Babaannem bir devrimciydi

 Ne modern dünyanın vaazlarını dinlemişti ne de evimizde imparatorluğunu çoktan beridir ilan eden televizyonda her gün takip ettiği bir program vardı
Ne modern dünyanın vaazlarını dinlemişti ne de evimizde imparatorluğunu çoktan beridir ilan eden televizyonda her gün takip ettiği bir program vardı

Birine seslenmek için arandığında, bütün çocuklarının, bütüntorunlarının isimlerini sayardı tek tek. Biz gülerdik bıyıkaltından. İyi bir hafızası yoktu ama unutmazdı. Mızraklıdanezberlenmiş birkaç şeyi bilirdi. Ona yeterdi, artardı fazlası.

Çok bilmezdi, ama inanırdı. Okuması da yazması da yoktu. Telefon çevirmeyi öğrenmişti son son. Ne modern dünyanın vaazlarını dinlemişti ne de evimizde imparatorluğunu çoktan beridir ilan eden televizyonda her gün takip ettiği bir program vardı. Sokakla ev arasındaki farkı iyi bilirdi. Bundandır belki, dünya yıkılsa sarsılmazdı hanesi.

Yemek tariflerini televizyondan, sebzeyi marketten alanları anlamaz, yemeği güzelleştirmek için yeni yeni uydurulan yalanların hiçbirine inanmazdı. Ama yemin ederim ki muhteşem yemekler yapardı. Bereket için sofraya ve besmeleye ihtiyaç olduğunu iyi bilirdi.

Tarihin bütün babaannelere verdiği sessizlikte yaşayıp giderdi.

Paraya tapmaz ama severdi onu. Yokluğu da yoksulluğu da iyi bilirdi. Alış veriş çılgınlığının nükleer tehdit gibi arzı endam ettiği büyük plazalara girmişliği yoktu. İçinde ekmek pişirilen evlerin son temsilcilerindendi. Bundandır belki buğdayın iyisini ‘ince’liğinden anlayabilirdi.

Tarihin bütün babaannelere verdiği sessizlikte yaşayıp giderdi. Yakın tarihi bilmezdi ama asılan hocalar için gözyaşı dökebilirdi. “Geldi İsmet kesildi kısmet” sözünü ondan duymuştum ilk. Resmini görse tanımazdı ama sevmezdi İsmet İnönü’yü. ‘Ezanı kaldırdılar’, ‘Kur’an’ları yasakladılar’ diye söylerdi sessiz sessiz. Bütün o kuşağın ‘aman jandarmalar duymasın’ tedirginliğindeydi. İyi bir hafızası yoktu ama asla unutmazdı.

Birine seslenmek için arandığında, bütün çocuklarının, bütün torunlarının isimlerini sayardı tek tek.
Birine seslenmek için arandığında, bütün çocuklarının, bütün torunlarının isimlerini sayardı tek tek.

Birine seslenmek için arandığında, bütün çocuklarının, bütün torunlarının isimlerini sayardı tek tek. Biz gülerdik bıyık altından. İyi bir hafızası yoktu ama unutmazdı. Mızraklıdan ezberlenmiş birkaç şeyi bilirdi. Ona yeterdi, artardı fazlası. İan Dallas’ın o vurucu tespitini hatırlatırdı bana; “Bilgiyi öğreniyorsun, onu ne yapacaksın?” Hiçbir şey, etrafına açtığı yaşama alanını daraltamazdı. Bundandır belki, ‘huzur’u hiç ıskalamadı.

Siyasetten de partilerden de haberi olmazdı. Aklı da ermezdi zaten. Halk partisini bilirdi bir, bir de Erbakan’ı. Çok bilmezdi. Ama inanırdı. Bugün, bütün o bilginlerin, o bilmişlerin, bütün o ardıç kuşu kılıklı heriflerin inanmadığı kadar inanırdı. Erbakan’ın partisinin bayrağını belinden aşağı indirmeyecek kadar inanırdı.

  • Kısa boylu, şişman bir babaanneydi işte. O ‘pastelli kartel’lerin o yaşı geçkin kokonaların yüzde biri kadar önem vermezdi giydiğine. Bana hep aydınlık veren simsiyah bir çarşafı vardı. Parayı cüzdanda değil belinde, iç cebinde saklardı.

Şimdi iki reklam filmine aldanıp, dibine kadar diğerine benzemeye çalışan modern dünyanın kadınları gibi değildi. Bir eski zaman Selçuklu hanımı gibi, temizliğe önem değil ehemmiyet verir, yıkamakla temizlenmeyeceğini iyi bilirdi. Ona göre bir şey ancak yundu mu temizlenirdi. Bundandır belki, çamaşırları makineye atmadan önce kendi eliyle yurdu. Biz kısa aklımızla gülerdik, o bütün ciddiyetiyle çamaşır makinesine inanmazdı.

Her şeyi bildiği sanan, o gerizekâlı uzmanların arkalarına yaslanıp da; “köylülerimiz şu kadar kelimelik Türkçeyle konuşuyor” lafazanlıklarını buruşturup çöpe atacak kadar anlatırdı derdini. Köşe yazarlarının ne dediğini anlamasa da iki yüz elli yıllık bir Türkçe hafızası vardı. En değme edebiyatçıların ağızlarını açık bırakacak atasözleri bilir, deyimler söylerdi. Yerel bir dili vardı. Bundandır belki, farkında olmasa da küreselleşme mavallarının karşısında en sahici çözüm olarak dururdu.

Modern dünyanın bütün yalanları onun yanında çaresiz kalırdı. Çok bilmezdi ama hangi hocanın doğru bildiğini, hangi hocanın yalan söylediğini bir bakışta anlardı. Hangi ayette yazdığını bilmezdi fakat faizin haram, yetimlere bakmanın farz olduğunu iyi bilirdi. Bundandır belki bir santim bile değişmedi yeri. Yeni hocaların yeni yorumlarına tevessül etmezdi, bundandır; asla aldatılamazdı.

Çocuk eğitimi üzerine karmakarışık bilimsel makaleler neşreden ama çocuğun, bir çiçek gibi büyütüldüğünü anlamayan o aklı evvel bilim adamlarını(!) kudurtan bir korunaktı bizim için. Bütün babaanneler gibi… Her haylazlık sonrası kaçıp şefkatine sığınılan bir barınaktı. Bundandır belki, oğul olmanın verdiği balla elimizi kolumuzu sallayarak gezerdik.

Çok bilmezdi, ama inanırdı. Büyük olduğu için değil, sahiden büyüklere hürmete inanırdı. Şimdiki yeni zaman gelinlerinin kabul etmeyeceği ağır şartlar(!) ona kolay gelirdi. Yaşamaya değil yaşama dikkat ederdi.

Şimdiki yeni zaman gelinlerinin kabul etmeyeceği ağır şartlar(!) ona kolay gelirdi.
Şimdiki yeni zaman gelinlerinin kabul etmeyeceği ağır şartlar(!) ona kolay gelirdi.

İçine cumhuriyet kurumları girmiş yaşlanmış lümpenlerin asla anlamayacağı muhteşem tavırları vardı. Anketörlere cevap vermişliği yoktu ama eğer bir ankete muhatap olsaydı ve ‘kocanız ne iş yapar’ sorusuyla karşılaşsaydı eminim ki ‘kocam yoktur’ diyecekti. Kocası yoktu, çünkü kendisi kadar zihin sağlığına sahip ‘bey’i vardı. Şu kadar yıllık torunluğunu yapmama rağmen, bir kere bile beyine ismiyle hitap ettiğini duymadım. Biz yeni yetmeler anlamayız bundan. Bundandır belki renksiz ve ciddiyetsiz bir oyundur bizim oynadığımız.

Çok bilmezdi. Okuması da yazması da yoktu. Ama kendi ifadesiyle çok ‘möhkem’ bir devrimciydi. Bilimsel olarak asla Voltaire’le karşılaştırılamaz belki ama ondan çok daha düzgün düşünürdü. Bundandır belki, fikirlerine katılmadıklarına saygı da göstermezdi. Doğru düşünmeyenin saygıya hakkı olmadığını iyi bilirdi. Şimdikilerin ‘cesur’ dediği giyim şekline o, günah derdi ve ne zaman yanından yöresinden fazlasıyla açık-saçık bir kız çocuğu geçecek olsa, onu durdurur muhakkak iki kelam nasihat ederdi.

Evet, babaannem bir devrimciydi. Dünyaya hangi kitabı okumak için gönderildiğini iyi bilirdi.

Şimdikilerin ‘mahalle baskısı’ dediği şeye o tebliğ derdi. ‘Emri bil maruf nehyi anil münker’ deseniz anlamazdı belki ama bütün ömrünü bunun kıyısında geçirmişti. Biz bütün sahte tavırlarımızla korkarken, o korkmazdı.

Güzel olan her şey çekiliyor belki ama artık fark etmeliyiz ki bizim, dünyanın bütün yorgunluğunu omuzlamasına karşın yorulmayan o eski babaannelere ihtiyacımız var. Kaybettiğimiz ve nerede arayacağımızı bir türlü bilemediğimiz her şeyi, o eski sandığında ve o eskimez hafızasında taşıyan kıymetli babaannelere ihtiyacımız var.

Evet, babaannem bir devrimciydi. Dünyaya hangi kitabı okumak için gönderildiğini iyi bilirdi.