Burun deyip geçmeyin

Bir burnun nelere sebep olacağına, bir kişiye ne anlamlar kattığına şahit oluyoruz.
Bir burnun nelere sebep olacağına, bir kişiye ne anlamlar kattığına şahit oluyoruz.

Burun deyip geçmemek gerek. Bir bakmışız fantastik bir öge olarak kibirden yerlere düşüp şehrin herhangi bir yerinde karşımıza çıkmış; bir bakmışız soylu da olsa bir kişi, burnunun heybetiyle insanların bütün dikkatini dağıtmış.

Türk ve dünya edebiyatında sevgilinin kaşına, gözüne, boyuna, endamına şiirler ve yazılar yazılmıştır. Etki alanının yazarı kuşatması ile ilgili bir durum bu. Bizde özelikle divan edebiyatında gözlerin ahu, boyun servi, kirpiklerin ok olduğu metinlere sıklıkla rastlanır. Bunların yanında ellerin de şairler nazarında bir cazibesi olduğu muhakkak. Estetik bakış açısını kuşanarak oluşturulan cümlelerde sevgiliyi en alımlı hâliyle anlatmanın gayretini yaşar söz sahipleri. “Yaradılanı hoş gör Yaradan’dan ötürü” kıstasına ise pek rağbet eden olmamıştır gönüllerin dervişi Yunus’tan başka. Sembolizm akımının bizdeki en önemli temsilcisi Ahmet Haşim, denemelerinde estetik unsurları çok da göz önüne almaz.

Kibir ile birlikte anılması burnun çok da tesadüf değildir. Çünkü kibirli bir hâli vardır gözümüzün önündeki burnun.

Edebiyatımızda “başparmak” üzerine yazılmış yegâne denemenin sahibidir kendisi. “İnsanın en asil uzvu hangisidir?” diye sorsalar hepimizin vereceği cevap budur: Dimağ! Hâlbuki dimağdan daha yüksek ve hatta insanı diğer yaratıklardan ayıran ve onu bütün hayvanlara nazaran üstün bir mevkiye çıkaran dimağ değil, sadece elinin başparmağı imiş. Başparmağın diğer parmaklarla birleşip iş görebilecek bir vaziyette olmasıdır ki insana unsurlar üzerinde üstünlük imkânını veriyor. Bunu söyleyen tabiat tarihi ilmidir. Biz gelelim burun meselesine. Edebiyatta çok da yeri yoktur burnun. Deyimlere konu olsa da burun, edebiyatta pek de esamesi okunmaz burnun. Birkaç metinde burnun küçüklüğünden, hokka gibi oluşundan bahsedilse de bu çok da önemli bir yer tutmaz edebiyat dünyasında.

Kahvaltı yapan Yakovloviç, karısının fırından çıkardığı mis gibi kokan taze ekmeği alıp ikiye ayırdığında içinde ağaran bir şey görür.
Kahvaltı yapan Yakovloviç, karısının fırından çıkardığı mis gibi kokan taze ekmeği alıp ikiye ayırdığında içinde ağaran bir şey görür.

Kibir ile birlikte anılması burnun çok da tesadüf değildir. Çünkü kibirli bir hâli vardır gözümüzün önündeki burnun. Dünya edebiyatına baktığımızda, burun denince benim aklıma gelen iki eser var. Biri Gogol’un Burun isimli öyküsü, diğeri Edmond Rostand’ın Cyrano de Bergerac adlı tiyatrosu. Bir burnun nasıl olup da bir eserde dikkat çekici bir hâle gelmesinin en iyi örneğidir bu iki yapıt. Burun deyip geçmemek gerek. Gogol’un Burun öyküsü berber dükkânı olan İvan Yakovloviç’in öyküsünde fantastik bir öge olarak çıkıyor karşımıza. Kahvaltı yapan Yakovloviç, karısının fırından çıkardığı mis gibi kokan taze ekmeği alıp ikiye ayırdığında içinde ağaran bir şey görür ve ekmeği parmağı ile biraz kurcalayınca bunun bir burun olduğunu anlamasıyla başlayan bir heyecana davet eder okuyucuyu.

  • Berber olmasından dolayı burnun kime ait olduğunu da anlar. Elbette burundan kurtulmanın yollarını aramaya başlar Yakovloviç. Daha sonra burnun sahibi sekizinci dereceden memur Kovalev çıkar sahneye. Sabah uyandığında aynaya bakar ve burnunun yerinde olmadığını görür.

“Ufacık bir çıkıntı kalsaydı hiç değilse!” diyerek hayıflanır Kovalev. Kovalev’in burnunun ardına düşmesiyle devam eden maceralı yolculuğuna şahit oluyoruz öyküde. Burun da şehirde dolaşır üçüncü dereceden bir memur gibi. Gezip dolaşıp daha sonra ayrıldığı yere geri döner burun; “Nisanın 7’siydi, uyanıp gözleri tesadüfen aynaya ilişen binbaşı ne görsün; Burnu! Elini götürüp dokundu: Evet, resmen burundu bu!” Aslında yaşanan her şey bir bakmışız hayalmiş, bir bakmışız gerçek.

Bir diğer meşhur burun; Cyrano de Bergerac’ın dillere destan burnu.
Bir diğer meşhur burun; Cyrano de Bergerac’ın dillere destan burnu.

Öykünün son cümlesinde de Gogol bunu bize bir işaret olarak gönderiyor; “Kim ne derse desin dünyada bu türden şeyler oluyor, çok seyrek de olsa oluyor.” Bir diğer meşhur burun; Cyrano de Bergerac’ın dillere destan burnu. Büyük, heybetli, gösterişli; tam da sahibi gibi. Gerçek bir kişilik Cyrano de Bergerac. Dünyada defalarca sahnelenen, iki kez sinemaya aktarılan bu tiyatro özellikle şiirleriyle tanınan bir eser. Çünkü Cyrano; şövalye, kılıç ustası ve şair. Büyük bir burnu var ve bundan da son derece rahatsız. Çevresindeki herkesin burnuyla alay ettiğini zannedecek kadar da takıntılı. “Sonra burnu! Yarabbi ! O ne muazzam burun! İnsan görünce onu mutlaka der ki: ‘Durun, Takmadır bu, çıkarır, hele sabredin biraz!’ Herkesin canı çıkar, fakat o burun çıkmaz.” Kibir insanın gözünü kör eder. Cyrano da herkesin alay ettiği burnu kavgalıdır adeta. Bir bakmışsınız burnuyla övünür, bir bakmışsınız burnundan nefret edecek hâle gelir.

“Muazzamdır, Öyle eksik değildir, ihtişamıyla tamdır. Yassı burunlu aptal, küt burunlu budala! Ben iftihar ederim böyle bir fazlalıkla. Çünkü büyücek burun sevimli, iyi nazik, Mesela benim gibi, gönlü açık, başı dik Bir insanda bulunur, yoksa sizlerde değil. Bunu iyice öğren, sonra karşımdan çekil.” Âşıktır ama tek taraflı bir aşk yaşar Cyrano. Burnunun hâline bakmadan gizliden de olsa aşkını yaşar. Âşık olduğu Roxane ise başkasına âşıktır. Aşkının karşılıksız olduğunu anlayan Cyrano, Roxane mutlu olsun diye ona âşık olduğu gencin ağzından mektuplar yazar ve kendini böyle mutlu etmeye çalışır. Mektuplar, şiirler, özlemler ve Cyrano’nun burnunun heybetiyle devam ediyor macera.

Bir burnun nelere sebep olacağına, bir kişiye ne anlamlar kattığına şahit oluyoruz.

Burnunun elbette farkındadır Cyrano. Onunla yaşaması gerektiğini de bilmektedir. “Elbette bilirsin ki en çirkin kadın bile, Her yere benden önce koşup yetişen böyle Bir burnu beğenmez. Kim acaba o hâlde?

Kim mi? Bu gayet basit. Yani harikulade Biri, serapa güzel, yüzü, endamı, sesi; Dünyanın en güzeli, sarışını, incesi.” Burun deyip geçmemek gerek. Bir bakmışız fantastik bir öge olarak kibirden yerlere düşüp şehrin herhangi bir yerinde karşımıza çıkmış; bir bakmışız soylu da olsa bir kişi, burnunun heybetiyle insanların bütün dikkatini dağıtmış.