Büyük isyan ya da görkemin ta kendisi Arthur Rimbaud

cns
cns

Bir dehanın karşısında olduğumuz açıktı; henüz on beş yaşında üstelik denizi bile hiç görmeden yazdığı Sarhoş Gemi şiiri, herkesi susturmaya yetecekti

1. Bir tabanca mermisi olarak 1854’te doğdu, Fransa’da küçük bir kasabada. Cezayir’deki görevi sırasında Arapça öğrenip Kur’an-ı Kerim’i kendi diline çeviren subay bir babanın oğluydu.

Annesiyle babasının ayrılıkları sonrası, dindar biri olan annesi tarafından büyütüldü. Önce laik, sonra dini bir okula gitti. Hakkında söylenen ilk tanım cümlesini burada işitti: ‘Küçük pis yobaz.’ Sıkıntılı geçen ilk çocukluğunun ardından kısa ama maceralarla dolu bir hayat ve bir şiir dehası ortaya çıkacaktı. Fakat henüz bu yıllarda o da bunu bilmiyordu. Kendi hayatını baştan sonra, başka hayatları büyük oranda etkileyecek olan şiirle irtibatı vardı ve seviyordu. Yazıp dergilere gönderiyordu.

Çağdaş Fransız şiirinin kurucusuydu. Asıl mesele bunu 17 yaşında yapmış olması ve 21 yaşında ise şiiri tamamen bırakmasıydı. Bu dört yılda edebiyat tarihine “bundan sonra ne yazabiliriz ki” sorusunu bırakmıştı.

2. Henüz 16 yaşındayken evden kaçıp Paris’e gitti. Bunu toplamda üç kez yaptı. İlkinde trenle, diğer ikisinde yaya olarak, günlerce yürüyerek Paris’e ulaştı. Paris’te büyük şair dostu Verlaine’la buluştu. “Gel büyük ruh” diyerek çağırmıştı dostunu ve Paris entelektüel çevrelerince bir mesih gibi karşılanmıştı. Kim miydi Rimbaud? Dünyanın her santimi yaşamış, Nuh tufanından bu yana her şeyi görmüş birisiydi. Hakikatin peşinde çıldırarak tükettiği, devasa bir şiir anıtıydı. Sosyalistler Paris Komünü Ayaklanması’nda devrim peşinde koşarken, o şiirleriyle şiir tarihinin sessiz sedasız en büyük devrimlerinden birini hem de çocuk denebilecek bir yaşta gerçekleştiriyordu. Farklıydı. Sesi kimseye benzemiyor, görülmemiş bir ülkeden bambaşka şeyler getiriyordu. Tek başına modern şiiri kurdu, gencecik ama devasa bir şair olarak.

3. Çağdaş Fransız şiirinin kurucusuydu. Asıl mesele bunu 17 yaşında yapmış olması ve 21 yaşında ise şiiri tamamen bırakmasıydı. Bu dört yılda edebiyat tarihine “bundan sonra ne yazabiliriz ki” sorusunu bırakmıştı. Normal şartlarda 18 yaşında bir şairin dehasından kuşkulanmakta herkes haklıdır. Fakat o bütün edebiyat çevrelerine “yazdıklarınız bir halta benzemiyor, hepsi küçük aptal kız mızmızlanmaları” diyerek herkesi alt üst etmeyi başarıyordu. Bir dehanın karşısında olduğumuz açıktı; henüz on beş yaşında üstelik denizi bile hiç görmeden yazdığı Sarhoş Gemi şiiri, herkesi susturmaya yetecekti. Verlaine’le birlikte Brüksel’e ve Londra’ya gidip bir süre orada yaşadı. Burada düz yazı şiirdeki ustalığını da gösterdi, 1873’te Illuminations, 1874’te Cehennemde Bir Mevsim yayınlandı. Verlaine’la tartışmalı bir dostluğu vardı. Verlaine tarafından tabancayla vurulunca Verlaine hapse, o da seyahate gitti. Üstelik artık şiiri tamamen bıraktığını açıklayarak.

Aslında Rimbaud, müthiş bir iman ağrısı çekmekteydi.
Aslında Rimbaud, müthiş bir iman ağrısı çekmekteydi.

4. Derin bir tutkudan söz ediyoruz burada. Yaşama dönebilmek için edebiyatı bırakacak kadar derin bir tutkudan. Ne olursa ve neye mal olursa olsun özgür hissetmem gerek diyordu. Aslında Rimbaud, müthiş bir iman ağrısı çekmekteydi. 12 ve 20 yaşları arasında üç kere Brüksel’e ve Paris’e gitti; iki kere de Londra’ya. Yeterli Almancaya sahip olduktan sonra yürüyerek Stuttgart üzerinden İsviçre yoluyla İtalya’ya... Milano’ya... Yine yaya olarak... İskandinav yarımadasını ve Danimarka’yı bir panayır tiyatrosuyla gezdi. Rotterdam’da gemiye bindi ve Java’ya vardığında Hollanda ordusuna katıldı. Paralı askerlikti bu, parayı aldı ve elbette kaçtı. Bir defasında Viyana polisi tarafından yakalanıp, serseri olduğu gerekçesiyle Bavyera sınırına bırakıldı. Çoğu zaman yaya olarak bütün Avrupa’yı dolaştı. Bir süre Kıbrıs’ta şantiye şefl iği yaptı. Sonra Afrika’ya geçti, hayatının son on yılını Aden Körfezi’nde bulunan Harer’de bir tüccar ve seyyah olarak geçirdi. Her şeyi ifrata vardıran bir adam yani, korkunç bir adam. Korkunç bir genç adam.

5. ‘Patlayıcı güçlerin sembolü’ olacağını söylemişti bir mektubunda, kendisi göremese de haklı çıktı elbette. Afrika’da bulunduğu yıllarda gezi yazıları yazdı ve bunları bazı dergilere gönderdi. Bu sıralarda silah tüccarlığı da yaptı. Ama öncesinde Somali’de karşılaştığı Avrupa, bütün ümitlerini yerle bir edecekti. Rahat bir yaşamı vardı ki ansızın kalçasında baş gösteren kanser hikayenin akışını hızlandıracaktı. Sonraları Harer’de çocuklara Kur’an-ı Kerim öğretmeye çalıştı. Kanser ilerledikçe hikaye daha hızlı ilerledi. Fransa’ya dönmek zorunda kaldı. Sağ bacağı kesildiğinde kız kardeşi baktı kendisine.

  • Hakkındaki “Müslüman oldu” iddialarını destekleyecek o sözünü de, yani ölmeden önceki son sözünün “Allah kerimdir” olduğunu da daha sonraları kız kardeşi söyleyecekti. 10 Kasım 1891’de şiirle yaşadığı kadar bir o kadar da şiir yazmadan yaşadığı hayata veda etti.


6. Mektuplarını, “bu kalpsiz Rimbaud” diye imzalıyordu. Bohem olarak aşırı bohem, şair olarak çok şair, iş adamı olarak çok işadamı, silah tüccarı olarak çok açık gözlü. Yaptığı her işi iyi yapmış biri. Politikaya girmeyişi tuhaf. Civcivli yıllarda yaşadı aslında. Fanatikti. Çocukluğundan itibaren bir fanatikti. Herkes bilir ki her şairin tutkun olduğu, her fırsatta cümlesine düşürmek istediği kelimeler vardır. Rimbaud da şunlar var: sonsuzluk, yalnızlık, korku, ışık, güneş, aşk, güzellik, cennet cehennem. Şairin iç dünyasını gösteriyor bu kelimeler. Trajedisi en çok Van Gogh’la benzeşiyordu. Serserilikleriyle, sürekli meslek değiştirmeleri ve sürdürdükleri başarısızlıkları ve dünya konusundaki acemilikleri. Ve tıpkı onun gibi ressamlardan bir ressam, şairlerden bir şair değildi. Bir dil kurucusuydu.

Genç yaşta kendi dilini inşa edebilmiş devasa bir yetenekti.

7. Paris’e gittiğinde tanıştığı Victor Hugo kendisi için “Küçük Shakespeare” demişti. Üstad Necip Fazıl Kısakürek ise, ‘korkunç adam’ diye tanımladığı bu büyük ruh için şunları diyecekti çok sonraları: “Beşeri inanma sefaletini derinden duymuş adam… İşte o dikkat ettiklerim sevdiklerim arasında… Çok enteresan adam… hatta onun -bir şüphe halinde bahsediyoruz ama inşallah hakikat odur- Müslüman öldüğü ihtimali de var. Çünkü bu adam öyle bir ruhi hayat yaşadı ki, şiiri en genç çağında bıraktı, çıldıracaktı… Ve Afrika’nın coğrafya cemiyetinin bir raportörü olarak senelerce çalıştı… Yani, Arapların içinde… Kupkuru raporlar gönderiyordu “güneş doğdu, güneş battı” gibi… En son Marsilya’da ölüyor 37 yaşında… ve ölürken şu iki kelimeyi söylüyor: “Allah Kerim.”

8. Bir Arthur Rimbaud biyografi si nasıl yazılır? Bu genç dev adam neresinden görülür? Hangi özelliğinin altı çizilir? Bu doğuştan şairin hikayesi nereden başlatılır, nerede bitirilir? Sorular bunlar ve fakat cevaplar zor değil. Rimbaud’yu geride bıraktığı tartışmalı anlarından ibaret sananlar da son fotoğrafı üzerinden değerlendirenler de yanılıyor şüphesiz. Rimbaud, bir arayıştı. Çıldırmanın eşiğine varan bir arayış. Daha açık söylemek gerekirse Mutlak’ın peşinde bir yolcu. Bütün yapıp etmeleri, bütün yola düşüşleri sadece ve sadece bununla ilgili. O arayışın bir çığlığıydı Rimbaud. Şairdi. Kendi evrensel dilini kurup, dünyaya çekilebilecek en artistik hareketi çeken bir şairdi. Kelimelerin imkanlarını genişleten bir şairdi. Hepsi bu.