Tenet ve sinemanın mesihi

AYBALA HİLAL YÜKSEL
Abone Ol

Nolan büyük beklentilere alışık bir isim. Hatta bizatihi büyüklük onun sinemasının anahtar kelimelerinden biri. Büyük prodüksiyonlara imza atıyor, büyük oyuncularla çalışıyor, büyük hasılatlar kazandırıyor. Filmlerinde seçtiği temalar da tüm bu şaşaa ile uyum gösteriyor.

  • Spoiler Uyarısı: Bu yazı filmdeki kilit sahnelerle ilgili bilgiler içermektedir.

Christopher Nolan’ın yeni filmi Tenet’in fragmanı 2019’un Aralık ayında yayınlandığında dünya farklı bir yerdi. Fragman -beklendiği gibi- sinemaseverler tarafından ilgiyle karşılandı, iki dakikalık görüntü hakkında günlerce konuşuldu. Nolan dahil herkes için beklenmedik olansa şuydu: Aralık’tan bu yana yaşananlardan sonra Tenet’ten artık ilgi çekici bir gişe canavarı olmaktan öte, bir kurtarıcı olması beklenecekti. Aylardır sinemalardan ayağını kesen seyirciyi geri çağıracak, ekonomik anlamda sarsılan sinema salonlarını yeniden diriltecek kurtarıcı…

Aralık’tan bu yana yaşananlardan sonra Tenet’ten artık ilgi çekici bir gişe canavarı olmaktan öte, bir kurtarıcı olması beklenecekti.

Nolan büyük beklentilere alışık bir isim. Hatta bizatihi büyüklük onun sinemasının anahtar kelimelerinden biri. Büyük prodüksiyonlara imza atıyor, büyük oyuncularla çalışıyor, büyük hasılatlar kazandırıyor. Filmlerinde seçtiği temalar da tüm bu şaşaa ile uyum gösteriyor. Yeri geliyor gerçeklik sorgulanıyor, yeri geliyor kötülük tartışmaya açılıyor. Bazen gerçek bazen mecaz anlamıyla karadeliklerin içine yolculuğa çıkılıyor. Bu kez Tenet’te en büyük bilinmezlerden biri olan zamanı kurcalıyor.

Doğası gereği zamanı işleyen sinemayı kullanarak, lineer zaman algısının sınırlayıcılığından çıkmaya çalışmak gerçekten de kulağa hoş geliyor.

The Young Pope'u teşrih etmek
Nihayet

Tenet tam da bu parlak fikrin peşinden giden, parlak fikrin vadettiği yüksek aksiyonla başı dönen bir yapım. Nolan Tenet’te çetrefil görünen basit soruların peşinden gidiyor: Zaman aynı anın içinde farklı yönlere akarsa, üstüne bir de dünya yok olma tehdidi altındayken verilecek mücadele eklenirse ortaya çıkacak “görsel şölenle” ilgileniyor. Bunun dışında kalan unsurlaraysa açıkça kıymet vermiyor. Zaman yolculuğu ile ilgili felsefe ve bilimin yüz küsur yıldır tartıştığı paradokslara burun kıvırıyor, kaçınılmaz soruları birkaç cümlelik beylik sözlerle geçiştiriyor. Kahramanların yüzleştiği tehdidin büyüklüğünü öne sürerek yan yollara ve tabii daha fazla aksiyona kaçıyor.

Zaman yolculuğunun ve dünyanın sonunun gündemde olduğu filmdeki akılda kalıcı diyalogların İngiliz snopluğu ve Rus intikamcılığı üzerine espriler olması yüzeysel yaklaşımı özetlemeye yetiyor.

Diyalogların sığlığı önemli ölçüde karakterlerin tek boyutluluğundan kaynaklanıyor. Tenet’in (tıpkı her şeyi başlatan H. G. Wells’in Zaman Gezgini gibi) yalnızca “protagonist” olarak anılan başkahramanı, iç dinamiklerden yoksun bırakılıyor. Dünyayı yok etmeye ant içmiş düşmanı Andrei’in motivasyonu ise “Ya benim olursun ya toprağın!” söyleminin ötesine gitmiyor. Tenet, Kara Şövalye Üçlemesi’nin gerçekçi çelişkiler taşıyan iyi ve kötü karakterlerini, Dunkirk’teki (2017) insana dair detayları mumla aratıyor. Nolan’ın “uğurum” diye andığı ve hemen her filminde büyük-küçük roller verdiği Michael Caine’in zoraki eklenmiş sahnesi de keyfi tercihlerin en barizi olarak hafızalarda yer ediyor.

Diyalogların sığlığı önemli ölçüde karakterlerin tek boyutluluğundan kaynaklanıyor.

Dört başı mamur bir sinematografiyle zayıf bir metni perdeye taşıyan Tenet’te, yönetmenin birçok filminin senaryosunu birlikte kaleme aldığı kardeşi Jonathan Nolan’ın eksikliği fazlaca hissediliyor. Bugüne kadar hep ortaya büyük sorular atıp cevapları geçiştirdiği için eleştirilen Christopher Nolan, Tenet’te etrafında dolaştığı soruları sormaktan dahi imtina ediyor. Belki de sadece manzaranın tadını çıkarıp, tutarlılığı takdir etmeli.