Annesiz bir dünya nasıl döner?

Dünyadaki cennetimiz olan anne koynundan da kopmuş olduk.
Dünyadaki cennetimiz olan anne koynundan da kopmuş olduk.

Tüm yaratılanlar içinde doğduktan sonra hayatta kalmak için en uzun süre anneye bağımlı olan canlı insandır. Hatta modern pedagoji bir bebeğin iki yaşına kadar anneden bağımsız, müstakil bir varlığa sahip olduğunu bile fark etmediğini söyler.

İnsan bağrında tomurcuklanan ilk sevginin adıdır anne. Meçhul bir diyardan yine meçhul bir diyara revan olan günahsız bir seyyahın huzur konağı ve bir avuçluk ömürde gerçek emniyetin ilk menbaıdır. Bundandır ki toprağa ana der insanlık. Ana gelecektir, berekettir. Ana yaşamdır. Göklerden süzülen nur onun rahminde vücut bulur ve şefkat pınarı onun göğüslerinden çağlar. Sümbüller, şakayıklar en labis rayihalarını ve levn-ü revnaklarını bu pınardan alır. Bülbülü güle, pervaneyi ateşe düşüren ilk defa anne yüreğinde alevlenen sevdanın hasıdır. Âdem'den beri bir anne arar insan kendine. Anneyi yani cenneti. İslam bu arayışa son vermek için gelmemiş midir?

İslam; insanlığın anne kucağı

Abdullah b. Abbas anlatıyor:

"Bir gün halifeliği döneminde Hz. Ömer elindeki kırbacı ayağına vurarak yürüyordu. Yanına yanaştım. Baktım kendi kendine söyleniyor. Gideceği yere kadar ona eşlik etmek istedim. Bir ara bana döndü; "Ey İbn-i Abbas, biliyor musun, Peygamberin vefat ettiği gün ben neden öyle konuştum?" Bir an duraksadım. Sonuçta üzerinden on yıldan fazla zaman geçmişti. Sonra o hicran günü gözümün önüne geldi. Ömer mescitte kendinden geçmiş bir vaziyette gür, tok ve dokunaklı sesiyle, etrafına toplanmış şaşkın ve hüzünlü kalabalığa şöyle diyordu;

"Ey insanlar, Rasullullah ölmedi. O, Hz. Musa gibi Rabbiyle bir süre görüşüp geri gelecek. Kırk gün sonra dönecek. Ona öldü diyeni öldürürüm."

Evet, Ey Allah Rasulünün halifesi, neden öyle konuştun dedim. "Beni o konuşmaya Kuran'daki bir ayet-i kerime sevk etti" dedi ve devam etti: "Şöyle diyor Rabbimiz; ‘İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, Peygamber de size şahit olsun diye, sizi vasat (örnek) bir ümmet yaptık.'1 Ben bu ayet-i kerimeyi Peygamber işlerin sonuna kadar bizim başımızda kalacak, bizi yalnız başımıza ortada bırakmayacak şeklinde anladım. O günkü hezeyanım bundandı."

Evet, Hz. Ömer haksız değildi. Allah, Müslümanları ümmet kılmıştı. Ümmet yani anne. "Üm" anne demek değil miydi? Biz insanlığın anasıydık. Peygamber de bizim anamız. Biz insanlığa şahit olacaktık, Peygamber de bize. Peki, neden baba değil de anne? Çünkü annenin içinde rahim vardır, merhametin taşıyıcısıdır. Kuran "Muhammet sizin babanız değildir"2 diyor. O insanlığa analık edecek (ümmet) bir topluluğa analık yapacaktır. Peki, bir anne insanı yarıda bırakır mı? Evet, bırakır. Tam da merhametinden dolayı yapar bunu. Eğer düşer korkusuyla yere bırakmasaydı yürüyebilecek miydik? Bıraktı, düştük, kalktık ve yürüdük. Dünyadaki cennetimiz olan anne koynundan da kopmuş olduk. Bu da merhametin bir başka tecellisiydi.

Anne arayan yarım insan

İnsanın yeryüzü macerası da bir yarım kalmayla başlamıyor mu zaten? Yarıda kalan cennet hayatı… Bir hata ile yenilen ve yarıda bırakılmak zorunda kaldığımız lezzetli yasak meyve… Ardından yeryüzüne iniş ve diğer yarıyı, Havva'yı aramaya koyuluş…

Neye ihtiyaç duyarsa, onun peşinden gider. İnsanın hayatı işbu envai çeşit noksanlıkların giderilmesi için verdiği kavgadan ibarettir.

Eğer Havva'sız yarım olduğunu düşünmese aramaya çıkar mıydı? Neydi onu diyar diyar gezdirip aratan şey? Yarım kalmışlığı değil mi? Eğer bir şeyler eksik olmazsa yola düşmez ki insan! Neyin eksikliğini hissederse, ona ihtiyaç duyar insan. Neye ihtiyaç duyarsa, onun peşinden gider. İnsanın hayatı işbu envai çeşit noksanlıkların giderilmesi için verdiği kavgadan ibarettir. "Kendini bilen Rabbini bilir"3 in hikmeti de bu değil mi? Kendindeki noksanlıkları bilen Rabbinin mükemmelliğini anlar.

En güzel kula günde defalarca "Subhanallah! Ey Rabbim, ben noksanım, eksiğim, kusurluyum fakat seni bütün noksanlıklardan tenzih-ü takdis ederim" dedirten de budur. Gelin bir de o en güzel kulun annesiz kaldığı, yaşamın kucağından ıraklara düştüğü anlara gidelim.

Buna rağmen okyanusun ortasında sallanan sahipsiz bir sandal gibiydi.
Buna rağmen okyanusun ortasında sallanan sahipsiz bir sandal gibiydi.

Yesrib yolundaki yetim

O vakit ki gencecik şefkat pınarı anne, altı yaşındaki yetim çocuğunu yolun yarısında aniden yalnız bırakmıştı. Babasının kabrini ziyaret için gittikleri Yesrib'ten dönüyorlardı. Uçsuz bucaksız çöl kapkaranlık bir zindana dönmüştü aniden. Ufukta beliren kızıl kum fırtınası yanardağ ağzı gibi alev püskürüyordu. Buna rağmen okyanusun ortasında sallanan sahipsiz bir sandal gibiydi. Önce olan biteni anlamaya çalıştı. Cehennem vadisi sahrada neden üşüyordu? Turna gözlerine doluşan çiy, kirpiklerinden billur gibi sarkıyordu. Annesinin zambak gibi bembeyaz yüzüne bakarken çehresi solan, soylu bir çiçek kesilmişti. Bir daha ölünceye değin dişleri görünecek kadar güldüğüne rastlanmayacaktı. Dudaklarından acı bir tebessüm eksik olmayacaktı. Hayatındaki ilk kadın onu yalnız bırakıyordu. Çünkü annenin görevi burada son bulmuştu. Artık yetimliğine öksüzlük de eklenmişti.

  • Bir gün Hz. Aişe'nin "Bir insanın üzerinde en fazla kimin hakkı vardır?" sorusuna, cinsiyet ayrımı sayılabilecek bir cevap verir Efendimiz; "Erkeğin üzerinde annesinin" der. Buradan hareketle anne kaybının erkek çocuk üzerindeki etkisi ile kız çocuk üzerindeki etkisinin eşit olmadığını söyleyebiliriz.

Tüm yaratılanlar içinde doğduktan sonra hayatta kalmak için en uzun süre anneye bağımlı olan canlı insandır. Hatta modern pedagoji bir bebeğin iki yaşına kadar anneden bağımsız, müstakil bir varlığa sahip olduğunu bile fark etmediğini söyler. Anne karnından ayrılmış olsa bile iki yaşına kadar fiziki olarak kendisini onun bir parçası hisseder. Anne onu doğurmuştu ve artık anneye ihtiyacı kalmayacak yaşa eriştirmişti. Sanki anne onu doğurmak için dünyaya gelmiş, işi bitince yavrusunu yarım bırakarak çekip gitmişti. Ezeli hikmet bir kere daha tecelli etmiş ve sebepleri en asgari düzeyde tutarak, insanlığa son çağrıyı yapacak çocuğun anneye ihtiyacı son bulur bulmaz öksüz bırakılmıştı. Çünkü anneliğin hiçbir kıymet ifade etmediği bir çağda cenneti annelerin ayakları altına serecekti.

Tarihte anne

O çağda kilise şeytanın yılan, yılanın da kadın şeklinde tecelli ettiğine inanırdı. Uğursuzluğun, aldatmanın sembolüydü, cadıydı kadın. Ve kilise yakıyordu cadıları. Arabistan'da ise köleydi. Doğurduğu çocuğu, efendi oluyordu ona. Böyle bir dünyada "bana kadın sevdirildi"4 diyordu o öksüz çocuk. Kadını cinselliğe indirgeyen modern zihnin bu söz karşısında gösterdiği afallamış bakışlar o gün de yöneltilmişti kendisine. Nasıl yani, kadın sevilir miydi? Evet, o emsallerinin içinde inci gibi parlayan bir civanken, kendisinden on beş yaş büyük, üç çocuk annesi kadınla evlenmeyi kabul ediyordu. Her kadında annesini arıyordu. Yavrusu Fatıma'yı "babasının annesi" diyerek seviyordu. Kadınlara olan merhameti hepsine bir anne gibi bakmasındandı. Çünkü bir erkeğin kadını konumlandırmasında annesinin rolü çok büyüktür.

Anne olmasa

Anne kaybının erkek çocuk üzerindeki etkisi ile kız çocuk üzerindeki etkisi eşit değildir bundan sebep. Aynı şekilde anne kaybı da baba kaybına eşit değildir.
Anne kaybının erkek çocuk üzerindeki etkisi ile kız çocuk üzerindeki etkisi eşit değildir bundan sebep. Aynı şekilde anne kaybı da baba kaybına eşit değildir.

Erkeğin karşı cinsle ilk muhatap olduğu kişi annesidir. Annesiyle sorunları olan kişi hayatı boyunca karısı, kızı başta olmak üzere bütün kadınlarla problem yaşayacaktır. Annesi tarafından yarım bırakılmış bir erkek bütün kadınları kendisini tamamlayan bütünün bir parçası olarak görecektir.

Hemen her meselede kadınlarla istişare etmesi, dünya kadar meşgalenin olduğu bir zamanda hanımlarıyla sohbet edecek zaman bulması, savaşa giderken bile yanına mutlaka bir eşini almasının başka ne gibi açıklaması olabilirdi? Bir gün Hz. Aişe'nin "Bir insanın üzerinde en fazla kimin hakkı vardır?" sorusuna, cinsiyet ayrımı sayılabilecek bir cevap verir Efendimiz; "Erkeğin üzerinde annesinin" der.

Anne kaybının erkek çocuk üzerindeki etkisi ile kız çocuk üzerindeki etkisi eşit değildir bundan sebep. Aynı şekilde anne kaybı da baba kaybına eşit değildir. Neden Kuran-ı Kerim'de yetimden, yetimin hakkından ve kollanıp gözetilmesinden defalarca bahsedilmesine rağmen öksüze hiç yer verilmez? Bu soruyu zaten yetimin zikredildiği yerlerde öksüzün de o kapsam içine girdiğini söyleyerek geçiştirmek mümkün değildir.

  • Kuran yetimliği sosyal bir problem olarak ele alır ve yetimin toplum içinde istismar edilmesine engel olacak hükümler koyar. Fakat öksüzlüğün bir çözümü yoktur. Çünkü öksüzlük sosyal bir problem değil, insanın iç dünyasında yaşadığı bir sızıdır.

Yeryüzündeki hiçbir kanun ve nizam insanın içinde yaşadığı acıyı dindirmeye yetmez. Bu açıdan babasızlığın telafisi vardır, ama annesizliğin yoktur. Yetimlerle ilgili ayetlerde dikkat çeken diğer husus, hep kız çocuklarının yetimliğinin nazara verilmesidir. Çünkü erkek çocuğun öksüzlüğü, kız çocuğunun yetimliğine denktir. Erkek çocuk babasız kalsa da cinsiyeti itibarıyla babalığı içinde taşır. Onun eksikliğini fıtratındaki potansiyelle kapatabilir. Fakat annenin eksikliğini iç dünyasında gidermesi mümkün değildir. Aynı durum ters orantılı bir şekilde kız çocuğu için de geçerlidir.

Yetim çocuk hayatı boyunca annesi tarafından yarım bırakılmışlığın eksikliğini hep hissedecekti. Çünkü insan sahip olduğu şeyleri çok seyrek düşünür, eksik olan şeyleri ise düşünmeden edemez. Onu mükemmel kılan da bu eksikliğinin farkında olmaktı. Annesinin onu yolun yarısında, çölün ortasında bırakmasının hikmetini kavradığı için o da insanlığa analık yapacak cemaatini yarım bırakmakta tereddüt etmedi.

Dipnotlar:

1. Bakara, 143.

2. Ahzab, 40.

3. Keşfü'l-Hafâ, Aclunî, 2/262 Kimi âlimlerce metni mevzu, manası sahih sayılan bir hadistir.

4. Nesâî, İşretu'n-Nisâ 1, (7, 61).

5. Müslim, Fedâilü's-Sahabe, 94.

6.Müslim, Birr 2.