Ahlakın üç meselesi ya da mahiyet, keyfiyet ve neş’et

İş adamı ya da siyasetçinin ahlakı tıpkı diğer insanlar gibi doğal hallerinde gizlidir.
İş adamı ya da siyasetçinin ahlakı tıpkı diğer insanlar gibi doğal hallerinde gizlidir.

Her tür iyi davranışın kaynağı Allah’tır. Şu dünyada iyilik namına kimden ne sadır olursaolsun, onu bir ilahî tecelli görüp sahip çıkmak inancımızın gereğidir.

Mahiyet: Lügat ve ıstılah

Ahlak Arapça ‘huluk’ sözcüğünün çoğuludur ve insanın yaratılıştan sahip olduğu seciye, huy ve karakter anlamına gelir. Huluk ayrıca ‘yaratmak’ anlamına gelen ‘halk’ kelimesiyle aynı harflerden oluşur ve yaratılış ile huy ve seciye arasındaki bağı imler.

Arapçada yaratılışın fizyolojik-maddî yönü ‘halk’ sözcüğüyle, psikolojik-ruhî yönü ise ‘huluk’ sözcüğüyle karşılanır.

Yeri gelmişken hatırlayalım; Peygamberimiz’in aynaya bakarken “Allah’ım, yaratılışımı (halk) güzel kıldığın gibi ahlakımı (hulk) da güzel kıl” (Müsned) diye dua etmesi manidardır. Bu dua, gözettiği halk ve huluk dengesiyle, eşya ve olgulara basar (göz) ve basiret (gönül) muvazeneli yaklaşımı örneklediği gibi, estetik-ahlak ilişkisine bütünleştirici bir bakış da getirmektedir.

Fıtratı, tamamlanmış/şekillenmiş bir veri saymak yerine sahih inanç ve ahlakî değerlere yatkınlık-duyarlık olarak algılamak daha doğru olsa gerek.

Klasik İslam terminologlarından Cürcanî huluku ve dolayısıyla ahlakı; “insanın düşünüp taşınmaya gerek duymadan davranışlarını suhûletle sergilemesini sağlayan yerleşik form (hey’et)” olarak tanımlar. Tanıma göre ahlakın iyisinden de kötüsünden de bahsedilebilir. Her ne kadar biz “ahlaklı kimse” tabirini olumlu anlamda kullansak da ıstılahî olarak ahlak nötrdür. İnsanlar doğuştan iyi ahlaklı değillerdir. Ama ahlak eğitimine yatkın ve duyarlıdırlar. Fıtratı, tamamlanmış/şekillenmiş bir veri saymak yerine sahih inanç ve ahlakî değerlere yatkınlık-duyarlık olarak algılamak daha doğru olsa gerek.

Cürcanî’nin tanımda dikkat çektiği iki husus, ‘sühûlet’ ve ‘yerleşiklik’ ahlakın iki temel ölçüsünü oluşturur. Klasik ahlak kuramcılarının altını çizdiği ‘ahlakın tabîîliği’ prensibi işbu sühûletle aynı kapıya çıkar. Buna göre ahlakî davranışta kriter doğallık ve sürekliliktir. Tekellüflü haller, anlık ve istisnaî davranışlar ahlaktan sayılmazlar.

Keyfiyet: Ahlak ve doğallık

Klasik ahlakiyatçıların dikkat çektiği bu ölçüler bize derin ve hassas ahlak anlayışı kazandıran bazı detaylar verir. Sözgelimi normal şartlarda öyle davranmayacağımız halde yarar-zarar hesabı yaparak sergilediğimiz davranışlar ahlakî sayılmazlar. Ticarî beklentilere dayalı jestler, siyasî hesapların yönlendirdiği “iyi davranışlar” kişinin ahlakına yazılmaz.

İş adamı ya da siyasetçinin ahlakı tıpkı diğer insanlar gibi doğal hallerinde gizlidir. Sürekli ve doğal olarak iyi davranan herkes ahlaklıdır.

  • Peki, dinî değerler uğruna iyi davranmak ahlakın kapsamına girer mi? Din ve ahlak ilişkisine değindiğimiz son başlıkta bu soru kendiliğinden cevaplanacaktır.

Cevap bekleyen bir soru daha var: İnsanın samimi niyetle ve iyi ahlak edinmek için verdiği nefis mücadelesini yukarıdaki ahlak tanımına göre nereye koyacağız? “İyi ahlaklı olmalıyım” düşüncesine dayanan ve sühuletle değil aksine dürtülerimizi bastırarak gerçekleştirdiğimiz iyi davranışlar ahlaktan sayılmaz mı?

Öyle görünüyor ki, sühûlet-tabîîlik ve yerleşiklik kaydını ileri süren klasik ahlak kuramcıları, nefis mücadelesi ve şahsiyet gelişimi etabında belli bir inanç ve ahlak idealizmiyle yer yer dürtülerin direncine karşı zorlanarak sergilediğimiz iyi davranışları ahlakın kapsamı dışında tutarak ahlak meselesini bir süreç meselesi olarak kavrıyorlar.

Cürcanî’nin tanımda dikkat çektiği iki husus, ‘sühûlet’ ve ‘yerleşiklik’ ahlakın iki temel ölçüsünü oluşturur.
Cürcanî’nin tanımda dikkat çektiği iki husus, ‘sühûlet’ ve ‘yerleşiklik’ ahlakın iki temel ölçüsünü oluşturur.

Bir ahlak eğitimi de olan nefis mücadelesi ne zaman belli bir olgunluğa kavuşur da önceden zorlanarak sergilediğimiz iyi davranışları kolaylıkla sergilemeye başlarsak bunlar ancak o zaman ahlak halini alırlar. Bu da ahlakın zamanla değişebileceğini gösterir. Atasözlerimizden “can çıkar huy çıkmaz” işin sadece zorluğuna dikkat çeker. Nitekim seçkin ahlak kuramcılarımızdan Nasîruddin Tûsî de ahlakın değişebilirliğini savunur.

Neş'et: Allah-ahlak ve din

İnancımızda ahlakın kaynağı Allah’tır. Şu hadise dikkat kesilelim: “Allah’ın yüz rahmeti vardır. Onlardan bir tanesi sayesinde varlıklar birbirlerine merhamet eder, vahşi hayvanlar yavrularına şefkat gösterirler. Geriye kalan doksan dokuz rahmet ise kıyamet günü tecelli edecektir.” (Buhari)

Rahmet ve şefkat sadece birer örnektir. Bunu diğer ahlakî değerlere de uyarlayabiliriz. Her tür iyi davranışın kaynağı Allah’tır. Şu dünyada iyilik namına kimden ne sadır olursa olsun, onu bir ilahî tecelli görüp sahip çıkmak inancımızın gereğidir.

Din de köken olarak ilahîdir, ahlak da. Din ile ahlakı birbirinden ayırmak tekvînî ve tenzîlî boyutlarıyla bir bütün olan vahyi parçalar.

Semâdan arıya/doğaya, doğadan vicdanımıza yansıyan vahiyle, semâdan enbiyânın kalbine yansıyan vahiy bir ve bütündür (Tabiat- Fıtrat-Şeriat). Nitekim Peygamberimiz “ben ancak ahlakî değerleri (mekârim-i ahlak) tamamlamak üzere gönderildim” buyurarak buna işaret eder (Bezzâr).

İmam Gazzâlî el-Maksıdü’l-esnâ adını verdiği esmâ-i hüsnâ şerhini ahlakı ilahî isimler temelinde kurmak üzere kaleme aldığını belirtir. Bu kitapta ilahi isimlerin ayrıca birer ahlak ideali olduklarının altını çizen İmam Gazzâlî sufiyyede ön plana çıkan “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanma” düsturunu hatırlatarak bize ahlakın kaynağının da hedefinin de Allah olduğunu gösterir.