Çingenelerin Kederli Kraliçesi; Esma Recepova

Sahnedeki olanca sıcaklığı ve samimiyetiyle, sevenlerinin ruhuna dokunabildikleri bereketli ve cesur bir kadındır
Sahnedeki olanca sıcaklığı ve samimiyetiyle, sevenlerinin ruhuna dokunabildikleri bereketli ve cesur bir kadındır

Esma Recepova 1976 yılında, uzakAnavatanı, kadim evi ve büyük Çingeneağacının köklü başlangıcı sayılan Hindistan’ınPencap eyaletinde, ‘Roman TürkülerininYegâne Kraliçesi’ ilan edildiğinde, yani buunvan yorgun omuzlarına yüklendiğinde,henüz 30’lu yaşlarının başındaydı.

Bir Makedon garnizonunda nöbetteyim, sicim gibi yağmur yağıyor üzerime, kurşuni bulutlar gökyüzünü bütünüyle kaplamış, elimdeki tüfeğe sımsıkı sarılarak koşmaya başlıyorum, içimde kocaman bir ateş yanıyor.

Kulağımda Esma Recepova’nın bir şarkısı yankılanıyor, ya da kalbimde tam emin değilim. Yanardağlar patlıyor, gökyüzü aydınlanıyor, yüzüm hep karanlıkta kalıyor ama. Bir şarkının, bir ses’in içinde ikamet ediyor gibiyim sanki.

Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğine inananların rivayetlerinde istinasız olarak hep aynı suçla sınanan, büyük insanlık tarihinde kitlesel ‘kurban’ imgesiyle tasvir edilen ve ebedi yalnızlıklarıyla; öteki, göçebe ve yeterince esmer bir toplum. Rivayetlerin sırtlarına yükledikleri günahlarla dünyaya sürgün edilirken rastladık hep onlara. Bu yarı-mitolojik tahkiyelerde evrensel kültürel hafıza tarafından ‘lanetlenmiş ırk’ olarak kodlanan ve çarmıh tahtasındaki paslı çivilere gömülerek cezalandırılan Çingenelere; “Yerleri, yurtları olmasın. Ülkeler, şehirler, dağlar, tepeler onları kabul etmesin. Bir yere ait olamasınlar, nesiller boyu dolanıp dursunlar” diye ‘ah’ edildiği rivayet edilir. Bir acıya ‘kurban’ aramak bütün dini mitlerin ortak özelliğidir. Dünyayı insanlığın ortak ülkesi olarak gören çingenelerin kalbine çakılan bu paslı çivilerin hiç bir ‘önemi’, ‘anlamı’ ve ‘hakikati’ yoktur bu yüzden. Asıl lanet kurban arayanların ruhundadır.

Anneler eskiden ‘çingeneler kaçırır seni’ cümlesiyle korkuturlardı çocuklarını. Eğer o zaman tanısaydık, Esma Recepova bizi hemen kaçırsın da bi daha geri getirmesin isterdik herhalde.

Anavatanları Hindistan’ın Pencap- Sind nehir havzasından batı yakası boyunca ilerleyerek tüm dünyaya yayılmış bu esmer, vatansız, sürgün ve rindmeşrep insanların yersizyurtsuz ömürlerine kök salmış bütün göç acıları, uyum sorunları, dışlanmışlıkları ve ebedi yol yorgunlukları ruhlarında var olan o ‘müzikle’ birlikte demlenerek hafiflemiştir. Çingene toplumunda tarih boyunca müzik; kimlik sorununu mesele olmaktan çıkaran, dilsizliği ortadan kaldıran, mesafeleri kısaltan ve sınırları kuş bakışı ‘gören’ bir enstrüman olmuştur. Müzik coğrafyalar üstü bir pasaporttur, sınır tanımaz. Çingenelerin kraliçesi olarak anılan, Roman Divası, Makedon Bülbülü, Balkan Azizesi ve kederli Rumeli kızı Esma Recepova da sınırları ortadan kaldıran böylesi bir pasaporta sahip en özgün seslerin başında geliyor.

Müzik coğrafyalar üstü bir pasaporttur, sınır tanımaz. Çingenelerin kraliçesi olarak anılan, Roman Divası, Makedon Bülbülü, Balkan Azizesi ve kederli Rumeli kızı Esma Recepova da sınırları ortadan kaldıran böylesi bir pasaporta sahip en özgün seslerin başında geliyor.


Sesinde göç ateşini taşıyan bir Rumeli kızı

Müslüman-Türk kökenli Çingene bir anne ve Sırp kökenli Yahudi bir babanın 6 çocuğundan biri olarak Üsküp’te dünyaya gözlerini açan Recepova’nın, içinde ‘Kızım Seni Ali’ye Vereyim mi?’ şarkısının da yer aldığı ilk 45’lik plağını henüz 11 yaşındayken yayınlayarak, eski Yugoslavya’nın tanınan bir şarkıcısı olmayı başarmasının üstünden tam 60 koca yıl geçmiş. 2016’da kutlayacağı 60. sanat yılıyla birlikte, geride, daha şimdiden; 100 single, 20 albüm, 6 film, on binlerce konser, sayısız uluslararası ödül ve 20 dilde söylediği yüzlerce şarkıdan oluşan dev bir külliyat bırakarak, adını, hem Balkanlara hem de dünya müzik tarihine altın harflerle nakşetmiştir. Müzikle eksik ömrünü sağaltmış ve hep notalara tutunmuş bir şarkıcının, ölümsüzlük iksirini keşfetmesi gibi bir şey bu.

Çingenelerin kraliçesi olarak anılan, Roman Divası, Makedon Bülbülü, Balkan Azizesi ve kederli Rumeli kızı Esma Recepova da sınırları ortadan kaldıran bir pasaporta sahip.
Çingenelerin kraliçesi olarak anılan, Roman Divası, Makedon Bülbülü, Balkan Azizesi ve kederli Rumeli kızı Esma Recepova da sınırları ortadan kaldıran bir pasaporta sahip.

Recepova’nın Üsküp’te oturduğu ve “insanlığın yuvası ve müzik müzesi” sıfatıyla andığı ilk evini, geride kalan tüm müzikal hatıralarıyla beraber tarihe bırakmak istemesinde, ‘isminin yüceltilmesi’ merakından ziyade, kozmopolit bir kimliksizlikle birlikte müzikle tam edilmiş bir hayatın ve acılarla dolu Çingene ruhunun gözler önüne serilmesi temennisi vardır. Bu duygu hali, kendi ismi üzerinden tesis edilecek kolektif bir barışın ve bir arada yaşayabilme ihtimalinin de anahtarıdır aynı zamanda.

  • Kurduğu İyimserlik Derneği ile yoksullara el uzatan, evlatlık olarak aldığı 50 çocuğa annelik yapan, kazancını ‘öteki’ insanlarla paylaşan, binlerce yardım konseri veren, sesinin ve kalbinin güzelliği ile yeryüzünde adeta kanatsız bir melek gibi dolaşan kocaman yürekli bir çingene kadını o, Esma Recepova.

Hayata şu sözlerle bakıyor; “Lüks hayatı sevmem, Allah’a sağlıklı olmak için her gün dua ederim. Bir yatak, bir banyo ve iki öğün yemek varsa başka ne dilerim ki? Elinde iki tane varsa, birini ver, iki taneyi ne yapacaksın? Çalışayım ve kazancımı başkalarıyla paylaşayım başka da bir şey istemem. Herkes ‘benim’ diyor, kimsenin bir şeyi yok bu dünyada, çıplak geldik çıplak gideceğiz, unutuyoruz.”


Allı pullu kostümleri, dev altın küpeleri, başına Esma usulüyle sardığı kırmızı şalı ve ateşle dağlanmaktan artık kül kokan o sesiyle zamanı donduruyor Recepova. II. Dünya Savaşı’nda Naziler tarafından aşağı ırktan oldukları gerekçesiyle katledilen ama bastırılan çığlıkları hiçbir zaman duyulmayan 500 bin Çingene’ye yakılmış -artık Çingene Ulusal Marşı olarak da kabul edilen- o hüzünlü ağıt Djelem Djelem’i söyleyişi mesela, hafif hıçkırık ve kısa titremelerle adeta kalbimize dayadığı bir silah gibi kullandığı yakıcı sesinde kaybolup gitmemek elde değil.

Ya da sözü-müziği kendisine ait olan Hajri Ma Te Dike / Hayrını Görmeyesin adlı teyzesine yazdığı ağıt. En çok da kalbimizi yerinden söken; Ciganka Je Malena’sı. Kanları kaynatan Caje Sukarije ve İbrahim gibi kıvrak melodilerini ise zaten eski Yugoslavya hinterlandında bilmeyen/dinlemeyen birine rastlayamazsınız.

Makedon şarkıları, Balkan halk türküleri, hüzünlü ağıtlar, hareketli roman ezgileri ve sesinin doğurduğu kanları kaynatan-ciğerleri kanatan daha bir dolu sürpriz. Recepova’nın müzikal gökkuşağından dökülenler sadece bunlarla da sınırlı değil üstelik. Sahnedeki olanca sıcaklığı ve samimiyetiyle, sevenlerinin ruhuna dokunabildikleri bereketli ve cesur bir kadındır o, nam-ı diğer; Esma Abla.

Anneler eskiden ‘çingeneler kaçırır seni’ cümlesiyle korkuturlardı çocuklarını. Eğer o zaman tanısaydık, Esma Recepova bizi hemen kaçırsın da bi daha geri getirmesin isterdik herhalde.

Esma Recepova 1976 yılında, uzak Anavatanı, kadim evi ve büyük Çingene ağacının köklü başlangıcı sayılan Hindistan’ın Pencap eyaletinde, ‘Roman Türkülerinin Yegâne Kraliçesi’ ilan edildiğinde, yani bu unvan yorgun omuzlarına yüklendiğinde, henüz 30’lu yaşlarının başındaydı. İşte o günden beri sesinde hala kocaman bir göç ateşini taşıyor. Onun sesi; neşe ve elemin ölümsüz dansına, şenlikli kederin notalardaki resmine ve bir çarmıhın tahtasından fırlayarak kaderlerine saplanmış lanetli çivilerin sessizliğine götürüyor insanı. Bir Çingene masalı kalıyor şarkılarından geriye…

Bir Makedon garnizonunda nöbetteyim, sicim gibi yağmur yağıyor üzerime, kurşuni bulutlar gökyüzünü bütünüyle kaplamış, elimdeki tüfeğe sımsıkı sarılarak koşmaya başlıyorum, içimde kocaman bir ateş yanıyor. Kulağımda Esma Recepova’nın bir şarkısı yankılanıyor, ya da kalbimde tam emin değilim.