Cennet ve cehenneme bir yolculuk: Gufran Risalesi

Ebu'l Âlâ el-Maarrî
Ebu'l Âlâ el-Maarrî

El-Maarri’nin Risalet’ül Gufran’ının içerdiği cennete ve cehenneme yolculuk konusuyla Dante’yi derinden etkilediği savlanabilir; Dante de kendi İlahi Komedya’sında Beatrice eşliğinde cennet, cehennem ve arafı gezmiş; o döneme dek ün kazanmış isimleri buralara yerleştirmiştir. Ancak, Hz. Peygamber’in mi‘rac hadisesinin İtalyanca ve İspanyolca’ya da çevrilmiş olması, Dante’nin doğrudan etkilendiği kaynağın El- Maarri’nin eseri olmayabileceğini de düşündürmektedir.

Halep ile Humus arasındaki bir yerleşim merkezinde 973 yılında doğan Ebül Âlâ el-Maarri, klasik İslam kültürünün en tartışmalı figürleri arasında yer alır. Cahiliye sonrası Arap şiirinin iki büyük isminden biri addedilen (diğeri el-Mütenebbi) Ebu’l Âlâ el Maarri kimileyin mülhidlik, zındıklık ve sapma ile suçlanır, kimileyin de nihilizmle. Bu suçlamaların büyük çoğunluğunun yaşadığı dönemin siyasi ve fikri çalkantılarından beslendiği de apaçıktır. Dini hayattan ziyade ahlâki hayata önem vermesi, şekli ve yapmacık dindarlığa gönül indirmemesi bu suçlamların belki en önemli saikidir. İdarecileri bozgunculuk, gasp, istibdat ve fasıklıkla itham eden şair, din adamlarını da dinle ilgili görüşlere körü körüne bağlanmakla yerer.

Klasik eleştirilerin önemli bir bölümünün bu sebeple onu toplumdan tecrit ederek fikirlerini yasaklamak ve onun fikirlerinin oluşturduğu varsayılan tehlikeden toplumu korumak amaçlı olduğu düşünülebilir. Çoğu kez benimsediği muhalif tutumdan dolayı, bazı şiirlerinin tahrif edildiği de görülür.

Midemi bulandırdı bu dünyada yaşamak. ~ Ebu'l Âlâ el-Maarrî
Midemi bulandırdı bu dünyada yaşamak. ~ Ebu'l Âlâ el-Maarrî

Hatta bizzat El-Maarrî, Halep Emiri Muizzüddevle Sümâl b. Salih’e yazıp gönderdiği Risaletü’d-dab’ayn adlı eserinde kendisini küfür ve dinsizlikle itham eden iki kişiyi şikâyet etmiştir. El-Lüzumiyyat adlı eserindeki şiirleri tahrif edenlere karşı da Zecrü’n-nabih ve Necrü’z-Zecr adlarıyla iki ayrı kitap yazarak bu tahrifleri ortaya koymuştur. Dört yaşlarında iken çiçek hastalığına yakalanarak gözlerini kaybeden El Maarrî’nin kısa boyu, zayıflığı ve çirkinliği sebebiyle hayatı boyunca aşağılık duygusundan kurtulamadığı; başkalarına güvensiz bir şekilde hayata karşı son derece karamsar ve hemen bütün eserlerine yansıyan aşırı tevazuu sebebiyle de nihilizm suçlamalarına karşı son derece zayıf kaldığı da söylenebilir. Buna karşın, mağrur, alıngan ve çabuk öfkelenen biridir; aynı şekilde ince ruhlu ve yalnızlığı seven bir kişiliğe de sahip olduğu rivayet edilir. Körlüğünün yanısıra münzevi yaşamasından dolayı kendisini iki bakımdan mahpus kıldığı da sık sık söylenir.

Ebu’l Âlâ el Maarri kimileyin mülhidlik, zındıklık ve sapma ile suçlanır, kimileyin de nihilizmle

Şair ve filozoftur. Belki felsefesi tamamen şiirden neşet eder, filozofluğu şairliğinin ek ürünüdür. Yine de filozofluğunun şairliğinden aşağı kalmadığı da vurgulanmalıdır. Sözgelimi bir oryantalist, Alfred von Kremer, onu bir ahlâk filozofu olarak niteler ve olağanüstü dehasıyla aydınlanma çağındaki birçok düşünürden daha ileri fikirlere sahip olduğunu iddia eder. Katı bir rasyonalist olduğu da söylenir yer yer. Hatta kendisine sorulan bir soruya “Dirayet istiyorsan benden al, rivayet istiyorsan başkasına gitmen gerekir” dediği de nakledilir. Belki de mağrur, dikbaşlı tutumu onun resmi bir görev almasını engellemiş; şiiri sayesinde hayatını kazanmasına fırssat tanımamıştır. Rivayetlere göre hayatı boyunca bir vakıftan gönderilen yıllık 30 dinarla geçinmiştir. Esasen dünyaya önem vermediği için de değersiz elbiseler giymiş, daha çok mercimek, incir ve arpa ekmeği gibi yiyeceklerle beslenmiştir.

İrili ufaklı 70’ten fazla eser yazmışsa da bu esrelerden pek azı günümüze erişmiştir. Risalelerinin çokluğu da onun her ne kadar yalnız yaşasa da döneminn âlim ve edipleriyle sürekli irtibat hâlinde kaldığını gösterir. Sık sık fakih, kelamcı, sufî ve idarecileri eleştirdiği, onların cehaletini ortaya koymaktan büyük bir haz aldığı; bu yüzden başının sürekli belaya girdiği, bununla birlikte de ününe ün kattığı söylenebilir.

Felsefi görüşlerini birtakım sembol ve mecazlarla dile getirmesi sebebiyle onun kâmil anlamda bir filozof sayılmaması gerektiği ileri sürülür. Ancak felsefi düşüncelerin sırf nesirle dile getirilmesinin doğru olacağı, şiirin felsefi düşüncelerin dile getirilmesine imkân tanımayacağı şeklinde bir yargıya sahip bu yaklaşımın doğru olmadığını belirtmeliyiz.

Hangi şairler cennette, hangileri cehennemde?

El Maarrî’nin en az Lüzumiyyat kadar ünlü eseri Risaletü’l Gufran, onun çağdaşı Halepli Ebu Mansur Ali b. Karih’e yazdığı uzun bir mektuptan ibarettir. Risalenin düzenlenişi atla katırın konuşmaları şeklindedir. Esere asıl ününü kazandıran bölüm, cennet ve cehennemle bunların ehlinin sıfatlarını konu edinen hayalî bir yolculuğu ve bu yolculukta meydana gelen olayları içerir. Bu bölümde El Maarrî, İbnü’l-Karih’i yanına misafir alıp cennet ve cehenneme yolculuk yaptırır. Bu seyahat esnasında elbette birçok şair ve ediple karşılaşır; onlarla edebiyat, dil, nahiv ve felsefe konularında tartışır. El Maarrî’nin dünya hayatında iken cehenneme gireceği varsayılan Züheyr b. Ebu Sülma ve Abid b. Ebras el-Esedi gibi bazı cahiliye dönemi şairleri cennette resmetmesi, Allah’ın rahmetinin sınırsız olduğunu düşünmesindendir.

Risalenin Gufran Risalesi adını taşımasının bir sebebi de budur. Eserde ayrıca İbn’ül Karih’in sorusuna konu olan İbnü’r-Ravendi, Sâlih b. Abdülkuddus, Beşşar b. Bürd, Velid b. Yezid, Hallac-ı Mansur gibi ünlülerle edip ve şairlerin kıssaları yer alır. İmrülkays, Antere el-Absi, Amr b. Külsum, Evs b. Hacer, Alkame b. Abde ve Şenfera gibi bazı şairler cehennemde vafsedilir.

Risalede ayrıca Mütenebbi gibi bazı şairlerin de edebî yönlerine değinilir ve Mütenebbi’nin inanç sahibi bir kimse olduğu belirtilir. Risalenin asıl amacı, Allah’ın sınırsız rahmeti karşısında insanların mülhid ve zındık diye damgalanmasının yanlışlığını vurgulamaktır. Risalede bununla birlikte çeşitli din, mezhep ve fırkalarla ilgili rivayetler, ayrıca lugat, tefsir, hadis meseleleri ve edebiyat tarihiyle ilgili özgün görüşler, garib lafızlar cinas vb. sanatlar eşliğinde tartışılır; bu konuda El-Maarrî kendi görüşlerini ortaya koyar.

El-Maarrî’nin Risalet’ül Gufran’ının içerdiği cennete ve cehenneme yolculuk konusuyla Dante’yi derinden etkilediği savlanabilir; Dante de kendi İlahi

Dante-İlahi komedya Komedya’sında Beatrice eşliğinde cennet, cehennem ve arafı gezmiş; o döneme dek ün kazanmış isimleri buralara yerleştirmiştir. Ancak, Hz. Peygamber’in mi‘rac hadisesinin İtalyanca ve İspanyolca’ya da çevrilmiş olması, Dante’nin doğrudan etkilendiği kaynağın el-Maarrî’nin eseri olmayabileceğini de düşündürmektedir. Yine Maarrî’nin etkilenebileceği eserler arasında Endülüslü İbn Şüheyd’in cinler âlemine seyahatini anlattığı, ünlü edip ve şairlerin cinleriyle görüşüp kendi edebî gücünü kabul ettirdiği et-Tevâbi’ ve’z-zevâbi’i de zikredilebilir. Netice itibarıyla Maarrî’nin eseri içerdiği garîb, nâdir ve metrûk kelimelerle birlikte dil açısından oldukça ağır olmasına karşın hem özgün yaklaşımı hem de taşıdığı edebi boyutla kolayca erişilebilir olmayan bir düzeye tekabül eder.

(Gufran Risalesi, Ebu’l-Âlâ el-Maarrî, TDK, 2017)

  • Kerbikeç

    Dante İslam'dan etkilendi

    Dante’nin İslam kaynaklarından beslendiğini gösteren kitaplar arasında Palaicos’un eseri ilginç bir yere sahip. Palaicos, Hz. Peygamber’in mirac hadisesi ve İbn Arabi’nin eserleri ile İlahi Komedya arasında inkâr edilemeyecek bağlantılar ve benzerlikler bulunduğunu gösteriyor.
  • Dante ve İslam, Miguel Asin Palacios, Okuyan Us Yayınları, 2010
  • Palaicos, her ne kadar, Dante’nin İslami kaynaklardan yararlanmasını İbn Arabi ve miraca hadisesi ile sınırlı düşünse de El-Maarrî’nin eseri başta olmak üzere İbn Rüşd’ün düşüncelerine kadar uzayan geniş bir etkileşim sahasının İlahi Komedya’ya hâkim olduğu gösterilebilir.
  • (Dante ve İslam, Miguel Asin Palacios, Okuyan Us Yayınları, 2010)
  • Fazilet öncekine aittir!Avrupa’daki ‘yeni felsefe’nin Ma’arrî ve benzerlerinin felsefelerinden alınmamış olması, bu benzerliğin sadece tesadüf olması da mümkündür.
  • Kırımlı Rizaeddin bin Fahreddin,“Fransızların ‘yeni felsefe’ adını verdikleri felsefelerinin çoğunu Ma’arrî’nin söylediği bilinmektedir. Avrupa’daki ‘yeni felsefe’nin Ma’arrî ve benzerlerinin felsefelerinden alınmamış olması, bu benzerliğin sadece tesadüf olması da mümkündür. Böyle bile olsa, bugün Avrupalıların övündükleri fikir olgunluğunun kendilerinden asırlar önceki Müslümanlar arasında bulunması da övünülecek bir durum olsa gerek” ifadeleriyle tanıtıyor Ebul Âlâ el Maarrî’yi. Ve tabii ki ekliyor: (Eğer ortada bir fazilet varsa) “Fazilet öncekine aittir.”
  • (Ebu’l-Alâ El-Ma’arrî, Rızaeddin İbn Fahreddin, Çizgi Kitabevi, 2015)
  • El-Maari mi, Ömer Hayyam mı?El-Maari mi, Ömer Hayyam mı?
  • El-Maarrî’yi felsefe ve ahlâkta Ömer Hayyam’dan yüksek bulan Lübnanlı Hıristiyan yazar Zeki Megamiz, onun hikemiyyatını mahrumiyet ve inzivada, âlemden nefrette buluğunu ileri sürüyor. Maarrî’nin söylediği şiirlerin çoğunlukla anlaşılmaz ve muallak olduğunu kaydeden Megamiz, onun Hayyam kadar halkın fikrini okşayamadığını da belirtmekten imtina etmiyor. Osmanlı Felsefe Çalışmaları dizisinde yayımlanan kitap, son dönem Osmanlı düşüncesinin yöneldiği farklı mecraları da açığa çıkarmakta önemli bir yer tutuyor. (Ebu’l-’Alâ’ el-Ma’arrî - Şi’rlerinden Hulâsalar - Risâletu’l- Gufrân
  • (İlâhî Komedya), Zeki Megamiz, Çizgi Kitabevi, 2019)