Büyük matematikçi büyük şair: Ömer Hayyâm’ın rubaileri

​Ömer Hayyâm
​Ömer Hayyâm

Ömer Hayyâm'ın rubailerine bakarak çoğu kişi onu şaraba düşkün biri saymaya çalışsa da klasik şiirimizde şarap ve şarapla ilgili birçok remzin doğrudan aşka işaret eden bir mana taşıdığı ileri sürülerek Hayyâm'ın rubailerinin sufi birçok şaire verdiği ilhamı gözetmek gerektiği de düşünülebilir. Bu açıdan Rubaiyyat şairinin Melamî meşrep bir şair olduğu yönündeki görüşler bu şiirleri yorumlamada bir başlangıç noktasıdır belki de.

Hafızası fevkalade kuvvetli, dil, fıkıh, tarih ve kıraat disiplinlerinde behre sahibi matematik, tıp ve diğer aklî ilimlerde ise eşsiz olduğu ifade edilir. Hem Kübrevîliğe hem de Evhadîliğe bağlı bir sufi, Necmeddin Daye gibi birçokları onun hakkında "bahtsız bir filozof, Allahsız ve maddeci" sıfatlarını uygun görüyorsa da sıklıkla benzeri sıfatlara maruz kalan diğer bir şairle Ebu'l Ala el Maarrî ile birlikte düşünülür.

Ömer Hayyâm'dan bahsediyoruz elbette. Rubailerinde çizdiği varsayılan profile bakılarak sözüm ona hedonizmin klasik İslam dünyasındaki en önemli mümessili sayılan o büyük kafadan.

Geometri, cebir vb. matematiğin çeşitli kollarında ürettiği eserler kadar ilmî çalışmalarından yorulduğu zamanlar söylediği rubaileriyle de tanınır ve hatta günümüzde rubailer dolayısıyla oluşan şöhreti ilmî şöhretini geçmiştir bile denebilir. Ömer Hayyâm'dan bahsediyoruz elbette. Rubailerinde çizdiği varsayılan profile bakılarak sözüm ona hedonizmin klasik İslam dünyasındaki en önemli mümessili sayılan o büyük kafadan.

Rubai tarzının genelde "şairlerin genellikle başkalarına açmayı düşünmedikleri duygu ve düşüncelerini yansıttıkları, bir rahatlama vesilesi olarak gördükleri bir şiir kalıbı" olduğunu ifade eden Hicabi Kırlangıç, "Hayyâm'ın felsefî yönü ağır basan pek çok rubâîsinde insanın yokluktan gelip yokluğa gittiği ve bu sebeple içinde bulunulan anın iyi değerlendirilmesi gerektiği düşüncesi hâkim" olduğunu belirtir. Ebu'l Ala el-Maarrî ile en çok kıyaslandığı noktanın da bu dünya görüşü olduğu açıktır. Maarrî'nin de benzer düşünceler ileri sürdüğü, fakat dünya görüşleri hemen hemen aynı olan bu iki şair arasındaki en önemli farkın etik tutum olarak anlaşılması gerektiği de vurgulanabilir: Her ikisi de eninde sonunda nihilizm diyebileceğimiz "insanın yokluktan gelip yokluğa gittiği" düşüncesine sahiptir; lakin el-Maarri yeis yüklü, Ömer Hayyâm da bir o kadar şen ve hazcı görünür.

"Hayyâm'ın felsefî yönü ağır basan pek çok rubâîsinde insanın yokluktan gelip yokluğa gittiği ve bu sebeple içinde bulunulan anın iyi değerlendirilmesi gerektiği düşüncesi hâkim"
"Hayyâm'ın felsefî yönü ağır basan pek çok rubâîsinde insanın yokluktan gelip yokluğa gittiği ve bu sebeple içinde bulunulan anın iyi değerlendirilmesi gerektiği düşüncesi hâkim"

Bu benzerliğe dikkat çeken Kırlangıç, yine de "Maarri'nin şiirlerinde felsefî yeis hâkimken Hayyâm'ın rubailerinde felsefî hüzün baskındır" demeyi ihmâl etmez. (Yeri gelmişken Türkçe'de 1989'da yayınlanan Kim Savaşım Verebilir adlı eserinde geliştirdiği "olan" ile "olması gereken" arasında mantıki bir bağ kurulamayacağı tezi için verdiği örnekler arasına Ebu'l Ala el-Maarrî ile Ömer Hayyâm'ı da dâhil eden Abdülkerim Süruş'u anmak gerekir. Süruş, her iki şairin de "olan"ı aynı şekilde görmelerine, yani "dünya tarifleri"nin ortaklığına karşı bu dünyaya karşı benimsenecek tutum ve tavırlar bakımından birbirine zıt olduklarını vurgular. Ona göre bu zıtlık "dünya görüşü" ile "ideoloji" arasındaki geçişsizliğin bir örneğidir. Yani aynı dünya görüşüne sahip iki kişi pekâlâ farklı ideolojilere sahip olabilir.)

Popüler muhayyiledeki Ömer Hayyâm sahiden o mudur?

Ömer Hayyâm'ın rubailerine bakarak çoğu kişi onu şaraba düşkün biri saymaya çalışsa da klasik şiirimizde şarap ve şarapla ilgili birçok remzin doğrudan aşka işaret eden bir mana taşıdığı ileri sürülerek Hayyâm'ın rubailerinin sufi birçok şaire verdiği ilhamı gözetmek gerektiği de düşünülebilir. Bu açıdan Rubaiyyat şairinin Melamî meşrep bir şair olduğu yönündeki görüşler bu şiirleri yorumlamada bir başlangıç noktasıdır belki de. Yine Hayyâm'ın gerek klasik Türk şiirine gerekse de Hafız-ı Şirazî'ye etkilerinin olduğunu da göz önünde tutmak gerekir. Hayyâm'ın rubailerinde geçen "şarap" kelimesine yüklenen tasavvufi mananın onun kastettiği asıl mana olup olmaması da bu açıdan çok önemli değildir aslında. Okurlar, sonuçta bu şiirlerde dile getirilen "varlığın çözümsüz bir muamma olduğu" ana fikriyle daha yoğun bir şekilde muhataptır.

  • Bir anlamda Anadolu'da Yunus Emre'ye atfedilen ilahi sayısının bu ismin itibarının dönemden döneme gösterdiği değişime bağlı olarak artıp azalması gibi Ömer Hayyâm'a da atfedilen rubai sayısı değişkenlik arz etmektedir.

(Bir "yeri gelmişken" daha: Farsçadan Ömer Hayyâm'ın bazı rubailerini Türkçeye çeviren Ahmet Kırca eserin önsözünde şu ilgi çekici anekdotu vermektedir: "Ömer Hayyâm rubailerinin çevirilerini okuduğum yıllarda değişik nedenlerle dikkatimi çeken iki rubai vardı. Bunlardan biri aynı zamanda çevirmenin kitabının arka kapağında yer alan şu rubaiydi: Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!/Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!/Şu durmadan kurulup dağılan evrende/ Bir nefestir alacağın, o da boştur boş! O günlerde ezberlemeye değecek kadar güzel bulduğum bu rubaiyi, Farsçayı öğrendikten sonra asıl metninden okuduğumda şaşırıp kaldım. Neden mi? Rubainin dört dizesinden ilk ikisi asıl metinde hiç yoktu da ondan!

Rubainin dizelerinin düz yazı olarak tam çevirisi şöyledir: ‘Ey habersizler! Bu şekillenmiş varlık (beden) hiçtir/ Bu dokuz katlı ve bezenmiş gökkubbe de hiçtir/ Hoş ol ki bu Kurulup-Dağılma Yurdu'nda:/Bir nefese bağlıyız o da hiçtir.' Dikkatli okunduğunda hemen anlaşılacağı gibi yapılan çevirideki ilk iki dize, asıl metinde yoktur. Üçüncü dizede geçen ‘Kurulup-Dağılma' denilen olgunun oluş yeri ise evren değil, dünyadır. Ayrıca ‘Kurulup-Dağılma' nedir? Açıklanmadığı için hiç bilinmiyor!" Kırca'nın Sabahattin Eyüboğlu tercümesinden aktardığı ilk dörtlükteki bozukluğun rubainin çevirisinin çevirisi olmaktan kaynaklı olduğu o kadar açık ki! Yine Ahmet Kırca, aynı önsözde ileri sürdüğü Ömer Hayyâm'a ait olmayan kimi rubailerin de ona atfedilerek çevrildiği görüşünde de haklı. Bu türden bazen bile isteye yapılan yönlendirmelerin popüler muhayyiledeki Ömer Hayyâm algısını biçimlendirdiğini de vurgulamalı.)

Toplam kaç rubaisi var, kesin değil!

Şimdiki zamana yaklaştıkça Ömer Hayyâm'ın olduğu ileri sürülen rubai sayısı binlerle ölçülmektedir. Said Nefisî adlı İranlı bir araştırmacı Hayyâm'a ait olduğu ileri sürülen 1224 rubai tespit ettiğini ifade eder ki bunların birçoğunun onun olmadığı hâlde ona izafe edilenler olduğu da kolaylıkla gösterilebilir.

Günümüzde 100 kadar rubainin Ömer Hayyâm'ın üslubuna uyduğu, diğerlerinin ise çeşitli devirlerdeki başka şairlerce kaleme alındığı ileri sürülmektedir. Sözgelimi Sadık Hidayet'in hazırladığı Hayyâm'ın Teraneleri başlıklı kitapta 143 rubaiye yer verilmiştir.

  • Bir anlamda Anadolu'da Yunus Emre'ye atfedilen ilahi sayısının bu ismin itibarının dönemden döneme gösterdiği değişime bağlı olarak artıp azalması gibi Ömer Hayyâm'a da atfedilen rubai sayısı değişkenlik arz etmektedir.

Gerçekten Hayyâm'ın söylediği rubai sayısının ne kadar olduğu konusu da hâlen bir çözüme kavuşmuş görünmemektedir. Ömer Hayyâm'ın rubailerini Türkçeye ilk çeviren Muallim Fevzi'dir. Ardından Abdullah Cevdet, Rıza Tevfik, Feyzullah Sacit, Âsâf Hâlet Çelebi, Rüştü Şardağ, Abdülbaki Gölpınarlı, Mehmet Nuri Gençosman, Sabahattin Eyüboğlu gibi birçok isim Hayyâm'ın rubailerini Türkçeleştirir. Yahya Kemal Beyatlı da Hayyâm Rubâîlerini Türkçe Söyleyiş diye bir kitap yayınlar. Bütün bu tercümelere karşın Ömer Hayyâm'ın Türkçede popülerlik bakımında Hafız-ı Şirazi, Sadi-i Şirazi, Feridüddin Attar'dan sonra akla geldiği öne sürülebilir.

Kebikeç

Hayyâm'ın hayatı etrafında tarihi bir anlatı

(Selçuklu Saraylarında Ömer Hayyâm'ın Hayat ve Maceraları, Ziya Şakir, Kaknüs, 2010)
(Selçuklu Saraylarında Ömer Hayyâm'ın Hayat ve Maceraları, Ziya Şakir, Kaknüs, 2010)

1883 doğumlu Ziya Şakir'in Ömer Hayyâm'ın hayatı etrafında kurguladığı bir anlatı. New- Yorklu bir trilyoner olan Mr. Wilson'ın kendisine gelen Fitzgerald tercümesi olan ve Ömer Hayyâm'ın hayatı ile rubailerini içeren bir kitapla birlikte zamanda ve mekânda çıktığı yolculuğu okuruz bu anlatıda. Ömer Hayyâm'ın talebelik yıllarından Selçuklu saraylarına kadar uzanan hayatının önemli dönüm noktaları anlatıda işlenir. Ancak, Ziya Şakir'in anlattıklarının ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek tamamen kestiremeyiz. Cemiyet-i İnkilap ve İttihat ve Terakki cemiyetlerinde görev yaptığını da bildiğimiz müellifin tarihi anlatılarına örnek.

(Selçuklu Saraylarında Ömer Hayyâm'ın Hayat ve Maceraları, Ziya Şakir, Kaknüs, 2010)

Rubaileri, Asaf Halet çelebi çevirirse?

(Ömer Hayyâm ve Rubaileri, Asaf Halet Çelebi, Hece, 2003)
(Ömer Hayyâm ve Rubaileri, Asaf Halet Çelebi, Hece, 2003)

Türk şiirinde 1980'li yıllarda yeniden popülerleşen Asaf Halet Çelebi tasavvuf, dinler tarihi ve mitolojiden yararlanarak yazdığı şiirlerle iyi bilinir. Onun Ömer Hayyâm'ın hayatını ve şiirini konu edinerek ayrıca rubailerinden yaptığı seçmeleri içeren kitap Ömer Hayyâm etrafında oluşturulmuş birçok hatalı görüşü de tashih etmeye yarayacak rubailere yer veriyor. Asaf Halet Çelebi'nin kitabının şimdilik görebildiğim tek kusuru ise rubaileri Türkçeleştirirken Çelebi'nin onları düzyazı hâline getirip biçimlerini ve şiir kalitelerini muhafaza etmemesi. O kadar kusur kadı kızında da olur denirse rubaileri okumak için iyi bir başlangıç!

(Ömer Hayyâm ve Rubaileri, Asaf Halet Çelebi, Hece, 2003)

Kör Baykuş'tan ömer Hayyam'a bir yolun izi

(Hayyâm'ın Teraneleri, Sadık Hidayet, çev. Yüksel Kanar, YKY, 2016)
(Hayyâm'ın Teraneleri, Sadık Hidayet, çev. Yüksel Kanar, YKY, 2016)

Ömer Hayyâm'ın matematikçi, astronom, filozof, şair, Hüccet-ül Hak gibi farklı biçimlerde anılan kişiliğinin bir boyutu da elbette rubailerde tebellür eden şairliği. Türkçede bilinen romanı Kör Baykuş'ta sıkça yararlandığı Ömer Hayyâm'ın kişiliğinin bu çok yönlülüğünü çözümleyen Sadık Hidayet onun eserleri ve rubailerini buruk bir iyimserliğin süzgecinden geçiriyor. Kör Baykuş, geleneksel olanın modern anlatı da nasıl kullanılabileceğine dair bir örnekti, bu kitabında ise Hidayet örneğini irdeliyor.

(Hayyâm'ın Teraneleri, Sadık Hidayet, çev. Yüksel Kanar, YKY, 2016)