Biz babadan böyle gördük

Babam ciddi meseleleri kulağını kaşıyarak dinler.
Babam ciddi meseleleri kulağını kaşıyarak dinler.

Bir sabah dükkânı açtık. Geçtik tezgâhımızın başına oturduk. Bir adam geldi türkücüler gibi giyinmiş, bir dişi altın, saçlar gebertici bir siyaha boyanmış, gömlek üstten üç düğme açık. Kıllı göğsüne bir şey takmamış, ama olsa bir altın kolye tablo tamam olacak. Çay söyledik. Uzun uzun anlattı. Baba nasihatidir; "Uzun konuşan adama bulaşma. Ya çok kurnazdır lafı uzatır ya da çok ahmaktır yine lafı uzatır. Bize kurnaz da ahmak da lazım değil," der babam.

Benim ajansım var. Reklam işleri yapıyorum. Babam tabelacıydı ondan kalma bir dükkân burası. Babam tabelaları el işçiliği ile hazırlardı. Bazıları elim titrer diyerek ucunda lastik top olan değnekle yazar, ama babam öyle değil. Santim titremeden yazardı. Bu civarda namı vardı. "Boyacı Salim" dedin mi herkes bilirdi. Uzun zaman da at arabaları ve kamyon kasalarına resim çizdi. En çok kekliğine vurgundu millet. Kekliği öyle bir çizerdi ki zannedersin keklik şimdi canlanacak. Ama "Allahtan korkarım canlanacak demem" diyerek kul kısmına yaraşır bir mütevazilikle sanatını icra ederdi. Ben de ondan belledim ne bellediysem. Ama bizim işimiz bilgisayarla oluyor artık. Elin titremesi diye bir şey yok. O sebepten "sanat" sayılmaz. Bizimki olsa olsa "zanaat" sayılır. Ne yapıyorsa bilgisayar yapıyor. Biz bilgisayara akıl veriyoruz. "Aklı olmadan bu kadar iş beceren bilgisayarda bir de akıl olsa ne yapar acaba?" diyor babam.

Baba nasihatidir; "Uzun konuşan adama bulaşma. Ya çok kurnazdır lafı uzatır ya da çok ahmaktır yine lafı uzatır.
Baba nasihatidir; "Uzun konuşan adama bulaşma. Ya çok kurnazdır lafı uzatır ya da çok ahmaktır yine lafı uzatır.

Babam artık işlere bakmıyor ama dükkâna her sabah geliyor. Alışmış adam evde oturamaz. Dükkâna ahbapları da geliyor. Bir güzel muhabbet oluyor. Babam ve ahbapları için dükkânın arkasına bir oda yaptırdım. Akşama kadar çayı çorbası eksik olmadan muhabbet ediyorlar. Namaz vakitlerinde oda boşalıyor. Namazdan çıkanlar dükkâna geliyor. Dikkat ediyorum siyasete bulaşmıyorlar. Başka ortamda laf döner dolaşır siyasete gelir. Ama babam büyüklerinden nasihat almış; "Aman siyasete dokunma evladım." der her zaman. Bir sabah dükkânı açtık. Geçtik tezgâhımızın başına oturduk. Bir adam geldi türkücüler gibi giyinmiş, bir dişi altın, saçlar gebertici bir siyaha boyanmış, gömlek üstten üç düğme açık. Kıllı göğsüne bir şey takmamış ama olsa bir altın kolye tablo tamam olacak. Çay söyledik. Uzun uzun anlattı. Baba nasihatidir; "Uzun konuşan adama bulaşma. Ya çok kurnazdır lafı uzatır ya da çok ahmaktır yine lafı uzatır. Bize kurnaz da ahmak da lazım değil," der babam.

Ben de adamdan usulen izin alıp; "Hem çalışsam hem sizi dinlesem olur mu?" diyerek kalktım işime bakıyorum. Adamdaki arsızlığa bakın ki ben işimle uğraşırken bile epeyce konuştu. Dört bardak çay içti. Beşinciyi söylersek onu da içecek. Çırağa işaret ettim. Çayını kestik, bu sefer adam su istedi. Boğazını temizledi konuşmaya devam etti. Anlattığı hep aynı şey.

Kendisi memlekete bir fabrika kurmak istiyormuş. Kredisi hazırmış, zaten siyasetçilerden de epeyce tanıdığı varmış. Esasen bu kadar proje için oturup bunları konuşacak vakti yokmuş ama beni pek sevmiş.

daha neler neler... Ben muhabbet kesilsin hatta adam biraz bozulsun da kaybolsun işimize bakalım diyerek münasebetsiz bir soru sordum. "Saçınızı nerede boyattınız pek yakışmış" dedim. Bekliyorum ki adam bozulsun da kalkıp gitsin. Adam bozulmayı bırak daha da gevşedi, gömüldü koltuğa.

"Saçım esasen beyaz değil de ben bu tonu çok sevdiğimden boyatırım. Kuaföre gitmem. Evde hanım boyar" dedi. Ve anlatmaya devam etti. Adam ne kadar daha konuştu bilemiyorum. Sonunda ben, "Dükkân dışında işim var isterseniz birlikte çıkalım." deyince, "hay hay" dedi yola düştük.

Çarşıyı boydan boya benimle geçti. Sonunda bir köşe başında başımdan savdım. O gitti ben rahatladım. Dükkâna dönerken bir esnaf arkadaş koluma girdi. "Senin ne işin olur bu herifle?" dedi. Durumu anlattım. Meğer adam naylon fatura bastırır onu uyduruk firmalara verir, komisyon alırmış. "Yahu bu adamı biz neden hiç görmedik buralarda?" dedim. Adamın iş gördüğü yerler hep büyükşehirlermiş. Orada kötü şöhretiyle tanınmış olduğundan artık küçük memleketlerde tezgâh kuruyormuş anladık. Hemen dükkâna döndüm. Durumu babama anlattım. Babam ciddi meseleleri kulağını kaşıyarak dinler. Yine öyle yaptı. Bir plan kurduk.

  • Madem bu herif küçük ilçede dümen çevirir. Biz de ona bir dümen edelim dedik. Babamın ahbaplarından Şevki Bey var, maliyeden emeklidir. Onu tembihledik. Zaten emekli olmasına rağmen takım elbise giyer, tıraşını olur.

Operasyona hazırdır yani. Adamın gelmesini bekledik. Çok sürmedi dükkâna damladı adam. Sağdan soldan konuştu. Lafın orta yerinde Şevki Bey elinde bir çanta ile dükkâna geldi. Hemen hürmet edip yer gösterdim ve adamla tanıştırdım. "Maliyeci Şevki Bey baba dostudur sağ olsun, gölgesi üzerimizdedir her daim." dedim Adam biraz toparlandı, bozuldu.

Saçım esasen beyaz değil de ben bu tonu çok sevdiğimden boyatırım. Kuaföre gitmem.
Saçım esasen beyaz değil de ben bu tonu çok sevdiğimden boyatırım. Kuaföre gitmem.

Şevki Bey sözü aldı. Lafı dolandırıcılara getirdi. "Bu sıralar projem var diyerek matbaacı kısmını kafalamaya çalışanlar oluyormuş. Uyduruk şirketi adına fatura bastırmak için matbaacıları kafalıyorlarmış. Bir elime geçse ben yapacağımı biliyorum ama bakalım. Sen de gözünü dört aç yeğenim. Şu sıra fatura bastırmaya gelen olursa bana haber et sicilini dökeyim ortaya." dedi.

Adama baktım koltukta küçüldü. Hiç ses çıkaramadı. Çayını soğuttu, içmedi. Sonra bir punduna getirip "Bana müsaade..." diyerek sıvıştı. Biz de arkasından epeyce güldük. Meğer Şevki Amca'nın maliyeci yüzü ne soğukmuş ben bile korktum yani. Babam ve arkadaşları günlerce konuştular, gülüştüler. Adam bir daha gelmedi. Biz de baba nasihati dinlemenin kıymetini bir daha anlamış olduk vesselam...