bir konuşmasında Zaza olduklaarını ifade etmiş, Türkçe dışında Arapça, Farsça, Almanca, Fransızca dillerini de bildiğini söylemektedir. Ana dilinde Zazaca eserler de vermiştir.

Aşık Mahzuni Şerif (1940-2002)
Aşık Mahzuni Şerif (1940-2002)

Aşıklar meclislerinde sanatını icra etmeyi ömrü boyunca sürdürdü. Diğer birçok ünlü sanatçıyla beraber de çalışmış ve çok sayıda âşık ve sanatçıyı da etkilemiştir. Beyhani, Celali, Daimi, Mahzuni Şerif, Muhlis Akarsu, Serdari, gibi isimler Davut Sulari'den etkilenen âşıklardır. Ali Ekber Çiçek, Arif Sağ, Belkıs Akkale, Sabahat Akkiraz gibi sanatçılar onun eserlerini seslendiren isimlerden bazılarıdır. Davut Sulari, Erzurum’da âşıklar kahvesinde düzenlenilen fasılda rahatsızlanıp vefat etmiştir. Davut Sulari, Çayırlı ilçesinde aile mezarlığına defnedilir.”

Wikipeida’nın Davut Sulari maddesi böyle diyor hazret için. Standart bir “viki” maddesi işte, bilmediğimiz, merak ettiğimiz insanlarla ilgili. Diyor diyor ama heyhat, demedikleri de var. Ben olsam, şöyle devam ederdim ilgili maddeyi yazmaya: “Davut Sulari, bir Alevi olarak, gün gelmiş, erenlerden birine gönül vermiş. Davut Sulari, aşık adam, dertli, gözü yaşlı adam. Aradığı bir Ali şandaymış, gayret ondan olmuş, tevfik Allah’tan. Nihayet varmış bir dostun kapusuna, girmiş anda içiri, yüz sürmüş kapusuna. Demiş:

  • “Kutbu âlem gerçek kişi
  • Pir Abdülkadir Geylanî
  • Mukaddes sözleri haktır
  • Nur Abdülkadir Geylanî
  • Seyyidi Ahmedi Rufai
  • Yutmuştur ilmi deryayı
  • Zikrinde nuri Mevlayı
  • Ver Abdülkadir Geylanî
  • Ahmedi Hani'ya vardım
  • Şehidi Şiraz'ı gördüm
  • O kavsi azime erdim
  • Nur Abdülkadir Geylanî
  • Hak söyler Davut Sulari
  • Nakşibendi oldu yari
  • Bu sırrı Kadiri'nin vari
  • Pir Abdülkadir Geylani
  • Allah Allah...”

Cahit Zarifoğlu (1940-1987)
Cahit Zarifoğlu (1940-1987)

Şimdi biraz büyüdüm işte, biraz yol aldım, biraz düştüm, biraz kalktım. Düğün salonlarından sonra gele gele bir dergaha vardım. Girdim içeri, gördüm meşk edip aşk düşen dervişleri. Dillerinde zikir, daima şükür; bizim dervişler. Öyle demiş Zarifoğlu, ihvanlarla birlikte bulunduğu hali anlatmak için:

  • “ağıt güzel vakitlerindendir
  • estağfirullaaaaah ve işte böyle uzatarak
  • kalbim aç
  • etim yanık
  • dünya diz çöktüğüm yer kadardır dizimin yanında bir diz
  • dizimin yanında bir diz sağdan biri iki üç
  • dört beş altı yedi soldan bir iki üç
  • dört beş altı yedi
  • bir sana bir sana bir sana... avucunu aç avucunu kapa
  • dilini tut aklını kravatın gibi çöz at
  • şimdi bir damla gözyaşı bir iri yakut”

Sağdan sola, soldan sağa; bir boşluk olan bu dünya, kendi hakikatine rücu ederken şahit olanlara derviş denebilir pekala. Böyle ise şayet, bir gözü boşlukta olansa derviş, hadi aramızda yabancı yok, çekinmeden vura vura söyleyelim: Dünya diz çöktüğümüz yer kadarmış...

Dertli adam

Davut Sulari, aşık adam, dertli adam, derviş adam.Onun için Yaban Gülü’nden Gavsu’l Azam Geylani Hazretleri’yle başlayan Ahmed el Rufai’yle devam edip Ahmed Hani’ye varan yolu kat etmek zor olmasa gerek. Ona değil ama bazılarımız için -hadi hep beraber dua edelim hepimiz için, Allah cümlemize iman ferahlığı versin- kalblerini katılaştırmak gündelik bir meşgale olmuş.

Wikipedia’dan sonra şimdi Davut Sulari’nin albümlerini yayımlayan Kalan Müziği’in Youtube sayfasındayız: “Ah jilani vah jilani, mal-u mülk icin, nicin sattin taliblerini" (Kaynak: Baba Mansur Ocagi). Aleviler Abdülkadir Geylani (Jilani)'nin talibleri DEGİLDİR, biz kendi ocaklarimiz ve seyyid-i sadat evlad-i resullerimizin talibleriyiz! ...Davut Sulari bu parçayi neden söylemiş açıklaması gerekirdi vefat etmeden önce.”

Banallik seviyesi oldukça yüksek, vulgar bu ifadeyi buraya taşıyarak sizleri meşgul etmek değil niyetim. Keşke bu yorumu ciddiye alamayacak kadar katılmak zorunda olmasaydım şu düğünlere…

Davut Sulari de bir ere tabi bir pire tabi / Mesti elest ettik aşkın şarabı
Davut Sulari de bir ere tabi bir pire tabi / Mesti elest ettik aşkın şarabı

“Abdulkadir Geylani kimdir nerede yaşamış ve hangi millettendir???” Bu, söz de bir soru cümlesi. Ama biraz ferasetle bakınca sorunun içindeki küçümseyici, alaycı ama dahası öfkeli dili görmek zor olmasa gerek. Neredeyse şunu diyecek de demiyor belli ki: “Aslında söylemiş olamaz böyle bir ilahiyi Davut Sulari.” Oysa gelin görün ki sadece söylememiş, yazmış da. Kılıç zoruyla? “Evet!”, derdi muhtemelen bu mesajları atan temsil gücü yüksek, “yırtlaz kalabalık”.

Hz. Mevlana’nın Mesnevi’sindeki hikâyeledendir Hızır ile Çoban kıssası:

  • “Ey kerem sahibi rabbim!
  • Seni ne kadar severim bir bilsen.
  • Ne istersen yaparım, yeter ki sen iste…
  • Neredesin ki sana kul, köle olayım.
  • Çarığını dikeyim, saçını tarayayım.
  • Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım.
  • Ey yüce rabbim, sana süt ikram edeyim.
  • Senin elini öpeyim, ayağını ovayım…
  • Bütün keçilerim sana kurban olsun.
  • Bütün nağmelerim, heyheylerim senin yâdınladır rabbim”

Davut Sulari, bu yazılanları görse bir Alevi olarak “yırtlaz kalabalık”ı incitmezden, “Evladım” derdi, “Muhabbetir aslolan.” Çünkü o, mayasını temiz tutanlardan, Mesnevi’nin Çoban’ından pay alanlardan. Öyle görünüyor ki, Efendiler Bağı’nı deyip coşan Sulari Hazret, “Hal bilmez elinden çektik erenler” derken biraz bu yırtlaz kalabalığı kastediyordu.

Bağlamanın telleri, Anadolu'dan yapılmıştır.
Bağlamanın telleri, Anadolu'dan yapılmıştır.

Bugün bayram: Üzgünlükle hüzün arasında, bir düğün salonuyla tekke arasında, kadınlı erkekli kalabalıkla dervişler arasında, pasta ile limonata arasında, annemle yalnızlık arasında, varla yok arasında; Sulari Hazrete selamı bir borç bilerek, derde muhabbetmiş aşk birazda:

  • “Davut Sulari de bir ere tabi bir pire tabi
  • Mesti elest ettik aşkın şarabı
  • Çeşmeyi hikmetten doldurdum kabı
  • Kaynaya kaynaya aktık erenler
  • Benim cemalım”