Almanya’nın gizli öznesi: Kurumsal ırkçılık

​Almanya’nın gizli öznesi: Kurumsal ırkçılık
​Almanya’nın gizli öznesi: Kurumsal ırkçılık

NSU’nun hayatta kalan tek üyesine “bağımlı kişilik bozukluğu” teşhisi konulduğunu da ekleyelim. Biliyorsunuz beyaz adama pek terörist denmiyor. Hele ki cinayetin tabu olarak görüldüğü Alman toplumunun vatansever bir evladı terörist olamaz.

“Topluluklar, hoşgörü karşısında laçkalaşırlar.

Bunun içindir ki, toplum üzerinde fikri bir baskı uygulanmalıdır.

Bu baskı toplum tarafından pek fark edilmez.”

Adolf Hitler

4 Kasım 2011. Turingen’de banka soygunu girişimi başarısızlıkla sonuçlanan iki adamın cesetleri yanan beyaz bir karavanda bulunur. Birkaç saat sonra Beate Zschape adlı bir kadın kaldığı evi havaya uçurur. Karavan ve evin kalıntıları arasında silahlar, fotoğraflar ve DVD kayıtları ele geçirilir. Böylece yıllarca örtbas edilmiş bir dehşetin üstündeki perde aralanır.

Deliller ve Beate Zschape’nin polise teslim olmasıyla birlikte, intihar ettikleri öne sürülen yoldaşları Uwe Mundlos ile Uwe Böhnhardt’ın sadece birer soyguncu değil en az 10 kişinin ölümünden, 15 banka soygunundan ve çok sayıda bombalamadan sorumlu Neonazi teröristler olduğu ortaya çıktı. Maktuller 8’i Türk 9 göçmenden bir Alman polisinden oluşuyordu.

2000 - 2007 arasında Alman emniyeti cinayet gerekçeleri olarak kan davasını, kıskançlığı, kaçakçılığı, bahis ve uyuşturucu şebekelerini, göçmenlerin uyumsuzluğunu, Ergenekon’u, Ülkücüleri işaret etti. Uzaylılar ve Almanlar dışında herkes zanlıydı anlayacağınız.

Beate Zschape’nin teslim olmasından iki yıl sonra, 2013 Mart ayında, Münih Yüksek Eyalet Mahkemesi’nde NSU Cinayetleri Davası görülmeye başlandı. Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) olarak adlandırılan örgüt Federal Savcılığa göre sadece 3 kişiden oluşuyordu. Sanık sandalyesine örgüt üyesi olarak Zschape ile yardım ve yataklıktan suçlanan 4 kişi oturtuldu. Bugüne dek 379 duruşma tamamlandı. 813 tanık dinlendi. 42 bilirkişinin ifadesine başvuruldu.

2000 - 2007 arasında Alman emniyeti cinayet gerekçeleri olarak kan davasını, kıskançlığı, kaçakçılığı, bahis ve uyuşturucu şebekelerini, göçmenlerin uyumsuzluğunu, Ergenekon’u, Ülkücüleri işaret etti. Uzaylılar ve Almanlar dışında herkes zanlıydı anlayacağınız. Soruşturmalar sırasında hazırlanan bir uzman raporunda ‘öldürmek Alman ulusunca bir tabu olarak kabul edilir ancak Türkiye’den ve Güney Avrupa’dan gelen yabancılar rahatlıkla şeref ve namus için cinayet işleyebilir’ gibi cümleler geçiyordu. Alman ana-akım medyası da ırkçı terörü gündeme getirmemiş bu vahşet zincirine tüm ciddiyetsizliğiyle ‘Döner Cinayetleri’ adını vermişti.

NSU Davası, Almanya için kurumsal ırkçılıktan arınma fırsatı olabilirdi fakat devlet suçu iki üyesi ölmüş üç kişilik bir hücreye ve dört destekçiye yıkarak, gizlilik kararları alarak ve belgeleri imha ederek skandallar dizisinin üstünü kapatmayı seçti.

NSU’nun bilinen ilk cinayeti sonrası gelişmeler Alman Polisinin yaklaşımını bize net bir şekilde anlatıyor. Saldırıya uğrayan Enver Şimşek İki gün sonra hayatını kaybetti. Daha komadayken 13 ve 14 yaşındaki çocukları sorguya alındı. Eşine, Enver Şimşek’in yasak aşk yaşadığı söylendi. Uyuşturucu taciri olduğu iddia edildi. Ailenin ev ve araçlarına dinleme cihazları yerleştirildi. Yetmedi çiçekçi dükkânına yüksek vergi cezaları kesildi. Tüm maktul ailelerine benzeri muameleler yapıldı, dna testleri, dinlemeler, gözdağı ve tacizler.

Mahkeme süreciyle birlikte emniyet ve yargının cinayet zinciri karşısındaki tutumunun arkasında bir örtbas çabası olduğu anlaşıldı. NSU üçlüsü 90lı yıllardan beri Alman iç istihbarat örgütü Anayasayı Koruma Federal Daresi'nin (BfV) en az 20 muhbiriyle yakın ilişkiler kurmuştu. Tanıştıkları ve ideolojik eğitim aldıkları ‘Turingen Vatan Savunması’ adlı aşırı sağcı örgütün kurucusu Tinto Brandt bunlardan sadece biriydi. 97 yılında grubunun bomba imalathanesi ve cephanelik olarak kullandığı garajlara yapılan baskınlarda Alman Ordusu’na ait mühimmat ele geçirilmişti.

  • Alman Askeri Haberalma Teşkilatı’nın (MAD) örgüt üyesi Uwe Mundlos ile askerlik döneminde ilişkiye geçmişti. Çekirdek kadro 98 yılında yeraltına indikten sonra sahte kimliklerle yine bir BfV ajanının şirketinde çalıştılar.

İnternet kafe işletmecisi Halit Yozgat’ın (2006) işyerinde katledilişi sırasında ‘Küçük Adolf’ lakabıyla meşhur Andreas Temme adlı bir BfV muhbiri de olay yerindedir. 4 Kasım 2011 yılındaki intihar (?) vakasında başka bir BfV muhbiri bölgede bulunmaktadır. Beate Zschape’nin kundakladığı hücre evinde hedef listesi olarak bulunan binlerce adres ve onlarca isim de cabası.

Temmuz 2012 yılında Anayasayı Koruma Teşkilatı’nda NSU ile ilgili belgelerin imha edildiği bilgisi gündeme düşer ve BfV şefi istifa etmek zorunda kalır. Alman Federal Meclisi NSU araştırma komisyonuna konuşan bir polis BfV’nin soruşturmaya engel olduğunu açıklar. Dava sürecinde tanıkların şüpheli intiharları gündeme gelir. Muhbirlerin çoğu ‘hatırlamıyorum’ diyerek soruları geçiştirir. Tüm bu bilgi ve belgelere rağmen Alman emniyet ve adaletine göre profesyonel eylemleri sadece 3 NSU üyesi ve 4 destekçisi tasarlamış ve uygulamıştır.

NSU’nun hayatta kalan tek üyesine “bağımlı kişilik bozukluğu” teşhisi konulduğunu da ekleyelim. Biliyorsunuz beyaz adama pek terörist denmiyor.

Hele ki cinayetin tabu olarak görüldüğü Alman toplumunun vatansever bir evladı terörist olamaz. Bir şekilde cinayete bulaşmış beyaz adam akıl hastasıdır, berbat bir çocukluk geçirmiş bir garibandır, öfkeli gençtir, tutkulu bir âşıktır ama katiyen terörist değildir.

Biliyorsunuz beyaz adama pek terörist denmiyor.
Biliyorsunuz beyaz adama pek terörist denmiyor.

NSU Davası, Almanya için kurumsal ırkçılıktan arınma fırsatı olabilirdi fakat devlet suçu iki üyesi ölmüş üç kişilik bir hücreye ve dört destekçiye yıkarak, gizlilik kararları alarak ve belgeleri imha ederek skandallar dizisinin üstünü kapatmayı seçti.

Son seçim döneminde de yukarıdan aşağıya Alman bürokrasisi, siyaseti, medyası, sivil toplumu İslamofobi ve Türkofobiyi besleyen bir dil benimsedi. Mültecilere sınırların kapatılması, çifte vatandaşlık uygulamalarının kaldırılması, İslam’ın Alman topraklarından uzaklaştırılması gerektiğini savunan aşırı sağcı Almanya için Alternatif Parti (AFD) %12,6 oy alarak meclise girdi. Kurumsal ırkçılıkla mücadele yoluna girilmemesi, siyasal ve bireysel ırkçılığın güven tazelemesine yol açtı. Görünen o ki Almanya, devlet makinesinin tüm dişlilerine sızmış ırkçılıkla yüzleşmekten kaçınıyor. Kim bilir belki de bunu sorun olarak değil işlemin devamlılığı için elzem bir katkı maddesi olarak görüyordur.