Otobiyografi Milorad Paviç

HABER MASASI
Abone Ol

İki yüz yılı aşkın yazarım. Uzak, 1766’lı yıllarda Paviç’lerden biri Budim’de kendi şiir seçkisini neşretti ve o günden beri kendimizi edebî bir hanedan olarak görürüz.

1929 yılında Cennet’in dört nehrinden birinin kıyısında sabah sekiz otuzda Terazi burcunun altında (yükselen Akrep’te) doğdum. Azteklerin burçlarına göre ise Yılan’ım.

On iki yaşımdayken ilk defa başımın üstünden bombalar geçti. İkinci kez geçtiklerinde ise on beş yaşındaydım. Bu iki bombardıman altında ilk defa âşık oldum ve muhasara edilmiş bölgede zoraki Almanca öğrendim.

Aynı zamanda güzel tütün kokulu pipo içen ama İngilizcesi pek de iyi olmayan bir beyefendi bana gizlice İngilizce öğretiyordu. Tam olarak bu zamanlarda ilk defa Fransızcayı unuttum. (Sonrasında iki kere daha unutacaktım.) Nihayet, bir ara Anglo-Amerikan bombardımanından kurtulmaya çalışırken bir köpek eğitimi okuluna sığındım ve orada eskiden Çar’ın ordusunda subay olan Rus bir mülteci ile tanıştım. Bana sonradan Fet ve Tyutçev’in şiir seçkileri üzerinden Rusça öğretecekti. Başka kitapları yoktu. Bugün düşündüğümde, yabancı dilleri öğrenerek tıpkı büyülü bir hayvan-bir kurt adam gibi bir dizi dönüşümden geçiyordum.

İki Yuhanna’yı sevdim. Şamlı Yuhanna’yı (İoannis Damascenus) ve Altın Ağızlı Yuhanna’yı (İoannis Hrisostomos). Kitaplarımda aşka gerçek hayattan daha fazla rastladım. Hâlen devam eden istisnam dışında. Uyuduğumda, iki yanağıma tatlı bir şekilde yaslanırdı gece.

1984’te, bir günde, ülkemin en çok okunan yazarı hâline gelene kadar, okunmayan bir yazardım. İlk romanımı bir sözlük şeklinde yazdım, ikincisini bir bulmaca, üçüncüsünü bir su saati ve dördüncüsünü tarot kartlarında fal bakmak için bir kılavuz şeklinde yazdım. Beşinci romanımı ehli olmayanlar için bir astroloji el kitabı şeklinde yazdım. Elimden geldiğince romanlarıma müdahale etmemeye çalışıyordum. Bence roman, tıpkı kanser gibi, metastazları sayesinde yaşıyor ve onlarla besleniyor. Zaman geçtikçe kendimi yazdığım kitapların yazarı olarak değil, daha çok başka, gelecek ve muhtemelen hiçbir zaman yazılmayacak kitapların yazarı olarak görüyorum.

Kitaplarımın farklı dillerde yüzden fazla çevirisinin olması beni epey şaşırtıyor. Tek kelimeyle, bir biyografim yok. Sadece bibliyografyalarım var. Fransız ve İspanyol eleştirmenler beni XXI. yüzyılın bir numaralı yazarı olarak ilan ettiler, halbuki ben XX. yüzyılda yaşıyordum. Yani suçun değil, masumiyetin ispatlanması gereken zamanlarda.

Hayatımda en büyük hayal kırıklıklarını başarılar getirdi bana. Başarılar kendilerini kanıtlamaz. Kimseyi öldürmedim. Ama beni öldürüyorlardı. Ölümümden çok daha önce. Kitaplarımı bir Türk veya bir Alman yazsaydı daha iyi olurdu. Çünkü ben en çok nefret edilen milletin, Sırpların, en tanınmış yazarıydım.

Benim için yeni milenyum 1999 (ters dönmüş üç tane altı) yılında başladı. Hayatımın üçüncü bombardımanı, NATO uçaklarının Belgrad’a, Sırbistan’a bombalarını atmaya başladıkları zamanda. O zamandan beri kıyısında yaşadığım Tuna Nehri, seyrüsefere hiç müsait olmadı.

XXI. yüzyıla tiyatro iskeleleri üzerinden girdim. 2002’nin Palindrom yılında yönetmen Vladimir Petrov, Çehov’un adını taşıyan Moskova Sanat Tiyatrosu’nda benim “sonsuzluk ve bir gün için teatral menü”mü sahneleyerek “Moskova’da ilk interaktif kırlangıcını saldı ve müsabakasız başkenti fethetti”. Aynı yıl Tomaž Pandur, içine 365 koltuk yerleştirdiği bir kale inşa etti ve onu Chapito Sirki gibi kullanıp seyircilerin gözleri önünde sözü -et ve suya- zamana dönüştürerek Hazar Sözlüğü’nü Belgrad ve Lyublana’da teşhir etti. 2003 yılında St. Petersburg’daki Lensovet adını taşıyan Akademik Tiyatro Beyaz Geceler’inin yıl dönümü ile şehrin 300. yıl dönümünü, benim İnsanlığın Kısa Tarihi adlı piyesim ile kutladı.

Hâsılı kelâm, hayatımda, pek çok yazarın ölümünden sonra elde ettiklerine nail oldum. Tanrı bana, uydurma neşesi vererek cömertçe ikramlarda bulundu ama aynı zamanda cezamı da verdi. Muhtemelen, bu neşe için.