Zirvelerde bir kar leoparı

YUSUF SAMİ KAMADAN
Abone Ol

Dağcılar için önemli bir unvan olan “kar leoparlığı” bugüne kadar dünyada 670 kişi tarafından kazanıldı. Şu anda ülkemizde 3 kar leoparı var. Bunlardan biri dünyanın ilk Müslüman, ülkemizin de ilk kadın kar leoparı ünvanına sahip Esin Handal. Kendisiyle dağcılık merakı, yüksek irtifa tırmanışları ve kar leoparlığı üzerine konuştuk.

Öncelikle tanımayanlar için kendinizden bahseder misiniz lütfen?

İzmir doğumluyum, İstanbul’da büyüdüm. Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunuyum. Bir çalışma kariyerim vardı, 15 yıl önce dağlarla tanıştığımda bıraktım. Türkiye Dağcılık Federasyonu’ndan eğitim almaya karar verdim. Dağcılıktan önce de birçok sporla alakadar oldum. Rafting, mağaracılık yaptım, iki yıldız dalgıcım ve de profesyonel olarak yelken sporuyla uğraştım.

Kar leoparlığı projesini öğrendikten sonra sürekli yüksek irtifaya gitmeye başladım.

Ama dağcılıkta özellikle son 8 yıldır bir proje ile ilgileniyorum. Kar leoparlığı projesini öğrendikten sonra sürekli yüksek irtifaya gitmeye başladım. 3 yıl kadar önce Almanya’ya yerleştim. Orada da antremanlarımı devam ettirdim. Bizler malesef sponsorluk bulma noktasında ciddi sıkıntılar yaşıyoruz, tırmanışlarımı da devam ettirebilmek için 2 yıl kadar bisikletle posta dağıtıcılığı yaptım. Burada kazandığım parayla Pobeda’ya gittim. Türkiye Dağcılık Federasyonu bir takım belirleyip içinde benim de olduğum kimi sporcuları Lenin Dağı’na götürdü. Kimi testler ve taramalardan geçtikten sonra ikinci yıl tekrar bizi seçtiler. İşte ikinci yıl da milli takımda yer alınca “Ben yapabiliyorum, bu projeyi tamamlayabilirm” dedim. Sonrasında dördüncü ve beşinci dağları kendi imkânlarımızla tırmandık. 4 dağda partner olarak Adem Gül ile beraberdik. 7010 metre Han Tengri Dağı, 7105 metreyle Korjenevskaya Dağı, 7134 metre Lenin Dağı ve 7495 metrelik İsmail Somoni Dağı tırmanışlarımı yaptım. Projeyi de toplamda 4 yılda tamamlamış oldum. Bunlar Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan’a yayılmış durumdalar.

Başka sporlarla da alakadar olduğunuzu söylediniz. Fakat dağcılıkla tanıştıktan sonra kendinizi tamamıyla bu spora vermişsiniz. Bunun özel bir nedeni var mı? Dağcılıkta sizi cezbeden nedir?

Türkiye’de dağcılık yaparken dalış da, yelken de, mağracılık da yapabiliyordum. Fakat bahsettiğim projeyle beraber yüksek irtifalara çıkmayı öğrendim. Açıkçası bundan çok daha fazla zevk aldım. Bizim tırmanışlarımız genel olarak Temmuz ve Ağustos aylarında oluyordu. Bu aylarda 7000’lik dağlarda karda kışda oluyorduk.

  • Doğal olarak dalış ve yelken sporunu bırakmak durumunda kaldım. Ayrıca tırmanış için ciddi antreman yapmak zorundayız. Bu antremanları yaparken başka bir spora çok fazla zaman ayırmak mümkün olamıyor. Neden saplantılı bir şekilde bu sporda devam ettiğime gelince, bir kere yüksek irtifada kendinizi sınıyorsunuz. Orada bir yokluk var. Hiçbir şeye sahip değilsiniz.

Normalde şehirde alışmış olduğunuz o rahat, konfora sahip değilsiniz. Tuvalet rahatlığınız bile yok. Bunlarla baş edebildiğimi gördüm. Şehirde kendimizi hiç zorlamıyoruz, yeri geliyor bugün yorgunuz diyerek işe bile gitmiyoruz. Fakat dağda böyle bir şey söz konusu değil. Tırmanışlara başladığımda 25-30 kiloluk çantaları taşıyabildiğimi farkettim ki ben yıllardır bel fıtığına sahip biriyim. İşte bütün bunları görüp kendimi güçlü hissedince devam ettim. İlgilendiğim sporlar arasında en başarılı olduğum da bu oldu. Hep sınırlarımı zorladım. Sınırlarımın çok geniş olduğunu da bana gösterdiği için açıkçası çok zevk aldım. Özellikle de bir kadın olarak.

Sizler de tıpkı şehirde yaşayan ve çalışan bizler gibi bir hayata sahiptiniz. Merak ettiğim şey yepyeni bir hayata başlamanıza sebep olan o kırılmanın nasıl yaşandığı?

O kırılma, şu hayatta gerçekten istediğiniz ama adını koyamadığınız şey karşınıza çıktığı zaman yaşanıyor. Ben dağcılığı tanımıyordum, kar leoparlığının ne olduğunu bilmiyordum. Hiç kimse beni 7000 metrelere çıkacağıma inandıramazdı. Ama karşıma çıktığı zaman bunun için çabaladım.

Ben dağcılığı tanımıyordum, kar leoparlığının ne olduğunu bilmiyordum.

Elimin tersiyle itip kariyeri tercih etmedim. Bizim bir tırmanışımız bir buçuk, iki ay sürüyor. Hem iş yerinde çalışıp hem de bunu yapamazdım. Ben de daha çok sevdiğim şeyi yapıp, sporuma devam etmek için işimden istifa ettim. Ben hayatımda ormanda koşu bile yapmamış biriydim. Bildiğiniz şehir çocuğuydum. İlk çalıştığım sigorta şirketim haftasonu bizi doğa yürüyüşüne götürdüğü zaman beynimde bir anda ışıklar çaktı: “Böyle bir hayat var, ben kesinlikle bunu yaşamak istiyorum, doğanın bir parçası olmak istiyorum!” Fakat doğrudan dağcı olmadım. Hem çalışıp paramı kazandım, hem de haftasonları dalıştan paraşüte kadar her şeyi denedim. Karşıma yeni bir fırsat çıktı. Bu süreçte rehber kullanmadığım için önüme gelen dağa tek başıma çıkmaya çalışıyordum. Tesadüf eseri tek başıma bir yerlere gittiğimi gören eski dağcılık federasyonu başkanı Alaattin Karaca “Hadi seni 7 bine, milli takımla birlikte beraber götüreyim” deyince kabul ettim. Yeni federasyon başkanımız Ersan Başar’a da bu vesileyle teşekkür ediyorum. Bana önemli imkânlar sağladı. İnsanlar karşısına çıkan bu tür fırsatları tepmemeli. Bu uğurda düğünümü bile erteledim. Federasyon başkanının beni davet ettiği yılın Temmuz ayında düğünüm vardı. Eşimle, ailemle görüşüp apar topar onu Eylül ayına aldırmıştım. Çabalamadan başarı gelmiyor.

Doğrudan yüksek irtifa tırmanışlarıyla bu spora başlamadınız değil mi?

Önce rehberli çıkışlar yaptım. Hiçbir şey bilmiyordum çünkü. Malzemem de yoktu. Rehberli çıkışlar da bir süre sonra bize külfet olmaya başladı. Hem öğrenciydim hem de elime pek para geçmiyordu.

Dağcılık malzemeleri de çok pahalıdır. Bu işin eğitimini almak zorunda hissettim kendimi. Çünkü eğitim alındıktan sonra istenilen her dağa gitmek mümkün olabiliyor. Önce Türkiye’deki 3000 metre üstü dağların yaz çıkışını yaptım. Sonra ufak ufak kış dağcılığına başladım. Sonrasında bütün komşularımızı dolaştım.

Aslında kar leoparlığı benim ilk başarım değildi. Rusya’da, Gürcistan’da, İran’da ve İsviçre’de ilk Türk kadın tırmanışlarını gerçekleştirdim. Malesef basına pek ulaşamıyoruz, kendimizi duyuramıyoruz. Kar leoparlığı ünvanını aldıktan sonra ismimi biraz duyurabildim.

Dünyanın ilk Müslüman, ülkemizin de ilk kadın kar leoparı ünvanına sahipsiniz. Kar leoparı nedir tam olarak?

Kar leoparlığı 1961 yılında Sovyetler Birliği tarafından uygulanan bir ünvan. Dağcılar için çok önemlidir. Sovyetler Birliği yıkılınca haliyle bu dağlar da farklı devletlerin sınırları içerisinde kaldı.

Kar leoparlığı 1961 yılında Sovyetler Birliği tarafından uygulanan bir ünvan.

Her ne kadar Sovyetler Birliği dağılmış olsa da bu ünvan hâlâ canlılığını muhafaza ediyor. Her yıl dağcılar bu ünvanı kazanmak için çaba sarfediyorlar. Günümüzde Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan sınırları içerisinde kalan, 7 bin metre üstü 5 dağı tırmandığınızda bu ünvanı hak ediyorsunuz. Bu ünvan bugüne kadar dünyada 670 kişi tarafından kazanıldı. Bunların sadece 32 tanesi kadın ve ben bunların sonuncusuyum. Bunu Sovyetler Birliği başlattığı için Rus ve Slav kökenli olanlar için bu çok önemli bir ünvan. Eğer buradan Rus kökenli olanları çıkartırsak ki bu ayrımı kendileri de yapıyorlar ben dünyadaki 6. Rus kökenli olmayan kadınım. 670 kişi arasında Türkiye’de sadece 3 kar leoparı var. Bunların ilki Nasuh Mahruki. Bu ünvanı 1994 yılında kazandı. Bundan 25 yıl sonra da ben ve Bülent Çınar birlikte tırmanarak kar leoparı olduk. Şu an ülkemizde 3 kar leoparı var.

Kar leoparlığı haricindeki ilk tırmanışlarını hangileri?

İsviçre’de Matterhorn Dağı ile Eiger Dağı’na tırmandım. Matterhorn’a tırmanan ilk Türk kadın oldum. Demavend Dağı’nın kış transını yapan ilk Türk kadın da benim.

Hatta bunun transını yapan başka herhangi bir Türk dağcı olmadı. Ağrı Dağı’nın kışın transını yapan ilk kadın dağcıyım. Gürcistan’daki Kazbek Dağı’na kışın çıkan ilk kadın Türk dağcıyım. Aynı şekilde Rusya’daki Elbrus Dağı’na çıkan da.

Türk kadın tırmanışlarında pek çok ilkim var. Kadın olarak neden bu kadar çok tırmanış yapıyorsunuz, Türkiye’de başka kadın dağcı mı yok diyorlar bana. Var Tabii ama ben başladığım bir işi saplantılı bir şekilde hızlı bitirmeyi seven bir insanım.

Dağcılıkta da bir hiyerarşi var mı? Dünyanın en yüksek dağı Everest. Buna tırmandıktan sonra bir dağcı için dağcılık bitmiş mi olur?

Aslında bitemez. Bu kadar çok şey yapmış olmamıza rağmen bunu açıklıkla söyleyebilirim. Benim sadece Türkiye’de 400 civarında tırmanışım var. Yine de son noktanın çok uzağındayım.

Türk kadın tırmanışlarında pek çok ilkim var. Kadın olarak neden bu kadar çok tırmanış yapıyorsunuz, Türkiye’de başka kadın dağcı mı yok diyorlar bana.

Şahsım adına daha ne hedeflerim var söyleyeyim. Öncelikle 8 bin metreler ve Tabiii ki Everest var. K2 var. Sonrasında 7 binlerin kış tırmanışı var. Bunun sonrasında 8 binlerin kış tırmanışı var. Dünya dağcılığı bunlarla başladı ama biz daha başlayamadık malesef. Dönüp dolaşıp sıkıştığımız nokta sponsorluk oluyor. Eğer çalışırsak bu sporu devam ettirmek için vakit bulamıyoruz. Çalışmazsak da bunlara gidecek para bulamıyoruz. “Ben şuraya çıktım, bu sporu artık bırakıyorum” diyen kimseyi tanımıyorum. Yüksek irtifa böyle bir şeydir. Her birimiz kar suyundan nefret eder ama bir şekilde her yıl yine de onu içmek isteriz. Hiçbir konfor söz konusu değil. Ailemizden, eşimizden, dostumuzdan uzağız. Kimseden haber alamıyoruz. Ama o eziyeti çekmek için koştura koştura her yıl gidiyoruz. Ayrıca yükseklerin bir cazibesi de var. Biz bir dağın daha önce hiç kimse tarafından çıkılmamış bir yerinden çıkarsak oraya da bir isim verme hakkına sahip oluyoruz. Türkiye’deki birçok dağın birçok yerinden tırmanıldı. Türkiye’de tırmanış camiası çok eskiler dayanıyor. 1800’lü yıllarda başladı ilk çıkışlar. Türkiye için böyle bir şey yok ama 7 binlerde başka bir rotadan çıkarsak ismimizi verebiliriz. İnşallah isimlerimizi de bir gün bir dağın rotasında duyarız.

Milli gururumuz olmanız çok değerli ama karşımda dağlara tırmanan güçlü bir kadın görmek şahsım adına daha da değerli.

Çok sağolun. Aslında dağda erkek kadın ayrımı yok, orada çok eşitiz. Fırtına, dondurucu soğuk hava, çığ ya da çadırınızın patlamasıyla karşılaşabiliyorsunuz. Bunların hiçbirisi bizleri kadın veya erkek şeklinde ayırt etmiyor. Bu ayrım toplumda ve yaşamakta olduğumuz şehir hayatında var. Bu da bize öğretiliyor malesef. Bana deniyor ki sen kadınsın, yapamazsın. Annem de bu şekilde. Beni çok destekledi ama “yapma kızım, senin gücün yetmez kızım” şeklinde hâlâ sözler sarfeder. Doğa tamamıyla bizlere eşit davranıyor. Yani benim saçlarım uzun diye daha az çığ vermiyor.

Tırmanırken ne gibi tehlikelerle karşılaştınız?

En uzun tırmanışım 35 gün kadar sürdü. 7 binler genellikle bu kadar sürüyor. Tırmanış hayatım boyunca mesela çığ içinde kaldım. Kar körü oldum. Az önce bahsettiğim Demavend Dağı’na ilk Türk kadın tırmanışı esnasında göz bebeklerimi dondurdum ki hasar bırakmıştır bende. Arkadaşlarımızdan çığ içerisinde kalıp da kaburgasını kıranlar oldu. Kimi arkadaşlarımızın ayakları dondu ve kestirmek zorunda kalarak ampute oldular. Kimi arkadaşlarımızın elleri dondu ve kesmek zorunda kaldılar. Birçok şey geldi başımıza ama bunlar yıldırmadı bizi. Yaptığımız sporun tehlikeli olduğunu biliyoruz ama insanın da kendi sınırlarını biliyor olması gerektiğini vurguluyoruz ısrarla. Dağ orada her zaman bekliyor bizi, yeri geldiği zaman çekilip daha uygun bir zamanda tekrar tırmanabilmeyi kabul etmeli bir dağcı.

Dağda bu zorluklara göğüs germenin normal hayatta şüphesiz pratik faydasını da görüyorsunuzdur.

Hem de nasıl. Dağın beni eğittiğini açıkça söyleyebilirim. Bana gücüm olduğunu gösterdi. Çocukken “aman kızım, canım kızım” diye büyütülüyoruz, sonra iş hayatına geçince de kapımız açılıyor, çantamız taşınıyor. Kendi gücümüzü keşfetme imkânı olmuyor. Dağda o rüzgar beni tokatladığı zaman -saatte 75-80 km. hızla esen bir rüzgardan bahsediyorum- ayakta kalabiliyorum. Şehre geldikten sonra “aman şunu yapamam” diyemiyorsunuz haliyle. Herkes Tabiii ki 7 bin 8 bin yapsın değil ama doğa sporları özellikle kız çocuklarını çok geliştiriyor. Bunu kadınlar yapınca çok hoşuma gidiyor. Yapabiliyoruz yani. Tamam biraz daha küçüğüz ama asla güçsüz değiliz.

Bir zirveye ulaşmak, bir şeyin de ilki olmak çok haz verici olmalı! Ben de dağcılıktan çok hoşlanıyorum. Cape Town’da 1084 metre yüksekliğindeki Masa Dağı’na, Gana’da ülkenin en yüksek noktası 885 metrelik Afadjato Dağı’na çıktım. Afadjato Dağı’na tırmanışımı tamamladıktan sonra dağa çıkanların bir şeyler yazması için bir defter vardı. Acaba benden başka bir Türk var mı diye uzunca zaman ayırdığımı hatırlıyorum. Sonra ilk Türk uyruklu kişinin kendim olduğunu farkettim ve gururla deftere işledim. Harika bir duyguydu.

Bakın bunu siz de yaşamışsınız, 885 metre bile olsa epey ter döktünüz. Emek harcadınız, oraya gittiniz para harcadınız, zaman harcadınız.

  • Hiçbir dağa çıkmak kolay değildir. 7 bin zor, 8 bin zor ama 885 metre de yeni başlayanlar için zor. Neticede yoruluyorsunuz, acıkıyorsunuz. Tabii bizim tek gayemiz ilk olmak değil. Sağlıklı bir şekilde bu tırmanışları yapıp geri dönebilmek. Tabii ilk olunca da insan daha da hevesleniyor. Ne iyi etmişim diyorsunuz.

Normalde yüzümüz başımız hep yara olur. Hem rüzgar, hem kar, hem güneş bizi mahveder. Başarıyı elde edince bütün bu yaralarımız adeta kapanıyorlar.

Dağcılıkla alakalı çok film var. En son Everest isimli bir film seyretmiştim. Her sporun tehlikesi var, filmler biraz dramatize mi ediyor sizce?

Dağcılıkla alakalı başarılı filmler var. Dağcılığın tehlikeleri özellikle de Türkiye’de fazlasıyla abartılıyor. Paraşütçüleri ben daha riskli bulurum mesela. Çünkü en ufak bir hava akımında kurtuluş şansları yoktur.

Hayatımız sessizce finansallaşıyor
Nihayet

Evet bizim sporumuz tehlike içeriyor. Ama yapılmaması gerekecek kadar tehlikeli değil. Bu yüzden devamlı eğitim ve doğru malzeme diyoruz. Neyi niçin yaptığımızı bilmemiz gerekiyor. İlk 7 binlik tırmanışıma gitmek için otobüse bindiğimde, otobüsün hızlı seyretmesi sebebiyle telaşlanmıştım. Trafik bana çok daha tehlikeli gelmişti. Trafikte bir başkasının hatası da sizin hayatınıza mâl olabiliyor. Ama dağda eğer benim attığım adım yanlışsa bu benimle sınırlı kalıyor.

Son olarak dağcılıkta Türkiye’yi nerede görüyorsunuz?

Açıkçası çok başındayız. Bir çok ilke imza attım dedim size. Bu tabii bana gurur veriyor ama bu ilkleri bu yüzyılda atmamamız gerekiyordu. 2021 yılındayız ve hâlâ ilk Türk kadın tırmanışı diyebiliyorsam dünyanın çok gerisindeyiz demektir. Dünyadaki pek çok dağcı bizim hayalini kurduklarımızı gerçekleştiriyor. Bizler daha oraya gelemedik malesef. Neden? Yine aynı yere dönüyoruz. Halk, yönetimler, belediyeler ya da özel şirketler tarafından desteklenmiyor ve malesef saygı görmüyoruz. Hatta desteklemeyi bırakın bir de köstekleniyoruz. İş önce siz basın mensuplarında. Sizin vesilenizle önce halkın bilinçlendirilmesi, buradan hareketle de bize kol kanat gerecek yetkililere ulaşılması gerekiyor.